Ana içeriğe atla

The Historymaker Queens Series (Joanna of Castile)


 Joanna Of Castile-- The Mad Queen-- 

Chapter 2: The Christian Mother 


Joanna gemiden indiğinde ve İngiltere Sarayına geldiğinde onu karşılayan kardeşine çarpık bir sevgi gösterisinde bulundu. "Catalina! Görmeyeli çok uzun zaman oluyor. Bizi kabulnettiğiniz için teşekkürler İngiltere kraliçesi." Yanında bulunan kocası Catherine demey3 yeltense de Joanna elini kaldırıp susturdu. "Catalina olarak doğan kadına Catherine diyebilmeniz sizin probleminiz majesteleri. Bu arada siz ne hakla kendinize 'majesteleri' derleyebiliyorsunuz? Büyük atanız Edward IV majesteleri dedşrtmiş midir ya da sizin büyük  ir zafer kabul ettiğiniz beyaz gülleri düşüren babanız Henry VII' e birisi majesteleri demiş midir? Siz onlardan daha önemli ne yapmış olabilirsiniz 'majesteleri' ?" 

Henry aldığı bu karşılıkla rengi atarken bir daha Joanna'ya yaklaşamaya karar verdi. Ayroca Catherine'neyi de yaklaştırmayacaktı. Ona deli denmesinin bir nedeni olduğunu biliyordu ama bu kadar ağır bir hastalığı olduğunu düşünmüyordu. Joanna bunu erkeklerin güçlü kadınları sevmemesine yorardı ki haklıydı. 

Şenlikte Catherine ile konuşabilmek adına onunla dans dahi etse de ,ki bu hiç de ağırbaşlı bir kraliçenin yapacağı iş değildi, Catherine emir aşmış gibi ağzını dahi açmadı. Henry ile konuşmuştu ve aslında onu haklı bulmuştu. Ancak Joanna istediğini er geç alan bir kadını üstelik deli olması her şeyi yapmasını da meşrulaştırırdı. Philipe'nin Henry ile yan yana oturup onun eğlence anlayışına yatkın tavırlar takınması ise Joanna'nın eline her iki anlamda da koz vermiş oldu. Hem kocasına yaptığı tehdidin boş olmadığını gösterecek hem de kardeşini bir şekilde buradan çıkartmış olacaktı. Bir ölüm meleği gibi Philipe'nin başına dikilen Joanna derin ama sessiz bir nefesi ciğerlerine çekip Onu fark eden kocasına bir gülümseme armağan etti. Ancak bu tehditkar gülüş arkasından elinin altında duran gümüş kadeh içindeki şarabı üzerine boşalttı. Şarap kadehini ve sürahiyi yere devirdi. Düşen gümüşlerden tok birkaç ses çıkarken, şarap taş zemine yayılırken Joanna sakın bir refarans yaptı. "Size iyi eğlenceler ekselansları." 


Catherine ablasının bu ağırlıklarına alışkındı. Çocukken bu ası tavırlarından dolayı annesinden az ceza almamıştı. Her zaman yaptığını yaptı. Onu orada çıkardı. Doğru düzgün konuşabilmek adına burçlardan birisine tırmandırdı. Yemek salonundan çıkarlarken Philipe'nin Joanna'ya seslenmeleri duyuluyordu. Catherine ile sonunda karşılıklı durduklarında Joanna kararmış geceye baktı. "Neden yaptığımı soracaksın sor kardeşim." Catherine derin bir nefes aldı. "Hayatının sadece bir yerinde uysal olamaz mısın sen?" Joanna, Catherine komik bir şey söylemiş gibi gülerken onu korkutacak bir hızla eski duygusal durumuna geri döndü. "Demek kocan seni aldatırken uysal ge iyi bir eş olmaya çalışıyptsun?" "Sen ne yapıyorsun Joanna? Böyle asi davranıyorsan seni sevmemesine şaşmamalı!" Joanna ona doğru eğilip tısladı." Bir köpekten farkın var mı Catherine sence? Onun için İspanyol bir köpeksin." "Ben ona bir oğul veremediğim için Henry beni aldatıyor." "Sen kendini kandır kardeşim. Sen kendini kandır. Erkekler böyledir. Ama doğru ben kendim gücümle bir şey yağınca asi oluyorum! Söylesene Catherine sen benim hayatımı nereden biliyorsun?" Catherine sinirle ona bağırdı." Senin deliliğin Tanrı'nın verdiği ceza. İsa korusun bana öyle bir ceza verilmeyecek." Joanna ona doğru eğildi. Meşalelerin gölgesi yüzünde cirit atıyordu. "Çocuğun nerede Catherine. Benim bir sürü veliahtım var. Philipe'nin senin düşüncene göre beni aldatmaları gerek. Eğer ben asi olduğum için harika olan hayatımda deli yaşıyorsam sen neden yaşadın? Senin çocuğun daha 4 günlükken neden öldü. Bazıları kilisede öldü diyor. Doğru mu Catherine? Gerçekten çocuğun Tanrı'nın evinde mi öldü?" Catherine korku ile geri çekildi. Titredi. Gözleri doldu. "Tanrı'nın kararına karışamam." "Belki Tanrı ikimizi de lanetlemiştir kardeşim. Annemizden dolayı." 


