Jason Europe'nin kolundan tutarak apartmanın dışına çıkarmıştı. Kızı inceledi. Kahverengi saçlarına ve yeşil gözlerine baktı. Sinirliydi ancak ona baktıkça sinirinden eser kalmıyordu. Elini yavasca kizin yuzune cikardi ve elmacik kemigini oksadi. Derin, titrek bir nefes aldi.
- Neden o kızı koruyor ve yanında oluyorsun?
Europe gülümsedi. Elini tutup yanagindan cekti. Kollarini çocugun beline dolayip kafasini gogsune yasladı. Mirildandi.
-Bir şeyler yapmak istiyorum Jason.
- Biliyorum. Ancak bunu sorgulamayacağım. Sana güveniyorum. Ölüme gidecek kadar.
Iç çekti genç ve kıza sarıldı. Dışarıda ayaz vardı. Kıllarını ona siper etti ve omuzlarını sıvazladı.
-O hala seni rahatsız ediyor mu?
-Boreas mı?
- Evet o! Tanri aşkına Europe araya girme de hakkını bildireyim ona!
-Yapma ama Jason sen bir hırsızsın. Jones'un yanında durma nedenim kurnazlığın. Caniligin değil.
Kiz kafasını kaldırıp oğlanın yüzünü avuçları arasına aldı ve gülümsedi. Emindi ki Jason kimseye zarar vermemişti. Sadece sorunlu geçen dönemlerden dolayı hırsızlıkta ustalasmis ve sonrasında da Jones'un yanına katılmıştı. Ancak inkar etmeyecekti. Bu çocukta kötü kumaşı vardı. Jason gülümsedi. Gülümseyince kehribar gözleri ışıldadı.
-Bunu düşündüren ne sana Europe?
-Seni tanıyorum Jason.
-Beni tandigini sanıyorsun. Ya ben berbat birisiysem?
-Bazi kızlar hayatlarını berbat edecek kadar kötü erkeklere aşık olurlar. Ama sen bunlardan değilsin Jason. Birlikte atlatacağız.
-Atlatacagiz değil mi?
- Evet Jason. Kaçacağız. Almanya'ya. Orası güzel değil mi? Köln mu Frankfurt mu?
-Köln... Belki evleniriz.
Gülümsedi kiz ve oğlanın gözlerinin içine baktı. Bu anları çok seviyordu. Kurdukları hayalleri.
- Evet köln. Okulunu bitireceğiz birlikte Jason. Ve Almanya'ya gideceğiz. Birlikte bu dönemi atlatacağız.
-Gerçekten bir piçi seviyorsun.
-Yapma ama Jason, ailenin yaptığı hatalar senin omzuna binmemeli. Senelerdir bunu anlatmaya çalışıyorum ve sen senelerdir reddedip babana ceza vermek için aynı şeyleri yapıyorsun. Adam seni umursamıyor ama ben umursuyorum. Korkuyorum Jason! Anla beni! Başına bir şey gelecek en sonunda.
Hâlâ rüyada gibiydi oğlan. Yüzünde aptal bir ifade ile konuştu.
-Köln. Sen. Belki de çocuklarımız.
-Bunun için fazla erken değil mi?
-21 yaşındayız Europe. Bence geç bile kaldık.
Alnından öptü genç.
-Cok toylar.
Victor pencereden konudan aşıkları izliyordu ve konuştuklarını az çok tahmin ediyordu. Zamanında aynı şeyleri o ve Christin de konuşmuştu. Yorgun gözleri her şeyi anlatıyordu. Yaşadıklarını. Kayıpları. Aşkı... Ash hemen yanında duruyordu. Pencereden onunla bir bakıyor ve düşündüğünü anlamaya çalışıyordu. Anlayamıyordu. O Joseph değildi ki akıl okusun...
- Neden toylar?
-Ondan kacabileceklerini sanıyorlar.
-Ama ben kaçtım. Patricia kaçtı.
-Jones izin verdi. Inaniyor musun ki gerçekten istese Patricia kurtulabilirdi? Kurtulamazdı.
Ash izlemeye devam etti. Basını cama yasladı. Patricia ile kendisi de mi aynıydı? O da kurtulabileceğini sanıyordu. O da mi öyleydi? Başı ağrıyordu. Daha aklını toparlayamiyordu. Bakışlarını camdan çekip odada Patricia'yı aradı ancak büyük ihtimalle Sophia ile konuşuyordu.
