Helga karşısında duran gence baktı. Onun gözlerine bir kez olsun bakmasını istiyordu ancak asla onun gözleri kendisininkini bulmuyordu. Çadıra baktı. Yere bir uyku tulumu atılmış, bir köşede çantası boynu bukukce atılmış. Tulumun altına bir kilim atılmıştı. Çadır kocamandı. Bu çadırı biliyordu. Çadır Westerburg dukaliginin eski savaş çadırlarındandı. Bundan sadece 1 yüzyıl önceye kadar bu çadırlar kullanılıyordu. Ağabeyi bu çadırlara gözü gibi bakarken nasıl vermeyi kabul ettiğini anlamamıştı. Büyük ihtimal Jackson onu zorlamıştı. Jakson ile ağabeyi arasındaki iletişim hep ilgisini çekmişti.
Jackson en yakın arkadaşı ve sağ kolu Alec'in hamlesini bekliyordu. En sevdiği şeylerden birisi kesinlikle onunla satranç oynamaktı. Alec çok kurnazdı. Zeki denemezdi. Ancak kurnazdı. Sivri diline rağmen çoğu kişi onun kollarına atardı kendisini. Kivircik saçları köşeli yüzünün kenarlarına kadar gelirdi. Gözleri sacları ile aynı kahvedeydi ve hafif bronz teni ve davranışları ile "Şeytana mi bakmıştınız? Ağ karşınızda duruyor hanımefendi!" diyordu. Alec asla kurallara uymazdı. O gecenin kutsalligina tapınırdı. Gün ışığında illegal olan şeyler onun için geceleri var olma nedeniydi. Gecenin teninde bıraktığı karıncalanma hissini seviyordu. Oynadığı oyunlarda kazandığı paranın akışını seviyordu. Kucağına gelen kadınları ve onlar için öldürdüğü sayısız aşıkları seviyordu. Centilmence düelloları seviyordu. 30 yaşındaydı durulması gerekiyordu ancak Alec durulmak bir yana dursun gittikçe daha da artan bir şevkle geceye tapınmaya devam ediyordu. Jakson da ondan farklı değildi. Arkadaşlıklar birbirini etkiler ve bir ayna misali yansıtırlar. Jackson da sarı saçlarının ve mavi gözlerinin cazibesini kullanan ve kral olmaya kesinlikle uygun olmayan birisiydi. Ilgisi çok çabuk kayıyordu. Belli bir yerde asla durmuyordu. En önemli meselesi asla önemli olan şey olmuyordu. O da Alec gibi geceye tapınıyordu. Bu nedenle yatağında ağlayarak uyuyan kaç genç kız vardı kim bilir ve bunlardan birisi evleneceğine inandığı sadrazamın kızı Engelbertha Atkins idi. "Tanrı var" diyordu Jackson arkadaşı Alec'e "O kiz çok güzel. Zeki. Ancak beni gölgeleyecek bir kadın en son tercihim olan şey" ve işte buradaydı. Virginia ile evlenmişti. Aklından asla Virginia geçmiyordu. Ona gore Virginia lekeliydi. Ancak babasını devirip tahtta çıktığında bir kraliçeye ihtiyacı olduğunu düşünmüş ve onu gölgelemeyecek tek kişinin Virginia olduğuna karar vermişti. Hem kiz çok kolay yönetiliyordu. Ancak bu verdiği en kötü kararlardan birisiydi ancak o zamanlar Jackson ne Virginia ile evleneceğini ne de kararının kötü olacağını biliyordu. Taşlardan birisini daha oynayıp kivircik saçlarına her zamanki kırmızı şapkasını takmış Alec'e gülümsedi.
-Sence kiminle evlenmeliyim?
Bunun üzerine Alec burnundan güldü. Gözlerindeki parıltı birkaç saniyeliğine sönüp ciddileşti. Alec berbat bir eş olabilirdi. Kısmen ruhsuz ve haysiyetsiz de olabilirdi ancak asla aptal ve ciddiyetsiz değildi. Zaten bu nedenle Jackson'ın yanındaydı. Alec ülkeyi yönetecek kadar zekiydi. Bunun nereden geçtiğini de görüyordu ve Jackson'in kendisine güvendiğini de biliyordu. Jackson herkese güvenirdi. Alec hem Patricia ile evlenirse hem de Jackson'in sağ kolu olmaya devam ederse ülkeyi o yönetirdi. Aslında bununla ilgili sorunları yoktu. Belli bir yaşından beri ,ki bu Patricia ile kertildikleri zamana yani 8 yaşlarına denk düşüyordu, amacı buydu. Bu nedenle birden ciddilesmisti.