Catherine duvara dayanırken ablasına baktı. Korkuyla bir kez daha sıçradı. "Sen dinden ne anlarsın? Annemizi nereden anladın?" "Doğru eğer anlamasaydım senin gibi olurdum değil mi Catherine? Çıtı pıtı güzel Catherine. Dindar sevecen Catherine. Ülkesini düşünen kahraman Catherine. Annesinin kızı Aragonlu Catherine! Ben ise asi ve lanetlenmiş olan miyim? Babam senin tahtına göz dikerse ne olacak? Sen sadece ülkesini saçma bir savaşa itip aç bırkatıktan sonra para için kabul edilmiş bir kadınsın Catherine. Sen gelmeden seninle birlikte çeyizin gelmeden önce insanlar yamyamlığa başlamıştı." Catherine ona dik bakış attı." Biraz daha seninle konuşmayacağım." Catherine karşıdan gelen Philipe'ye Selam verdikten sonra içeri girdi. 


Philipe öfkeyle karısının kolunu yakaladı, kendisine çevirdi. "Bu ne demek oluyor Joanna?" Joanna gülümseyip kolunu kurtardı. Sırtını ona döndü. "Mesajı aldın sandım. Asla yersiz tehdit savurmam ben ekselansları." Philipe ona biraz daha bağırsağı sırada asla görmediği kadar garip durduğunu fark etti. Garip bir histerinin ve hiddetin pençesindeydi. Tüm öfkesini yuttu. Bağırıp çağırması veya ona vurması daha kötü olmasına yol açardı. Ilk defa ona sarılmayı denedi bu durumda. Joanna hiç şaşırmadan afallamadan ona sarıldı. Ağlamaya başladı. Bu krizi biliyordu. Biraz sonra tepinmeye başlayacağını da biliyordu. Deli diye korkma nedeni tam olarak bu krizleriydi. Joanna'nın tepinmeleri Philipe'nin güçlü kollarında kayboldu. Zaten çok da zorlamadı ge yere dizleri üzerine çöktü. Philipe de onunla beraber çöktü. Joanna'nın güzelce örülmüş saçları göğsünün baskısı ile dağılıyordu. Sanki Joanna onlara yansıyan meşalelerden daha da ürküyordu. Alanında öptü. "Joanna. Buradayım. Tamam buradayım. Güvendesin." Joanna kocasının elini sıkıca tutarken yaşlarla ışıldayan gözlerini ona dikti. "Ben lanetli miyim?" Philipe iç çekti." Değilsin Joanna. Değilsin." "Ama iyi bir hristiyan değilim. Annem gibi hiç değilim." Philipe saçlarını okşadı boşta olan eliyle sonra tekrar sıkıca sarıldı. Sırtını taş burçlara yasladı onu da iyice göğsüne çekti. "Ben gelmeden önce me oldu Joanna. Sadece ben seni böyle yapmış olamam." Gülümsedi Joanna. "Defalarca uzuvlarını kaybetmekle burun buruna geldim Philipe. Bunu daha fazla içimde tutamam. Senden, kocamdan saklayıp günaha da giremem. Annem İsabella çok dindar bir kadındı. En güçlü monarş olmasını buna borçlu. O tacını taktıktan sonra sadece iki defa yıkandı Philipe. Bizi de öyle yetiştirmeye çalıştı. Sanki babamla gizlice evlenen o değilmiş gibi bizi çok katı hatta rahibelerden bile koyu bir inançla yetiştirmek istedi." Philipe onu biraz laşırnıl şekilde dinlerken aslında bunun Joanna'dan bekleyeceğini fark etti. "Sen bunu istemedin." "Ben bu kadar koyu olmaya gerek yok dedim. İnançsız değilim Philipe. Ama annem olamam. Veya bir oğul vereceğini umup hasta olmasına karşın onun dua ile kurtulacağını sanan kardeşim. Ben sadece düzgün bir inanç istedim. Bağnaz olmayan... Kim iki defa banyo yapmak ister ki? Kardeşim istediği kadar yapardı. Her gün yapardı. Neden suçlu bendim?  Annem beni kâfir olarak gördü. Ben ne zaman onun beni eğitişine karşı  çıksam özellikle ayaklarıma ağır eşyalar bağlayıp odaya hapsederdi. Bazen yatağa bağlardı. Günlerce orada kalırdım." Philipe dehşete düşmüş bir bakış attı ona. Tuttuğu elini öptü bitkaç kez. "Üzgünüm Joanna. Bunu bilseydim. Şayet bunu bilseydim..." Sözünü kesti kraliçe. "Bana böyle davranmaz mıydın?" "Elbette ki davranmazdım Joanna. Ben göremedim. Ne kadar kırılgan olduğunu. Ah Joanna." Joanna değişen tavrına şaşırsa da sesini çıkarmadı. Ağlamayı sessizce sürdürdü ama hayatında ilk defa bu kadar hafiflemiş ve umut dolmuştu. "Seni koruyabilirim Joanna. Oğlumuzu görmeni sağlayabilirim." 