-Kendini sıkma. Buradan gidince biraz daha kurtulmuş olacaksın. Hem senin sen olduğunu sadece ben biliyorum.
Göz kırptı iri yarı genç. Sarı sacları solgunca gözlerine düştü ve camın yanına, karşısındaki duvara, dayandı.
-Seni söylemem merak etme. Sen bana ablanın emanetisiniz. Onu uzemem. Biraz daha değil. Asla.
-Victor... Sen hayatımda gördüğüm en cesur adamsin. Ablamı asla üzmedin. Onun ölümünden asla sen sorumlu değilsin. Emin ol sana kırgın değildir.
Titrek bir nefes aldı Victor. Elini alnına götürdü. Kırmızı elleri basını ovdu. Derin derin soludu.
- Ona daha düzgün veda etmeliydim.
Sesinden pişmanlık akıyordu. Ash'in ici acıdı. Omzuna dokunup sıvazladı.
-Hey düzgün veda ettin. Kendinden asla şüphe etme. Geriye bakma. O bunu istemezdi.
-Yapamiyorum ama Ash. Ash diyorum sana çünkü christian benim için kaçtığı gün ormanda öldü.
- Evet öldü.
Çocuk kaçıyordu. Ayakları ağrıyordu boğazı kurumuştu ama duramazdı. Ormana gelmişti. Kaybolmuştu. Soğuk rüzgar saçlarını yaliyordu. Kahverengiden siyaha çalan sacları uçuşuyordu. Başı dönmeye başladı ve yere ,çalıların arasına düştü, dizleri kanadı. Ağlamak istiyordu. Gözleri dolmuştu. Kalbi paramparça olacak kadar acıyordu. Etrafına bakındı. Kimse yoktu. Ellerini yumruk yaptı ve çiğlik çığlığa ağlamaya başladı. Gökte dolunay vardı. Işıl ışıldı gök yüzü. Küçük çocuk ağlıyordu. Titriyordu. Yere yattı ve top gibi oldu. O gece sabaha kadar ağlayarak uyudu. Rüyasında ailesini gördü. Onu sarıp sarmaladiklarini. Bir daha asla sahip olamayacağı ailesini. Asla sahip olmadı. Olamayacaktı. Artık onun evi yoktu. Artık o boş sokaklarda kalacaktı. Annesinin kolları olmayacaktı. Ablasının güzel kokusu olmayacaktı. Akşamları korktuğunda sarılan bir ablası olmayacaktı. Korktuğu şeyler artık onun hayatıydı. Ayakta durmak zorundaydı. O çocuk o gece o ormanda ölmüştü. Sabah yakındaki kasabalardan birisine ulaşınca çıplak ayaklarını gören bir kadın kucağına kapmış ve koşarak evine götürmüştü. Küçük çocuk oracığa bayılıp kalmıştı. Sabah gözlerini açınca hastalıklı güneş ışığı içeri dolmuş bir odada uyanmıştı. Kahverengi gözleri ile odayı gezmişti. Kadın içeri elinde bir tepsi ile gitmiş ve oturmasını sağlamıştı. Kahverengi saçlarını okşamış ve konuşmuştu.
-kimsin?
Çocuk düşünmüştü. Asla christian olmayacaktı. Istemiyordu. Silecekti. Oraya, o çürük toprağa, gomulecekti. Gözlerini kırpıştırdı.
-Ash.
Mutlu demekti. Mutlu olacaktı. Sonsuza kadar. Evsiz oluşu buna engel değildi ya. En fazla ne olabilirdi. Kadın gülümsedi.
-Ailen nerede?
Öldü. Diyemedi. Yutkunamadı. Boğazına bir yumru oturmuştu nefes almasını engelliyordu. Gözleri doldu ancak unutacaktı. Bunlar olmamalıydı. Nefes aldı ve gülümsedi.
-Kayboldum hanımefendi. Beni götürebilir misiniz?
Kadın şaşırdı ve gözlerini kırpıştırdı. Sonra da saçlarını sevdi.
- Ah çocuğum benim. Ailen seni arıyordur eminim. Polisler. Polise gitmeliyiz.