-Evlenmek için gençsin. Sen kral olacaksın Jackson. Evleneceğin kadın buna uygun olmalı. Zeki olmalı. Cesur olmalı. Kraliçe olmak ruhunda olmalı. Burayı sevmeli. Sarayı evi, seni de kocası olarak görebilmeli ve kraliçe olmaya yakışır olmalı.
-Sen bunların hiçbirisine sahip değilsin Alec.
- Evet değilim Jackson ama bizim evliliğimiz benim ne olacağının anlaşılmasından önce karar verilmişti.
Jackson ciddilesip ona doğru eğildi.
-Seni severim. Kardeşlerimin tehdit ettiğini de biliyorum. Bunlara karşı dik durdugun için saygı da duyarım. Ancak Patricia'nin tek damla göz yaşına dünyayı feda edebilirim Alec. Bunu biliyorsun.
-Patricia'ya kötü davranamam.
-Onu bir damızlık olarak da kullanmayacaksın Alec. O senin karın olacak. Buna yakışır davran.
-Peki ya diğerleri. Mesela Joseph ile de bu konuşmayı yapar miydin?
-Elbette.
-Peki ya Kinsey için?
-O artık benim kardeşim değil. Hoş, asla olmadı da.
-Neden ona karşı böylesin sen? Kiz sana ne yaptı.
-O bir tehdit Alec. Nefret topu o!
-Bana Nana'nın sözleri ile gelme. Kendin cevapla.
-Aynisi. Değişmiyor. Oldum olası sevmedim onu.
Işte Alec bunu asla anlamıyordu. O kardeşlerine gereğinden bağlı birisiydi. Evet guclerin olmaması acıydı. Bunu biliyordu. Çünkü kimsenin bilmediği şeyler saklıydı mutfak duvarları arasında. Öylece kasılıp kaldı ve şahına odaklandı. Fabianne'nin ,yani ablasının, güçleri yoktu. Ancak görüp görebileceğiniz en iyi cadıydı. Yaptıgı iksirler herkes tarafından biliniyordu ve onlar da onun gücünün bu olduğunu söylüyorlardı. Topraktan gelen sınırsız güç. Ancak Alec ve Helga gerçeği biliyordu. Ancak asla Jackson'in yaptığı gibi yapmamıştı üstelik ablası kendisini koruyabilirdi. Ona ihtiyacı yoktu. Ancak Kinsey'in vardı. Kinsey'in bir ağabeye ihtiyacı vardı. Bazen onun adına üzülse de bu onun işi değildi ya. Tekrar anlamaz bakışlarını Jackson'a kaldırdı ve atını oynatarak şah çekti. Elini çenesine koyup sırıttı.
-Bazen paslandigina inanıyorum.
-Bana yardım edeceksin!
-Ne için?
-Hep benim yanımda olacaksın. Ne olursa olsun.
-Nasıl yani?
-Beni güçlü yapacaksın Alec. Bunu yapabileceğim bir evlilik yapamam. Daha üstü olamaz ancak bir marki kıçımı kurtarırsa, işte o zaman sana söz veriyorum Alec yenilmez güce ulaşırız. Yanımda ol.
Gülümsedi Alec. Elinin tersi ile taşları yere devirdi. Ona doğru eğildi ve elini uzattı. Muhurlenmesi lâzımdı. Jackson da elini uzattı ve Alec ateşi ile anlaşmayı mühürledi. Eğer o ona söz verdiği gibi gücü ona vermezse bu anlaşma düşerdi.
-Burayı seviyor musun?
-Benimle önemli bir konu hakkında konuşmak yerine boş lakırdı yapacaksan git.
Kırılmıştı. Önemli bir konusu yoktu ki. Ve de bol miktarda gururu vardı. Ayaklandı Helga ve ona dik dik baktı. Bir anda içindeki her şey olmuştu. Hızla solan bir gül vardı içinde. Benjamin'e baktı.