Bunu asla göremedi Joanna. Dönüş yolu bitiminde ateşlenen konsort kral öldü. Joanna'nın acı hıçkırıkları odadan taştı. Sadece onu yalnız bırakmamıştı Philipe. Yeni hayatımı ve yuvasını da yalnız bırakmıştı. Joanna hamile idi. Birlikte bunca sene sonra ilk defa aile olacaklardı. Ama şuanda bulduğu güvenli yuvası da yıkılmıştı. Philipe ne kadar sorunları olan bir koca be kral olsa da Joanna'ya babasına karşı bir güçtü. Korunak ve sığınaktı. Onun aşkıydı. Zehirlendiği söylenirken babasının gönderdiği doktorlarca tifo ateşinden öldüğü ilan edildi. Joanna ise karnında bebeği ile yasını sessizce tuttu. Ta ki babası onunla bir konuşma isteyene kadar. 



sonraki bölüm

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eros'un Laneti

                       Güneşli bir gündü. Olması gayet doğaldı da. Güneş'in tanrısı Apollon vardı zira. Nasıl olmasın? Biraz da aşk kokusu var sanki. O da Afrodit'den olma Eros'tan geliyor olmalı. Işığı ile herkesi ve her yeri aydınlatan lord Apollon, Eros ile konuşuyor hatta onunla dalga geçiyor olabilirdi. Eros'un heykeltraşların yonttuğu yüzü sertleşiyor, yontulan taşlardan bir parça haline geliyordu.  - Sen buna ok mu dersin Eros?  Eros'tan hoşnutsuz sesler çıkıyor, parmakları arasındaki okları sıkıyordu. Buna rağmen güldü aşkın lordu.  - Evet lord Apollon. Gümüş ve altın oklar... Aşkın okları ve nefretin okları.  Çok güzel güldü Apollon. Gülüşünden ışıklar saçılıyordu. Altın sarısı saçlarını savurdu ve altın oklarından birisini çıkardı.  -Bak Eros, ok budur. Seninkiler ok mudur? Yoksa sadece birer talim kılıcı mı? Peki o yay mıdır? Benimkisi gibi olanlar oktur. Bak ışıltılı günün okları. Veba okları... Kikloplar dövdüler.  Sadece gülümsedi aşkın yakışıklı tanrı

Yazardan Seçmeler

 Bu sayfadan ben White Rose'un kitaplarında ve kitap olmamış tek bölümlük hikayelerine ulaşabilirsiniz. İyi okumalar dilerim  Eros'un Laneti   Çiy   Çocuk Alman Tablosu   The Mystyc History   Tarihteki Modern Kadın 1855 Cadısı Historymaker Queens Series Dynasty Prometheus Thanatos ve Eros Mary on cross The Key Of Darkness

Thr Key of Darkness (1)

  THE KEY OF DARKNESS --- Chapter One --- Tears of the Monster The sun was rising over the skyline as a scary monster approached a home. Elenor woke up and smiled. Her maid Nancy came in and spoke cheerfully. “Madam, today is your wedding day. You are a very lucky woman in England.” Elenor looked into her eyes and got out of bed. “I think this day will be amazing.” But destiny had other plans. Darkness, pain, and screams were everywhere. At the Marquee of Solisticashire, Samuel of Solisticashire talked to himself. “I hope she never learns about my dark side. It will not be good for her. But she will hurt. I wish she did not want to marry me. Little shy girl, making a deal with a demon.” The demon was Samuel, and he was a bad guy. He was narcissistic and cruel. He was feeling nervous now, thinking, “Am I a ghost or a monster?” Samuel was like a panther, graceful and dangerous. He looked like he could kill with kindness, but he was a cruel kind of man. Elenor got dressed, p