Gözleri kocaman oldu çocuğun. Basını iki yana salladı. Korkuyordu. Bulurlardı.
-Hayır hayır hayır!
Kadın üzerine doğru eğildi ve gülümsedi. Elini uzattı.
-Mary Calissto. Eski ogretmenim. Unuttum kendimi demeyi. Sana yardim etmem icin ne oldugunu soylemelisin.
Çocuk tedirgindi. Ne demesi gerekiyordu bilmiyordu. Ancak omuzlarındaki yük çok beter yapmıştı. O da dayanamadı ve kadının kollarına atladı.
-Efendim ailem katledildi. Kırmızı atkılı Jones öldürdü onları. Efendim yemin ederim ailem kötü değildi. Ablamı katlettiler. Ablam beni sakladı ölmeden önce. Ormanda kayboldum efendim. Lütfen beni buradan uzaklaştırın. O adamı tanıyorum. Babamın arkadaşıydı sözde. Asla durmaz. Beni bulana kadar durmayacak. Bırakın gideyim. Sizi de zorlamam. Lütfen.
Ağlıyordu çocuk. Omuzları sarsılıyordu. Mary kim olduğunu biliyordu Jones'un. Dudaklarını bastırdı ve çocuğun saçlarını okşadı. Bu çocuğa yardim edecekti.
-Tamam çocuğum sana yardim edeceğim.
Kadının yanında 1 kış kadar kaldı Ash. Sonrasında kadın California' ya gidince oradan sıvıştı ve kaçtı. Kayboldu. Mary onu çok aradı, kaybolmasına çok ağladı. Ash ve Mary birdaha birbirlerinden haber alamadılar. Ash Mary'nin öldüğünü öğrenemedi. Mary'nin çocuğu yoktu. Onu soğuk gecelerde sarmalayacak kimsesi yoktu. Alzherimar olduğunda da yanında kimse yoktu. Mary kendi adını, soyunu unuttu ancak o gün Calirfornia'da kaçan çocuğu unutmadı. Son sözleri "Affet beni Ash" idi. Kadın hep kendini suçladı. Eğer Ash bunu bilseydi onun yanına gider mıydı? Asla ayrılmazdı ki. Ancak bilemedi. Asla da haberi olmadı.
-O ormanda öldü Ash. Bir daha asla da geri gelmeyecek.
Ash dudaklarını yaladı ve pencerenin kenarından doğrulup Patricia'yı bulmak için etrafa baktı. Patricia'yı odasında buldu. Tahmin ettiği gibi Sophia yanındaydı. Ve Joseph ile Daniela da... Kapıyı hafifçe tıklaması üzerine Patricia'nin mavi gözleri ona donup parıldadı. Eliyle gel işareti yapıp diğerlerine dondu. Ash içeri girip kapıyı kapattı. Patricia'nin yanına oturdu.
-Kinsey' in de olması gerekmiyor mu?
-O ne yapması gerektiğini biliyor.
Sophia saçlarını tam toparlayamamıştı. Dağınıktı. Veya dağılmıştı. Gözlerinin çevresi kizarikti. Sacları bir alev yumağı şeklinde yüzünün kenarına yayılırken Patricia'ya bir bakış attı.
-Agabeyimiz bizden nefret ediyor.
- Ve ailemiz de. Annemiz bizden nefret ediyor Sophia!
Daniela titrek sesiyle haykırmıştı. Joseph onun saçlarını okşuyordu. Sakinleştirmeye çalışıyordu. Ancak gerçek gün gibi ortadaydı. Onlar artık bir nefret kaynağıydı.
-Bunlar umrumuzda olamaz. Bizler amacımıza odaklanacagiz. Sizi kaybetmek istemiyorum.
-Ne o insani duygularını mi hatırladın?
-Kapa çeneni Sophia.
Ellerini yüzüne örtüp derin bir iç çekti sarışın ve yatağa uzandı.
-Bu işten kurtulacagiz. Söz veriyorum.
-Kendine mi bize mi?
- Her ikisi de. Artık bir halkım var. Benim görevim halkımı korumak zorundayım.
Daniela doğrulup elini uzattı. Patricia'nin saçlarını okşadı.