- Ben sadece seninle konuşmak istemiştim. Bu kadar süre yaptığım gibi. Ama artık yeter. Ben daha fazla bir şey yapmayacağım. Istemiyor musun? Senin ayaklarina kapanıp aşkını dilenecek kadar düşmeyecegim. Sen hicbir seyi hak etmeyen bir adamsin.
-Sana yüz vermedim diye mi? Ben oyleysem sen de alçak bir kadınsın. Geldiğin yerde seninle ilgilenen olmamış herhalde.
Güldü Helga. Ilgilenen olmamış mıydı? Etrafı talipleri ile dolup taşıyordu. Ona doğru yaklaşıp elini göğsüne bastırdı.
-Benjamin karşında kim olduğuna dair en ufak bir fikrin yok değil mi? Umarım bunu öğrendiğinde çok acı çekmezsin.
-Senin gibi bir kadın pesimi bıraktığı için asla acı çekmem.
-Gorecegiz Benjamin. Ben kaybedilmemesi gereken bir müttefikim sadece bir kadın değil. Bundan sonra canın Engelbertha ve Penelope'ye emanet ki onlar da seni harcarlar.
Dizlerine kadar çıkan deri botlarını yere vura vura çadırdan çıktı. Dışarısı kararmıştı. Elleri yanında yumruktu. Ailesinden gelen en büyük miraslardan birisi kiniydi. Gururuydu. Ağabeyini anlıyordu. Patricia onu birçok defa reddetmişti. Onda artık aşkın zerresi olamazdı. Otlarla kaplı alanda aşağı yukarı yürüyüp volta atarken esen rüzgarda dalgalanan saçlarını geriye attı. Siyaha çalan kahverengi saçlarının uçları yanmaya başlamıştı. Ağabeyinde ve kendisinde olan bir durumdu. Diğer güçler kadar kolay kendilerini kontrol edemiyorlardı. Daha doğrusu sinirlerini, öfkelerini kontrol edemiyorlardı. Ikisinin de sinirlenince bedenlerinden ateş fışkırıyordu. Saçlarının uçları cayır cayır alev almışken karşıdan gelen Engelbertha dikkatini çekti. Engelbertha'nin belli bir şekli yoktu. Ancak o sarışın ve mavi gözlü tiknaz kız olarak dolaşmayı seviyordu. Ona Atkins ailesinden miras kalmis gibi geliyordu. Engelbertha karşısında durdu. Böyle olunca kısmen uzun olan Helga'nin omzuna zar zor geliyordu. Tek kaşını kaldırıp baktı.
-Ne o? Sinirlisin.
-Bu seni alakadar etmez Atkins.
-Ah siz Westerburg kardeşler yok musunuz? Ah ama merakımdan soruyorum, size neden Chlodwig denmiyor. Sonuçta soyunuz Adalhard Chlodwig'e dayanıyor.
-Ah evet şu mesele. Onun oğlu James Chlodwig annesinin soyunu devam ettirerek Slywa'da durup arka çıkmanın daha mantıklı olduğunu düşünmüş. Sonuçta o sırada tahtta Patrick ve Helen'in çocukları vardı ve Slywa yükseliyordu. Bu nedenle Westerburg. Aslında pek de umrumda değil sonuçta Germenia Markiziyim. Ağabeyim de Markisi.
Omuzlarını silkti kız. Bu konuşma ilgisinin başka bir yere kaymasına neden olduğu için saçlarının uçlarındaki alevler sönmüştü.
-Yarin gelecek olan Joseph'e dikkat etmeliyiz. Penelope içime kurt düşürdü.
-Haklısın.
Dışarı çıkmıştık ve biz buralarda dolaşmak için bir harita edinirken Joseph ve Daniela da adaya geçmek için uçak bileti alıyorlardı. En sonunda hepimiz birer kahve almış şekilde Edinburgh sokaklarında dolasirken kendimi normal bir turist gibi hissediyordum. Kenneth bir an olsun gözlerini benden ayırmıyor, Edinburgh ve Iskoclar hakkinda durmadan konusup duruyordu. Bundan memnundum. Bilgiler almaktan, durmadan onun sesini duymaktan. Gercekten memnundum. Joseph az ötede Daniela ile yürüyordu. Parmağına basit bir telden yüzük yapmıştı. Daniela'ya ise mavi bir su kaplumbağası olan bir yüzük almıştı. Joseph'in bir anda neden evliliğe razı geldiğini bilmiyordum. Ancak bir kez daha onu üzecek olursa bu sefer gözünü kaybetme aşamasının çok daha üstüne geçeceğimize inanıyordum. Onları kısık gözlerle izlerken omzuma bir el dokundu. Elin sahibine baktım.
