Ana içeriğe atla

Europe'nin Elması

 Ash Patricia'ya döndü. Gencin gözlerinde deli bir ifade vardı. Patricia'nin omzundan tutup kendisine dönmesini sağladı. Heyecanlıydı. Nefes alışları hızlıydı. Yanakları kızarmıştı birazdan diyeceği şeylerden dolayı. Siyah saçlarını sağ eliyle düzeltti. Patricia genci süzdü. Kahverengi gözlerine baktı. Üzerine giydiği keten gömleğe baktı. Bir şey itiraf edecek gibi geliyordu. Heyecanla ona bakmayı sürdürdü. Ne zaman ona baksa elinde olmadan kalbi kafesinde bir kuş gibi çırpınıyor onun adını ötüyordu. Ash derin bir nefes aldı ve bakışlarını kısa bir süre onun gözlerinden sokağa çevirdi ve tekrar ona baktı. 


-Leydi Patricia...


Sesi heyecandan çatallanmıştı.


- Bir prensesin bir evsizin sevgisini göreceğini düşünmüyorum. Ancak Patricia ben seni seviyorum. Gerçekten seviyorum. Geceleri korktuğunda yorgana sarılıp yanıma gelmeni ve sabaha kadar balkonda oturmamizi seviyorum. Kardeşlerin için endişelendiginde burnunu kiristirmani, mavi gözlerini kirpmani seviyorum. Seni seviyorum Patricia. Belki beni asla görmeyeceksin ama seni seviyorum. 


Patricia gülümsedi. Kalbindeki kuş delirmişti sanki. Kalbi göğsünü kirarcasina atıyordu. Gözleri doldu. Hayatında asla sevdiği birisinin onu seveceğine, onunla bir olacağına inanmamıştı. Alec ile evleneceği çok uzun zaman önce belirlenmişti. Alec ondan 8 yaş büyüktü. Babaları 12. Luis ilk kızı doğunca Henry Westerburg'un oğlu Alec ile evlenmesine karar verilmişti. Patricia bunu bilerek büyümüştü. O Alec Westerburg ile evlenecekti. Alec bir kral olacaktı onun sayesinde ve babası da güçlü bir ittifak elde etmiş olacaktı. Bir-kac mücevher, güçlü bir ittifak ve fazlaca toprak... kendisini senelerce bir mal olarak görülmüştü. Her seyi, asla kendi halkı olarak görmeyeceği birkaç kişi için kendi hayatını yok etmesi isteğiydi. Şuanda ise karşısındaki adamı seviyordu. O adam ise gelmiş onu sevdiğini diyordu. Burnu havada, kimsenin istemediği hatta kendi nişanlısının dahi onu hor gördüğü prensesi seviyordu. Gözünden bir damla incinim düşmesine izin verdi. Ellerinden tuttu. Ash şaşırmıştı. Elini kurtarıp onun akan gozyasini elmacık kemiğinde yakaladı. 


-Neden ağlıyorsun? 


- Ben, ben, buna inanmamıştım asla. Şuanda... Ayaklarım yerden kesilmiş gibi. Ben Ne diyeceğimi bilmiyorum. 


Ash belinden tutup kendine çekti ve sarıldı. Saçlarından öptü. 


-Aglama Patricia. Ağlamaya değmez. Artık ben varım. Her şey gerçek. 


- Ama ben kendime engel olamıyorum. Bu öyle büyük ve ulaşılmaz bir hayaldi ki. Senin yanında kendim olabiliyorum. Hayal dediğim şeylere ulaşabiliyorum. 


-aramızda sır olmasın tamam mi? 


Patricia'nin yüzü bulandı. Bakışlarını onun yakasına kaydırdı. Sır olmasin... Kırmızı atkılı jones bir sır değil miydi? Daha fazla saklamak istemedi. Ash bir şey olduğunu anlamıştı. Çenesinden tutup onun gözlerine baktı. 


-Aramızda sır olmayacak değil mi Patricia? 


-Aslında olmasını istemezdim. Ancak... Bunu demeli miyim bilmiyorum. 


-Neden Patricia? Aramızda olan şey ne? 


-Gecmisim Ash. Seni de ilgilendiren bir gecmisim. 


-Beni ilgilendiren nasıl bir geçmişin olabilir ki? 


-ah tatlı Ash demek istemiyorum. 


- Ama bu sana ağır geliyor.