-Özür dilerim abla. Asla senin istediğin gibi bir kardeş oladigim için. Joseph' e yarışır bir eş olamayacağım için. Kraliyetin yüz karası olduğum için.
-Hey Daniela. Üzülmene gerek yok. Sen özelsin. Her şeyinle. Senin üzerine gelmemem gerekirdi. Ancak geldim. Bu da benim kusurum. Artık gitmeniz gerek. Kendinize dikkat edin kardeşim.
Daniela ve Joseph ayaklandı. Sophia ve Patricia da. Hep birlikte dörtlüyü kapıdan geçirdiler ve tanrıya dua ettiler, zarar görmemeleri için. Europe Benedic ile ilerlemiş ve Benedic'in ayarladığı yere gitmişlerdi. Jason da onlarlarlaydi. Şuanda koca evde 4 kişilerdi. Valeria, Ash, Patricia ve Sophia. Duvarlar hiç bu kadar soğuk, bos ve ağır gelmemişti Patricia'nin omuzlarına. Balkonda durup nefes alabiliyordu sadece. Engelbertha'nin nasıl bir hamle yapacağını kestirmeye çalışıyordu.
Jackson taht odasında volta atıyordu. Içeriye bir rüzgar doluyordu. Sarı sacları tacın altına sıkıştırılmış mavi gözleri ateş saçıyordu. Patricia ile çok benziyordu Jackson. Beyaz tüylü kırmızı pelerinini savurup tahta oturdu. Kardeşleri kaçınca sadrazam ve askeri destek ile babasını tahtından indirip tacı takmıştı. Annesi kuzeydeki kalelerden birisinde ,Josephines kalesinde, kalıyordu. Annesi Josephines klaninin kızıydı. Eski kaleleri ise"sürgün" adını kullanmadan surebilecekleri harika bir yerdi. Halası kendisine bağlılığını bildirmiş halde batıda kraliyetini koruyordu ancak sarayına bir bölük asker yollamıştı. Elini çenesine götürüp yeni çıkmaya başlayan sakallarını sıvazladı.
-Ne demek Engelbertha ile Penelope yakalayamadı?
Yakalayamadiklari ve ellerinden kaçırdıkları haberi gelmişti. Jackson sinirden köpürüyordu. Hiddetle ayağa kalkacağı sırada içeri Virginia girdi. Karni burnundaydı. Zavalli diye düşündü Jackson. Sevdiği adam bırakıp kaçmıştı. O da Virginia ile evlenmişti. Çok tatlı bir kızdı Virginia. Sarı buklelerini kafasında toparlamış kabarık eteklerini tutarak geldi ve yanına oturdu. Kafasındaki taç isildiyordu. Annesinin taciydi. Bir zamanlar annesinin olan her mücevher artık Virginia'nindi. Her hizmetçi, asker, para, mevki, mülk ve aklınıza gelen her şey Virginia'nindi. Jackson Virginia'nin elinden öptü. Gülümsedi ve sadrazama baktı.
-Kizina söyle, acilen yakalasın. Onların bedenlerini, mümkünse ölü, görmek istiyorum. Bu hatalarının bedeli ödenecek.
Eşine dondu.
-Virginia. Düşmüş kralı görmek ister misin?
Virginia gülümsedi ve zarifçe ayağa kalktı. Onun koluna girdi. Birlikte mahzenlerin soğuk duvarlarına doğru gittiler. Kapıdaki nöbetçiler bronz kapıyı açtı ve ikisi içeri girince de kapadı. Içerideki saman yığınının üzerinde düşmüş kral vardı. 12. Luis... Gülümsedi genç kral.
-Eskiden, benden bir kral olamayacağını bütün umudunun sevgili kızın Patricia'da olduğunu söylerdin. Bak, şuanda kızın bir hain ve bir kralım.
Düşmüş kral kahkaha attı. Kahkahalarını soğuk duvarlar yırttı.
-Asıl hain sensin Jackson! Beni düşüren sensin. Ihanet budur. Kralını bırak babanım senin. O canı ben bahsettim sana. Kızım... O doğruyu yapıyor. Buna eminim. Hep emin oldum. O benim kızım.
Dişlerini sıktı Jackson. Küçük kardeşi ile oldum olası kıyaslanmıştı ve bundan hiç hoşlanmazdı. Parmağını Luis'e salladı.