-Efendim?
-Beni dinliyor musun sen?
-Çok üzgünüm dalmışım, ne diyordun?
-Mary Stuart'in oğlunun Ingiltere tahtına çıkışını anlatıyordum. Ama sanırım aklında başka bir şey var.
- Evet yalan demeyeceğim. Daniela ve Joseph'i düşünüyorum. Daniela'ya gerçekten bir şey yaparsa oraya asla ulaşamayız. Birisi daha mi gitmeli?
- Kesinlikle hayır Kinsey. Asla. Joseph ona zarar vermez. Tut ki bize ihanet etti. Ve onu ağabeyine teslim etmeye kalktı. Daniela altından kalkacaktır.
-Buna pek ihtimal vermiyorum.
-Kinsey alınma ama o senin yanındaydı ancak sen onun ne kadar yanında durdun? Sen güneydeki prensesliginde otururken o acı çekti. O yandı. O aldatildi. O aşağılandı. O Nana'nın yeni kurbanıydı. O kendinden vazgecirildi. Sen acı çekerken o vardı peki sen neredeydin? Peki soruyorum diğerleri sence onun yanında durdu mu? Diyeyim hayır. Patricia once kendi evliligi ile ugrasti sonra buraya geldi arastirma icin. Sophia ile asla yakin olmadilar kaldi ki Sophia duygularini asla belli edecek bir karakter degil. Peki o tek basina tum bunlarin altindan kalkiyorsa neden bu sefer onu hakir görüyorsun?
-Ne demek bu?
-Senden daha güçlü demek Kinsey. Yaşadıkların kolay değil bence ama onunkiler de kolay değil hem de yanında kimsen yokken.
Ona her şeyi anlatmıştım. Eos burnumuzu gıdıklayana kadar balkonda oturur konuşurduk. Biliyordu. Gülmesine rağmen beni otekilestiriyordu. Ellerimi yumruk yaptım.
-Hepsinde ben mi hatalıyım yani?
-Boyle bir şey demiyorum Kinsey! Sadece ona güven. O bunun altından kalkacaktır.
- Benim yaşadıklarım kolay şeylerdi yani?
-Lanet olsun Kinsey, bunu demiyorum! Senin yanında annen vardı. Daniela vardı. Penelope vardı ne kadar şuanda karşımızda olsa da. Yanında duran ve halkım diyebileceğin kişiler vardı. Ama Daniela her acıdan yalnızdı çünkü onun yanında birisinin olduğuna inandı herkes. Bu şekilde düşün. Bunu diyorum.
Sinirden kulaklarım uyguladığı için yarısını duyamamıştım. Elimle her neyse yaptım ve adımlarımı hızlandırdım. Onunla konuşmak istemiyordum. Gözlerim Daniela'dan ayırmadan telefonumu çıkardım. Europe'yi ararken ne diyeceğimi bilmiyordum ancak arıyordum. Açınca cızırtılı ses kulağıma dolunca gülümsedim. Sonra aklıma planı söylemek geldi.
-Joseph Emgelbertha'lara haber vermiş. Bizim burada dolanırken sonra Londra'ya oradan Paris'e ve en son da Istanbul' a geçip bizim için önemli olan kişilerle konusacagimizi söylemiş. Onları oraya gitmelerini önlemek ve askerlerin bir bölümünü pesimize takmak için bu yolu izleyeceğim. Bu arada Daniela ile Joseph krallığa geçiş yapacak.
Arkadan cızırtılı bir ses daha geldi.
-Aferin Kinsey! Joseph güven vermese de kurnaz birisi. Bu yadsınamaz.
Bu ablamdı. Sesini duyunca aklıma bu sabah Daniela ile konuştuklarımız geldi. Yüzüm düştü ve gözlerini birkaç saniye kapayıp tekrar açtım. Kendimi gulumsemeye zorladim.