- Seni bulmuşken bu kadar erken kaybedemem.


-Beni asla kaybetmeyeceksin.


-Soz ver. 


Ondan öğrendiği yemini etti ash.


-Kutsal abla Eurudike adına yemin ederim patricia,beni kaybetmeyeceksin. 


Ash bu hikayeyi hatırlıyordu. Geldikleri ülkede ki Slywa kralligiydi orası, önceden sarp kayaların arasında kalmış ulaşılması neredeyse imkansız olan bir toprakmiş. Ulaşılmaz topraklar, canavarlar evi olarak anlatilirmis. Efsanelere göre iki asik buraya sürülmüş. Aşıklardan birisi prenses Eurudike'ymis. Kral'ın kahini krala eğer Eurudike evlenirse, hele ki onun bir komutanı ile, kralı tahtından edecek kadar büyük bir güce sahip olacak ve bir zaman sonra onun soyu daha güçlü olacağını söylemiş . Kral korkmuş. Bir zaman sonra kızı Eurudike' nin en güçlü komutanlarindan birisine aşık olduğunu öğrenmiş. Engellemeye çalıştıysa da engel olamamış. Korkusu büyümüş. Ve kızı ile aşığını canavar topraklarına sürmüş. Slywa'lilar kendilerinin bu anadan doğduğuna inanmışlar. Kehanetin doğruluğuna inanmışlar. Kehanete kutsallik atfetmişler. Bir süre sonra, bu da 16. Patrick ve Germeniali Helen zamanına denk düşüyormuş, bu kehanet doğrulanmış. O zamandan sonra Slywa düşmemek üzere yükselişe geçmiş. Kehanetin doğrulandığını düşünene halk daha da ulu görmeye başlamış Eurudike'yi. Bu yüzden o isim ile yapılan yeminler geri dönülmez şekilde muhurlenirmis. 


Ash en önemli yemini etmişti. Geri dönmeye niyeti yoktu. Patricia titrek bir nefes aldı. 


-Kırmızı atkılı Jones...


-Ne olmuş ona?


-Ash onu tanıyorum. Bize yardım edecek olan kiz, yani europe de onu tanıyor. Merak etme seni demeyecegiz. Europe gidip soylecevek birisi degil. Sadece. 


Burada iç çekti patricia. 


-Sana zarar gelsin istemiyorum. 5 sene önceydi. Buraya geldiğim ilk zamanlardı. Sokaklarda dolaşırken oradaki adamlarla birbirimize girdik. Adamlar Jones'un adamlarıymış. Beni alıp götürdüler. Ilk guclerimin olduğunu fark ettiklerinde şaşırdıklarını hatirliyorum. Sonrasında ise Jones bana sakinleştirici yapılmasını istedi. Bayılamana yetecek kadar sakinleştirici veriyorlardı. Ben gözlerimi tekrar açtığımda ise bedenimin yeni bir yerinde yeni bir iz, yara peyda olmuş oluyordu. En sonunda beni sallandirmaya karar verdiler. 


Ash'in elinden tutup boynuna, izin hemen üzerine koydu. 


-Bak, beni kurtaran Europe idi. Sonradan onunla olan bağımı kestim. Beni neden serbest bıraktı bilmiyorum. Hâlâ burada olduğumu bilmiyor, duymuyor. Sana zarar gelmesini istemiyorum ama. Bunun için çalışacağım söz veriyorum. Bu ne kadar ağır bilemezsin. Senin senelerce kaçtığını bilmeme rağmen susmak...