-Sen yaşlı adam korkunç ve halkını düşünmeyen bir adamsın. En kısa sürede idamın için hazirlanacagim. Seni vatana ihanetten idam ettireceğim. Göreceksin! Seni yaşlı bunak!
Gayet sakince sordu Luis.
-Annen nerede Jackson?
-Joseohines kalesinde. Sürgünde. Asla elinizi atamayacaksınız.
-Kiz kardeşim buna izin vermez!
-Vermesin de görelim! Bak onu da nasıl öldürüp çocuklarını köle yapıyorum!
-Sen iğrenç bir genç adamsin. Burası asla böyle olmaması için uğraştı. Üyelikle yoğurduk seni. Düşene yardim etmek için. Desene bir tekme de sen at diye değil.
-En azından ıhanet etmiyorum.
Virginia' ya baktı Luis ve gülümsedi.
-Belli ki doğuma az kalmış. Ismini ne düşünüyorsun?
- Ona dedemin adını vereceğim. Patrick!
- sakin babamızın adını vermeye kalkma. Senin o leş soyuna yakışmaz o ad.
-Ağzını topla!
Bu sefer sesi çıkan Virginia idi. Düşmüş kralın suratına okkalı bir tokat atmıştı. Ses bronz mahzende yankılandı. Adam ağzına gelen kanı tukurdu. Bir genç hanımın bu kadar ağır elinin olması sasiralacak bir şeydi. Ancak karşısında Snowie kontesi vardı. Babası deliydi. Gerçek anlamda. Kızına kesinlikle bir şeyler öğretmiş olacaktı. Doğruldu. Kadının göğsü hiddetle inip kalkıyor gözlerinden ateş fışkırıyordu. Kimse onun soyu hakkında leş diyemezdi. Virginia buna izin vermezdi. O artık bir anneydi ve yegane görevi çocuğunu korumaktı. Bunun için dünyayı bile karşısına alırdı.
Jackson derin bir iç çekti ve karısının kolundan tutarak dışarı çıkardı. Bronz kapı tekrar Luis'in yüzüne örtüldü. Luis madalyonunu çıkarıp içini açtı. Karısı Maddelin vardı. Çok sevgili karısı. Herkes Kinsey'den sonra bir metres edinmesini istemişti. Ancak o bunu reddetmişti. O atası Güçlü Patrick'i örnek alıyordu. Oğlunun ismini koymak istediği atası. 16. Patrick... Germenia'lı Helen'in eşi, Slywa'nın en güçlü ge korkusuz kralı Patrick. Patrick'in hikayesi basitti. Helen ile istemeyerek evlendirilmisti. Annesi Isabella sürekli metres sokmasına rağmen hepsini reddetmişti. Patrick her yönü ile onun idoluydu. Peki böyle bir durumda Patrick ne yapardı?
Jason Europe'nin basından onundeki bilgisayarlara bakıyor ne yaptığını anlamaya calisiyordu. Çoktan Engelbertha'nin yerini tespit etmişti. Daha doğrusu yanındaki adamın tespit etmişti. Benedic. Adalwin'in oğluydu. Ash gördüklerini söylemiş Patricia'da doğrulamıştı. Kulağındaki kulaklık ile çoktan Edinburgh'a inmiş olan Kinsey ile konuşuyordu. Onlara yer ve talimat veriyordu. Kinsey Engelbertha'larin tam yerini öğrenmiş ortaya çıktığını düşündükleri yere doğru gidiyordu. Yanında Kenneth ve diğerleri vardı. Gayet iyilerdi. Etraflarında olan şeylere karşı tetiktelerdi.
Orion günlerdir yürüyordu. Sanırsa 3 gün olmuştu. Cebine attığı taş ağırlaşıyordu sanki her geçen an. Nereye gitse istediği şeyi söylemesi de sinirini bozmaya başlamıştı ancak yapacak bir sayı yoktu. Kehaneti kendince yorumlamıştı ve bu tasi bulup Kinsey'in yanına gitmesi lazımdı. O da arıyordu. Yürüye, arabadan arabaya atlaya, hanlarda kala ve gizlice at çalarak Daniela'nin dükalığına varmış orada bir hana yerleşmişti. Duyduklarina göre Jackson kralı indirmişti. Tamam bunu biliyordu ancak çıkıp oraya gitmesine asla izin vermezdi. Eski kral olsaydı seve seve izin verecegini biliyordu. Hana yerleşince biraz omuzlarından yük kalktı ve cebindeki taşı hemen yatağının yanındaki çekmeceye tikistirdi. Biraz daha üzerinde taşımak istemiyordu. Hele ki güçleri yokken. Günlerdir yürümenin verdiği etkisi ile yatağa yattı ve tavanı izledi bir süre.