- Evet kesinlikle. Daniela altından kalkar mi? Bize ihanet ederse yani.
-Kalkmali! Kalkamayacak olsa dahi kalkmalı. Hem insan zora düşmedikçe sınırlarını bilemez. Asla kestiremez. O ortam oluşana kadar asla. Dua edelim de Daniela için bu ortam oluşmasın.
-Umarım. Birazdan uçakları var. Havalimanına doğru gidiyoruz.
Evet dönmüştük. Yolumuz o tarafa doğruydu. Arkamdan yürüyen Kenneth'ın ayak seslerini duyuyordum. Sinirlerimi bozsa da belli etmedim.
-Teletonu kapatmasam sorun olur mu?
-Hayır olmaz hatta açık olması daha uygun olur.
Dedi Europe. Boğuk gelen sesine bakılırsa yemek yiyordu. Daha ışıklar gitmemişti. Yürüduk. Yürüduk. Havalimanından Joseph ile Daniela'yi uğurladık ve geri dönmeye başladık. Telefonu kapatmıştım. Yürürken Kenneth yanıma ilişmeye başlamış ve yanimda yürümeye calisiyordu. Ancak onunla konuşmaya niyetim yoktu. Ondan tarafa bakmamaya çalışarak ilerlemeye devam ettim.
Joseph adaya gelmişti. Onu ilk alan kişi Helga idi. Joseph Helga'yi gördüğüne sevinmişti. Şuanda bulundukları durum çok garibine gitmişti. Helga' nin kardeşler ile arası asla kötü olmamıştı. Penelope ,sözde, Kinsey'in en yakın arkadaşıydı. Baktığı zaman birbirini tanıyan ve sorunu olmayan kişileri bir savaşın esigine getiren duruma şaşırmadan edemedi. Daniela'nın bileğinden tutmuş getiriyordu. Helga tek kaşını kaldırdı.
-Madem yanında diğerleri vardı, neden onları da getirmedin?
Gülümsedi Joseph bu çinisi bekliyordu.
- Benim isim diğerleri ile değil. Jackson veya Alec de umrumda değil. Benim geliş amacım hep aynıydı. Daniela ileydi benim isim. Onu infaz etmekti. Şimdi izin verirsen onu Jackson'a götüreceğim.
-Infaz etmekmiş. Elimizden digerlerini kacirdik sayende!
-Bırakırim bak! Canımı sıkma benim.
Daniela'nın bileğini tutarken parmakları istemeden olsa da sıkıştı. Omuzlarını geriye attip göğsünü kabarttı. Helga ise gücünün aksine buz gibi bakmakla yetindi.
-Birakirsan Engelbertha yakalar. Sana da o infaz şansı düşmez.
Joseph daha da gerildi. Daniela mengene gibi ellerin arasına kısmış bileğinden Joseph'in kendini zor tuttuğunu hatta kısmen tutamadığını anlıyordu. Kobalt ve platin mavisi gözlerini Joseph'e kaldırdı. Yine öfkesini gururlu durusu ile örtmeye calisiyordu. Ilerlediler. Sabahı biraz gecmis olmasına rağmen hala ayaz vardı. Iskoçya'nın sert kışı yaklaşıyordu.sacları gözleri önüne geliyordu Daniela'nın. Helga onları çadırların oraya getirdi. Ve Joseph'e bir tanesini gösterdi.
-Engelbertha seni bekliyor. Acele et.
Joseph içeri adımladı. Ortadaki kilimin üzerinde bağdaş kurmuş oturan Engelbertha'ya baktı. Engelbertha mavi gözlerini ona çıkardı. Gülümsedi.
-Sana güvenmiyorum Hermes.
-Guvenini kazanmaya çalışmıyorum zaten Engelbertha. Yarın mi gideceğiz?
- Evet. Yarın. Neden diğerlerini getirmedin?
-Bu savaş benim değil. Beni ilgilendiren şey sadece Daniela. Gerinizin canı cehenneme.