Ash sustu. Elinin altındaki izde dolandırdı elini. Gözleri Patricia'nin gözlerinde buluştu. Içinde parçalanan cam kendi gözlerine sıçramış, ışıl ışıl parlıyordu. Korktu Patricia o camlardan. Ash ise gözlerinde parlayan korlara ve camlara karşın dönük bir şekilde durmaya devam etti. Ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Patricia'yi seviyordu. Her hatasını görmezden gelip affedecek kadar çok. Peki ya Jones'u tanımasını 6 ay saklamış olması affedilir bir şey miydi? Sonrasında kendisinin uzun bir süre onun için yabancı olduğunu fark etti. Bir yabancıyı neden düşünecekti ki. Aklına ablasının o yorgun yüzü geldi. Victor uzun zaman geçmesine rağmen çökmüştü. Aralarının kötü olmamasına rağmen etkilemişti demek ki. Victor gibi bir adamı bile etkileyebiliyordu gerçekten sevdiği kişiyi ve hayalin kurduğu hayatı kaybetmek. Patricia'nin korkularının titrettigi mavi gözlerine baktı. Sonra ise hayatın darılamayacak kadar kısa olduğunu hatırladı. Uzun zaman insan tek kalınca filozof olacak kadar düşünüyordu. Ash kimseye dargın kalmamayi kafasına koymuştu. Hele ki Patricia'ya karşı. Sağ elini kızın boynundan çekti ve sarıldı. Burnunu kızın sarı bukleleri arasına gömdü. Gözlerini kapadı. Bazı anlar açık gözlerin göremeyeceği kadar hayal dunyasinin kapıları arasından süzülmüş ve geçmiştir. O anlarda çevrenizi elinizle, gözünüzle hissedemez göremez ve kulaginizla duyamazsınız. Sadece gözlerinizi kapatmanız ve yaninizdakine sarilmaniz gerekir. Ash heyecandan ölmek üzereyken daha ne kadar sarilabilirdi bilmiyordu. Ancak Patricia'ya sarılmak bir yandan ona iyi geliyor asla ayrılmak istemiyordu. 


Kız bir anda kendisine sarılan çocuğa karşı afalladı. O hata yaptığında genelde ceza alırdı. Nefret alırdı. Ama asla birisi gelip sarilmazdı. Sonrasında Ash'in bir hata değil gerçekten isteyerek sarıldığını fark edince rahatladı ve o da ona sarıldı. Başı gencin göğsüne geliyordu. Ne kadar öyle kaldılar bilmiyordu Patricia sadece asla kopmak istemiyordu. Kendisini bencil hissetti. Sonra ise bu düşünceyi kafasindan kovaladı. Biraz durmayi hayal ederken iceri Kinsey girdi. Onlari oyle gorunce bir gülüş fırlattı ve hafifçe oksurdu.


-Abla ben, daha doğrusu biz çıkıyoruz. Ancak nasıl bulacağız? 


Ash ateşe dokunuyormuscasina uzaklaştı ve kızararak bakışlarını ikisinden de çekti. Patricia gülümsedi. 


-Biraz daha bekle. Yarın çıkın. Europe gelecek. Size yardim edip bulmanız için. Bir de Daniela ve Joseph nerede? Ayrıca acil bir toplantı yapmamiz gerek.


- Bir sorun mu var? Abla...


-Hayır. Sadece birkaç plan değişikliği. 


Odadan çıktım. Uzun süredir ablama abla dememistim. Ona nedense güvenmeye başlamıştım. Beni asla arkada bırakmayacağını hissediyordum. Ablamın bana yardımcı birisini bulması hoşuma gitmiş ve ablamın beni önemsediğini düşünmüştüm. Ancak buna hala pek ihtimal vermiyordu bir tarafım. Ablam bana hep bir yılan olarak gelmişti. Sosyetenin kuklası olmuş, hiçbir özelliği olmayan, porselenden bir kukla. Her şeyi yapabilecek, her şeye giyebilecek bir yılan... Ancak, bir yani da bunların Nana yüzünden olduğunu savunuyordu. Kendisine demişti. Kafasından kovdu ve görevine odaklanmaya karar verdi. Salona geçip rahat koltuklardan birisine oturdum. Yeni gelmiş olan, Sophia getirmişti, çocuğa baktı. Kivircik siyah sacları vardı. Çocuğa baktıkça çocuk yerin dibine giriyordu sanki. Gözlerimi ondan çektim. Daha çok onu rahatsız etmek istemedim. Kapıya kaydirdim bakışlarımı. Içeri Joseph ve Daniela girdi. Sonra da Kenneth. En son Patricia ve Ash girdi içeri. Patricia telefonu ile uğraşıyor birisi ile konuşuyordu. Ardından kapattı. Sonra da bakışlarını bize çevirdi. 


-Sorunumuz var. Plânda değişiklikler yapıldı. 


Sophia tek kaşını kaldırdı ve gözlerini Patricia'ya dikti. 


-Senin bu şekilde kararlar alacağını biliyordum... Tek yaptığın bu.Daha doğru düzgün bir planın bile yok. 


Sophia'ya baktım. Biraz haklıydı ancak hicbir planimizda Engelbertha ve infazcilar yoktu. Patricia ise hiçbir tepki vermeden konuştu. 