"Bir şey olmayacak. Derin nefes al. Yapacaksın. O yaşlı kahin hiçbir şey bilmiyor. Poh bir de 16. Patrick'in kahiniymis. Ah şu kehaneti diyen kahin. Acaba bahsettiği savaş Patricia'larin oraya gitmeleri ile olacak olan savaş mıydı? Her ne olursa olsun buna izin veremem. Yardim etmeliyim. Ölemezler. Kesin bir ölüm var. Hayır. Peki 7 katmanlı şehir de neresi? Oraya gidince bulurum. Kinsey'i bulmam lazım önce. Veya Daniela'yi. Daniela'yi bulayım en iyisi. Beni daha iyi karşılayacaktır."
Kendisini böyle telkin ediyordu ancak ise yaramıyordu. Gece boyunca bir o yana bir bu yana dondu durdu ancak uyuyamadı. Karanlık odasından sızan ay ışığını izlemiş ve derin nefesler ile kehanetleri tekrar tekrar gözden geçirmişti.
Gideceksin kaçtığın kanlı elli aşığın önüne dizler üzerinde.
Oradaki katmanlı şehrin yıkılmış surlarında aradığın cevap.
Ölümün çığlığı ile karşılaşacaksın, altının ikizi okçu olanla
Adaşının kaderi senin kaderin, şarapçının laneti,
Cassandra da diyememişti kıyameti,
Sessiz olanın var dalgalardan sorgucu
Dönen aşıktan kaçının
Siyaha dönünce gece ve de Ay ve de Güneş sonsuz soğuk başlayacak tirada ve de ağıta
Gelincik oğlan, kurt kız ve de engerek karşılaşmamalı, kanlardan nehir boğuyor dehayı
Aşık olan görecek sevdiğini ve de ebediyen kavuşacak hayaline
Ve de en sonunda gökteki ay gömülecek yere.
Bu satırları düşündükçe daha da dibe batıyordu. Ya öteki? Yıllar hatta yüzyıllar önce aynı kahin tarafından söylenmiş kehanet yüreğini yakıyor, bunun bağlantısı olduğuna dair hislerini ve iç seslerini bastıramıyordu.
Dünya karanlığa boguldugunda yıldızlardan birileri gelecek
Kimisi ateş kimisi su kimisi yılan olacak
Ipler boyunlarında yaşarken bu kimseler
Dünya düşecek ya da çıkacak
Trajedi her varlığın kaderi
Ve savaş sıçrayacak Slywa' ya...
Savaş sıçrayacak Slywa'ya. Peki ya ipler boyunlarında yaşarken? Bubkizlar infaz ettirelecekti tanrı aşkına diye düşündü Orion. Sonra da ayağa kalktı. Oradan oraya stresli olduğunda yaptığı gibi volta atmaya başladı. Küçükken kıl kökleri yakıldığı için uzamayan sakalsiz yüzünü eliyle örttü sonra da simsiyah omuzlarına düşen saçlarını karıştırıp gecenin ayazina açtı pervazları. Gece gibi siyah sacları karıştı siyaha ve soğuk hava içeri doldu. Pencerenin pervazına oturup cep saatini açtı ve üzerindeki kabartmaları uzun uzun inceledi. Burnunu çekti. Sevgili annesinin hediyesiydi. Annesi ölmüştü. O kucukken gitmişti. Hatırlamıyordu. Gayrimeşru idi o. Annesi de cezasini cekmisti. Ona avcılığı öğreten Caitriona annesi idi. Yani babasının nikahlı eşi. Orion Caitriona'yı annesi gibi görürdü. Caitriona ise onunla gurur duyardı. Eh şimdi buradaydı. Ormanlarda dolaşıyordu. Caitriona'nın avcı üvey oğlu olarak.
15 Eylül 2021
Yorumlar
Yorum Gönder