Daniela arkadan olanları izliyordu. Canınız cehenneme diye bağırırken ister istemez titremişti. Zamanında ona da böyle bağırmıştı. "Canın cehenneme Daniela." Ama şuanda buradaydılar. Oraya gidince evleneceklerdi. Şuan nisanlilardi ve kardeşleri dışında kimse bunu bilmiyordu. Bakışlarını Engelbertha'ya dikti. Ancak bakışları karşısında kaçırdı kendi gözlerini. Çünkü asla onun gözlerine o kadar dikkatli bakamazdınız.
Alec, Orion'un pesinden gitmiş ve gizlice mahzenlere sızmışlardı. Alec mahzenlere yakın bir yerde yangın çıkartması ile tüm askerler oraya yönelmiş ve kale boşaltılmıştı. Ancak mahzenlere diğer yakasındaki gizli gözlerden birisine ittirmis Orion'u. Askerleri dinlemişti. bu arada öteki tarafa gelen askerleri bir ses durdurmuştu. Jackson. Jackson kendi babasını gözden çıkartacak kadar gözü dönmüş olamaz diye söylenmişti Orion ancak Alec arkadaşını tanıyordu. Jackson'ın kumaşında tam da bu vardı. Bu nedenle o yangını çıkartmıştı Orion'un sen deli misin bakışları altında. Ancak Jackson'in talimatı üzerine mahzenler de boşalınca Orion'u çekerek oradan çıkarmıştı. Adımlarını hızlandırıp kralın demir parmaklıkları önüne geldi ve Orion'un kilidi açmasını başında beklerken etrafı kolaçan etmeye başladı. Bu esnada bir oksuruk sesi geldi. O tarafa bakınca kralın ona histerik bir şekilde gülerek baktığını gördü. Sonra kral parmaklıklara yaklaştı.
-Sen Alec Westerburg, Jackson'ın köpeği olmaktan vaz mı geçtin?
- Ben kimsenin köpeği değilim.
-Ama ben sana bakınca Jackson gibi küçük bir insanın kopekligini yapan, ayakları altına yatıp ezilmeyi bekleyen birisini görüyorum.
Dişleri gıcırdadı Alec'in. Parmaklıklara yaklaşıp hırladı.
-Gururuma laf etme gafletine asla düşmeyin düşmüş kralım.
Burnundan ses çıkararak güldü kral. Saçı sakalı birbirine girmişti. Mavi gözlerini ona dikti. Fısıldadı.
-Alec, babanı severdim. Namuslu, gururlu bir şövalye idi. Ama sen zerre kadar ona çekmemişsin. Annen de çok zeki bir kadındı. Severdi sadakati. Ne yazık ki kardeşin Helga doğarken öldü. En başta çok üzülmüştüm. Annesiz büyüyeceksin diye. Ancak hayır. Iyiki senin şu halini görmemiş kadın. Sen ne babanın ne de annenin oğlusun. Olamazsın. Hicbir onurlu ve şanlı, isminin mirasını alan birisi değilsin.
Alec kaskatı kesildi. 32 yıl sonra bunu bu şekilde duyduğu için donup kalmıştı. Nefes bile alamıyordu. Kimse ona bu şekilde yüzüne dememişti. Arkasından konuşulanları biliyordu ancak yüzüne söylenmesi. Işte bu onun kaldıramayacağı bir şeydi. Ancak sustu. Haklıydı. Babasını ve annesini, mirasınız lekeliyordu ve bu leke ne Daniela'nın ne de Kinsey'in ailesine sürdüğü söylenen leke gibi değildi. Bu gerçekti. Bu yüzden sustu. Tepki göstermedi ve basını salladı.
-Demek ki kızınızın benimle evlenmemesi isabet olmuş kralım.
- Kesinlikle. eğer evlenseydi seni kendi ellerimle öldürürdüm.
-Benimle nişanlarken böyle düşünmüyordunuz sanırım. O zamanlar kör ve sağır miydiniz?
-Öyle olmayı deniyordum.
-Demek ki siz de benim gibi bir herifsiniz.
Karşılıklı susarlarken ve birbirlerini sessizlikleri ile döverken Orion doğruldu ve kapıyı ardına kadar açık yerelere kadar reverans yaptı.
-Ekselansları.
Luis gülümsedi ve ağır adımlarla çıktı. Ayak sesleri gelmeye başlayınca Luis onları kalenin gizli koridorlarından birisine soktu. Bu kaleler içerideki ailenin bir barkın esnasında kaçması için labirent gibi ve gizli koridorlarla yapılırdı. Hızla karanlık ve pis taş koridorlardan geçip kalenin 1 kilometre uzağındaki ormana çıktılar. Luis onlara baktı.