-Hayır. Büyük bir değişiklik değil. Sadece...


Kapı çalındı. Gidip çelik kapıyı açtım. Karşımda uzun boylu ve bıçkın bir delikanlı ile güzel bir kız vardı. Sonra merdivenlerden geniş omuzlu bir delikanlı daha cıktı. Kız bana gülümsedi. 


- Sen Patricia'nin sürekli bahsettiği kardeşi Kinsey olmalısın. Gelebilir miyiz? 


Göz devirdim ve girmesine izin verdim. Aslında gururum okşanmıştı. Ablam kolay kolay birilerinden özellikle de bizden bahseden birisi değildi. Benden bahsetmesi ve kızın onu hatırlaması hoşuma gitmiş, mutlu etmişti. Kız içeri sürüldü. Diğerleri de girdi. Ablama baktım. Mutlulukla kıza baktı. 


-Europe, ben de sizi bekliyordum. Sizi tanıştırayım Europe Mcdogual. Kendisi bulabileceğiniz en iyi hackerlardan birisidir. 


Sophia burnunu kırıştırdı. Bu kızdan hiç hoşlanmamıştı. Ancak ben sevmiştim. Kızı inceledim. Çok güzel yeşil gözleri vardı. Bembeyaz bir ten... Arkalarından cılız bir çocuk çıkageldi. Keskin gözlerle bakıp mırıldandı. Bu çocukta yanlış bir şeyler vardı. Bunu hissetmek hiç zor değildi. Hislerime güvenmeyi uzun zaman ormanda tek avlanırken öğrenmiştim. 


- Pekala Europe bizi neden buraya getirdi? Saçma ve ihanet içeren bir durum değildir umarım. Çünkü sizi hatırlıyorum bayan. Siz bir düzine adamımızı katletmiştiniz. 


Daniela ablama döndü ve tek kaşını kaldirdi. Sorgulamamaya karar vermis olmali ki başını iki tana salladı.


- Bir bildiği vardır. 


Daniela genelde Patricia ile ters düşerdi. Burada kaldığımız sure boyunca birbirimize daha çok mu düşüyorduk yoksa bir raslantı mıydı anlamamıştım. Ancak çocuk, Kenneth'ı görünce geriledi ve saygıyla selam verdi. 

Kenneth'da bilmediği şeylerin olduğunun farkındaydım. O cevher gibi sırrı çekip çıkaramıyordum. 


Ablam oturmalarını işaret edip ayaklandı. At kuyruğu yaptığı sarı sacları omuzlarına dökülüyordu. Her zamanki gibi dimdikti. 


-Plandaki değişiklik belli. Kinsey ile Kenneth olası portala gidecekler. Yerini hesapladiklarini düşünüyorlar.


Evet haklıydı. Tanistugimizdan beri bu portalı takip etmeye çalışıyorlardı. En sonunda olası yerlerde ortaya çıktığını tahmin etmeye başlamıştık. Bu seferki portal Londra' da olduğunu tahmin ediyorduk. 


-Daniela ve Joseph, siz de gideceksiniz. Tehlikeli çünkü Engelbertha ve Penelope de peşinizden gelecektir. Veya bir diğer ihtimal zaten askerlerini almak için portalin orada duracaklar. Joseph, oraya hâlâ yanımızda olduğuna dair bilgilendirme yapmadığını düşünüyorum. 


Anlamın gözlerinde her şeyi biliyorum bakışlarının geçtiğini düşündüm. Bu bakışları genelde beni izlerden yakalardım. 


-Size dokunmayacaklar. Bu yüzden siz de Daniela'nın dükalığından asker getirecek ve dersanedeki taşı bulacaksınız. Doğruluk taşını... Bu arada biz de önce düzene oturtacagiz. Siz gelince de askerlerin bir kısmını hala Engelbertha'ları oyalayan Kinsey ve Kenneth'ın yanına yollayıp gerisini kendi yanımıza alacağız. Şimdilik bu kadarını bilmeniz yeterli. 


Sophia' dan takdir eder bir ses çıkardı. Planı sevmişti. Anlamıştı. Gözleri alev alev yanıyor ve coşkuyla parlıyordu. 