-Karşı yakaya geçip Josephines'e geçmeliyiz. Annen kendi rızası ile gitti. Josephines'ler asla Jackson'in yanında yer almazlar. En azından beni sevip sayarlar. Orada durup yardim alabilirim. Josephines'ler gitmeliyiz ve kimse bizi fark etmemeli.
-Pekala beni sevmeseniz de araya ben giriyorum. Sizi Germenia Markiligi uçakları ile oraya götüreceğim.
Ormanın içinde yurmeye devam ettiler. Orion önden gidiyordu. Küçükken çıktığı gezileri animsiyordu. Kaçtığı günleri. Kral seslendi.
-Genç adam sen kimlerdensin?
-Sıradan bir halkım efendim.
-Halktan kişiler avlanmaya devam ediyor mu?
Bunlar neden sürekli beni sıkıştırıp üzerine geliyorlar diye düşünürken önündeki dalları çekti Orion.
-Efendim duymak istediğiniz şey bir piç olduğum ise diyebilirim. Annem sıradan bir hizmetciydi ve Calesitilya konunun metresi oldu. Ben de onun gayrı meşru oğluyum. Rahatladınız mi?
Sinirle ondan tarafa donup bağırmıştı. En hassas noktası kesinlikle ailesi ve soyuydu. Gayrı meşru olduğu için itilip kakılmayı kimse sevmez. Hele ki ailesinin yaptığı hatayı bir çocuk yükleniyorsa asla. Luis sadece baktı. Sakalini sıvazladı.
-Caitriona'nin neredeyse 25 yıl önce çıkardığı olayları hatırlıyorum. Sanırım annenin sürülmesine neden olmuştu değil mi?
Histerikce güldü Orion.
- Aldatilmis ve kırılmış bir kadin her seyi yapar. bunun icin onu suçlayamam ancak sizin de buyuk bir zevkle bu karari aldiginiza eminim. Cok bir iyi hatirliyorsunuz.
-Caitriona mi sana bakti? Ona minnet duymalısın.
- Ona lafım yok. Tanrı Caitriona anneyi başımdan eksik etmesin. O simdi istese gok kubbedeki yildizlari calar önune sererim.
-Neden ona bu kadar baglisin Orion? Caitriona hep oglu gibi gordugu bir avcisi oldugundan bahsederdi. O genc sensin degil mi?
-Her şeyi bildiğiniz halde neden beni sıkıştırıyorsunuz ekselansları?
-Dediğin gibi aldatilan bir kadin neden kocasinin picine bu kadar bağlı olsun veya bir oğul annesini süren ve ölümüne neden olan kadına bağlı olsun ki? Insanlar sinirliyken daha az yalan söylerler.
Geçmişe attı bu sözler ister istemez Orion'u.
Çocuk ağlıyor ve annesinin ayaklarına, eteklerine yapışıyordu. Hıçkırıklar kadının kalbini oaramparca ediyordu. Asla çocuğundan yana kötülük yapmamıştı. En degerlisiydi. Yaptığının cezası olacağını biliyordu ancak bu kadar erken beklemiyordu. Tek tesellisi Kontes Caitriona'nın oğluna acımasiydi kadın yaşamasına izin vermişti. Oğlu onu bırakmıyor ağlayarak yeminler ediyordu. "Gitme anne, söz veriyorum uslu olacağım!" Kadin oglunun yuzunu avcuna aldi ve gozyaslarindan optu.
-Asla benim küçük avcım. Sen asla yaramaz olmadın. Bu yüzden degil gitmem. Zorundayım. Bir görev. Lütfen gelme. Bir gün birlikte sevdiğin gibi at binecegiz ve soz sonsuza kadar devam edecek bu.
Orion o zamanlar bunun bir sonraki dünya olduğunu anlamamış ve hep bu anı beklemişti. Ağlaması hafiflemişti. Titredi sesi.
-Söz ver!
-Soz oğlum.
-Kanlı koruda seni bekleyeceğim.
-Asla olmaz! Orası senin için değil. Söz ver bana. Asla gelmeyeceksin.