Kenneth ile birbirimize baktık. O da onaylamıştı. O zaman beni endişelendiren bir yer yoktu. Ancak aklımı kemiren düşüncelerimi kendisine hapseden, hayır bu herhangi bir endişe değildi, bir yer vardı. Ablam bunu anlamıştı ki gülümseyerek konuştu.


-Europe sizi yönlendirecek ve bilgilendirecek. Bu arada diğerleri, Jason ve Benedic, bize sonrası için lazım. 


-Dua edin, diye başladı Jason, Kenneth efendiler buradalar yoksa asla kabul etmezdim. 


Europe göz devirdi. Patricia derin bir nefes çekti içine. Boynundan bir kolye çıkardı. Hatırlıyordum bunu. Ben yapmıştım şans getirsin diye. Onca sene boyunca boynundaydi demek. 


Küçük kız önündeki mavi boncuklara dudak büzerek küçük bir bakış attı. Koyu kahve, bakanın siyah sancağı türden, saçlarını örgüler ve boncuklarla örmüş beyazdan çalan kabarık elbisesininden uzattığı ayaklarını sallıyordu. Mavi boncukları ipe dizerken bir şarkı mırıldanıyor yanlış dizdiği boncuklara kaşlarını çatarak bakıyor ardından da bozup tekrar diziyordu. Tam ortasına iki parmak kadar koyu mavi bir boncuk ilistirmisti. Boncuğun ucuna gümüş sarkınçlar vardı. Sonunda elindeki kolyeyi bitirdi. Kocaman ve gururla gülümsedi. Uzunca sayılabilecek bir kolyeydi. Patricia için yapmıştı. Onun ablasi ile sorunu yoktu yoktu ki. Ablası ona korkunç bakışlar atıyor olsa o ablasini seviyordu. Altın saçlarını seviyordu. Soylu bir prenses olarak eğilmeden yurusuyunu izlemeyi, bir kuğu gibi ilerlemesini seviyordu. Başına taktiği tacı ve boşuna gitmeyen bir şey olduğunda kıvrılan, büzülen dudakları ile emirler yagdirmasini duvarlar arkasında izlemeyi seviyordu. Ablasını seviyordu. Ağabeyini de. Ve de diğer ablalarını da. Ancak onlar onu görmüyorlardı. Doğruldu oturduğu kadife koltuktan ve yamuk adımlarla bahçeye çıktı. Onun dadısı yoktu. Diğerlerinin aksine... Annesi ona özel olarak bakıyordu ancak her zaman yanında olamıyordu. Kinsey annesini seviyordu. Madelline Nooren onu kucaklar Alphonsine'm, Neried'im diye severdi. Saçlarını fırçası ile tararken kutsal abla Eurudike'ye dualar okur, bazen de burada yaşayan canavarları ve buraya o canavarlar için gelen büyük kahramanları anlatırdı. Bazen Helen Parisa'dan bahsederdi. Büyüyünce derdi sen de onun gibi olacaksin. Onun kadar büyük bir kahraman, savaşcı ve bir gokbilimcisi... Onun da senin gibi güçleri yoktu Kinsey. Bu seni asla yıldırmasın. Belki bazıları seni düşürmeye çalışacak ancak bizim halkımız hoşgörülüdür. Azınlık asla seni üzmesin. 


Sonrasında kiz ilermeye devam etti. Bahçeye çıktı. Ablasını arıyordu. Sonunda onu Nana ile bahçede, göl kenarında oturmuş kitap okurken buldu. Ablası pek mutlu değil gibiydi. Yanina yaklaştı. Yumuşacık elbisesinin ucundan çekiştirdi. Ablasının mavi gözleri ona çevirdi. 

-Efendim Kinsey?.. 

Berrak sesi ile konuştu Kinsey.

-Sana yaptım. Annem bana mavinin uğur getirdiğini kem gözlerden koruduğunu anlatırdı. Ben de sana yaptım. 

Patricia tek kaşını kaldırdı. Sonra da kolyeyi almaya yeltendi. Ancak Nana'nin uzun parmakları kavradığı gibi kolyeyi kaptı ve tislarcasina gole attı. Bağırmaya başladı. 


-Yok ol canavar! 


Gözleri doldu Kinsey'in, alt dudağı titredi. Sonra da ağladığımı görmesinler diye koşarak uzaklaştı. 


Nana Patricia'ya baktı. Patricia boş gözlerle gole bakıyordu. Daha 10 yaşlarındaydı belki ancak ne olduğunun farkındaydı. Soğuk bir ifade ile konuştu. 


-Git sonra geleceğim. 


Nana ona kısık gözlerle baktı. Ardından nefes alıp saraya doğru ilerlemeye başladı. Patricia gölün dibinde taşların arasında parlayan mavi kolyeyle baktı. Ve seslendi. 


-Siz oradakilerden biri. Alın şu kolyeyi. Ve sakin ağzınızı açmayın. Özellikle de Nana'ya. Eğer duyarsam, dilinizi keserim. Hepinizin! 


Patricia kolyeyi Daniela'nın boynuna astı.

Omuzlarından tutup doğrudan ona baktı sonra da kutsarcasina işaret ve orta parmağını Daniela'nın alnına dayadı. 


-Kutsal abla Eurudike korusun sizi. Ve kardeşim dikkat et. Asla unutma kim ne derse desin, buna ben de dahilim, sen durdurulamaz denizlerin ruhusun. 


Sonra da elini çekti ve odadan çıktı. Sophia ile gözgöze geldik. Ben anlamamıştım ancak o anlamıştı. Gözlerinde bu parıltılar uçuşurken uçuşurken gözlerini kaçırdı. Ben de koca bir boşluktaki kendi ruhumu görebiliyordum. Korkularım gün yüzüne çıkıp etrafını sarıyor, başımın etrafında dönüyorlardı. Onları kovan Kenneth oldu. Sessizce elimi tutuyordu. Bir şey demedim. Onun da niyeti yok gibiydi. Aylardir yaptığımız gibi tan agarana kadar öyle durduk. 


6 Eylül 2021


sonraki bölüm

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eros'un Laneti

                       Güneşli bir gündü. Olması gayet doğaldı da. Güneş'in tanrısı Apollon vardı zira. Nasıl olmasın? Biraz da aşk kokusu var sanki. O da Afrodit'den olma Eros'tan geliyor olmalı. Işığı ile herkesi ve her yeri aydınlatan lord Apollon, Eros ile konuşuyor hatta onunla dalga geçiyor olabilirdi. Eros'un heykeltraşların yonttuğu yüzü sertleşiyor, yontulan taşlardan bir parça haline geliyordu.  - Sen buna ok mu dersin Eros?  Eros'tan hoşnutsuz sesler çıkıyor, parmakları arasındaki okları sıkıyordu. Buna rağmen güldü aşkın lordu.  - Evet lord Apollon. Gümüş ve altın oklar... Aşkın okları ve nefretin okları.  Çok güzel güldü Apollon. Gülüşünden ışıklar saçılıyordu. Altın sarısı saçlarını savurdu ve altın oklarından birisini çıkardı.  -Bak Eros, ok budur. Seninkiler ok mudur? Yoksa sadece birer talim kılıcı mı? Peki o yay mıdır? Benimkisi gibi olanlar oktur. Bak ışıltılı günün okları. Veba oklar...

Thr Key of Darkness (1)

  THE KEY OF DARKNESS --- Chapter One --- Tears of the Monster The sun was rising over the skyline as a scary monster approached a home. Elenor woke up and smiled. Her maid Nancy came in and spoke cheerfully. “Madam, today is your wedding day. You are a very lucky woman in England.” Elenor looked into her eyes and got out of bed. “I think this day will be amazing.” But destiny had other plans. Darkness, pain, and screams were everywhere. At the Marquee of Solisticashire, Samuel of Solisticashire talked to himself. “I hope she never learns about my dark side. It will not be good for her. But she will hurt. I wish she did not want to marry me. Little shy girl, making a deal with a demon.” The demon was Samuel, and he was a bad guy. He was narcissistic and cruel. He was feeling nervous now, thinking, “Am I a ghost or a monster?” Samuel was like a panther, graceful and dangerous. He looked like he could kill with kindness, but he was a cruel kind of man. Elenor got dresse...

Yazardan Seçmeler

 Bu sayfadan ben White Rose'un kitaplarında ve kitap olmamış tek bölümlük hikayelerine ulaşabilirsiniz. İyi okumalar dilerim  Eros'un Laneti   Çiy   Çocuk Alman Tablosu   The Mystyc History   Tarihteki Modern Kadın 1855 Cadısı Historymaker Queens Series Dynasty Prometheus Thanatos ve Eros Mary on cross The Key Of Darkness