Susmuştu Orion. Annesi anlamıştı. Gelecekti pesinden. Ancak onu oradan uzak tutmalıydı. Gelen askerler kadının kollarından tuttuğu gibi sürükleyerek uzaklaştırmış bir tanesi de Orion'un kollarindan yakalamisti. Cocuk debeleniyordu. Celimsiz çocuk normale göre baya güçlüydü. Zapt edilemez bir enerjisi vardı. Atlılar annesini gotururken arkalarından kalkan tozun arasındaki figür durdurdu sadece Orion'u. Bir kadın figürü. Simsiyah bir elbise gitmiş ve saçlarını yandan örerek taç yapmıştı. Dimdik duruyordu. Tozlar kalkınca görüntü netleşti. Kadın çok güzeldi. Geçen yıllar acı ve keder ile yüzüne resimler çizmişse de kadın güzeldi. Her şeye rağmen. Doğrudan Orion'a bakıyor onun geleceğine karar vermeye çalışıyordu. Orion gözlerini kaçırmadı. Bir müddet göz göze kaldılar. Şövalye onu dizleri üzerine çöktürünce ve basını egmesi için talimat verince Orion o tarafa hırladı. Şövalye ona satasacagi sırada incecik ses duyuldu. Çatlıyordu ve o zamanlar Orion nedenini bilmiyordu. Şuanda ise biliyordu.
-Birakin. Buraya gel çocuk.
Şövalye çocuğu bıraktı. Orion atağa kalktı ve kadına koştu. Onun eteğine sarıldı. Çok küçüktü. 5 yaşlarında ya var ya yoktum tır tır titriyordu. Kadın çocuğa dokunmadı. Ona karşı sert durmaya calisiyordu. Sonuçta o kocasının günahının bedeliydi. Ancak çocuk incilerle dolu gozlerini kadina kaldirinca kalbi bir anda yumusadi. Asla sert bir kadin olamamisti hele ki cocuklara karsi. Cocugu eteginden ayırdı ve diz çocuk çocuğun omzuna elini koydu.
-Adın ne?
-Orion. Annem avcıdan geldiğini söyledi.
Sinirleri bozulmuştu ancak ses etmedi. Orion onun ölen oğlunun adi olacaktı. Eğer daha anne karnında ölmeseydi. Yutkundu. Oglana daha dikkatli bakti. Kocasina olan benzerlik icini acitti. Sinirlendirdi pratikti çocuğu öldürmek istedi çünkü gözleri önünde kocasının çehresini görüyordu. Sonra bunların hepsini rafa kaldırdı.
-Gücün ne?
-Sanırım yok.
Ellerini iki yana açtı dudak sarkıtarak.
-Arkadaslarim bu yüzden beni taşladılar bir çok defa. Pencerilerimizi kırdılar. Annem bir çok defa kavga etti. Anneleri çocuklarını uyardı ancak onlar beni yazmamayı bırakmadılar.
Kadın kaslarını çattı. En nefret ettiği şey gücü olmayan kişilerin bu muameleye birakilmasiydi.
-Orion, bana bak. Gücünün olmaması hiçbir şey olmadığın veya o taşları hak ettiğin anlamına gelmez. Sama yardim edebilirim. Senin baban gibi olmanı istemiyorum. Sana baktıkça babanı görüyorum ama ben babanı görmek istemiyorum.
-Babam kim?
-Onu hiç görmedin mi?
-Hayır. sadece annem çok güçlü bir kont olduğundan bahsetti. Siz kiz kardeşi mısınız hanımefendi?
-Hayır çocuğum. Ben babanın karısıyım.
Anlamadı çocuk. Annesi babasının karısı değil miydi? Yaşi bu kirlilik için çok küçüktü. Kalbi ise çok temiz. Kadın ise buruk bir gülümseme ile saçlarını okşadı çocuğun.
-Gel bakalım çocuğum. Seni adına yaraşır bir avcı yapalım.
Kadın neden bunu yapıyordu bilmiyordu. Belki de onu ölen oğlu yerine koymuştu bir anda belki de günah çıkarıyordu. Ancak oğlanı himayesine aldı.
Çocuk büyümüştü. Aradan seneler geçmiş ve Caitriona ona çok fazla şey öğretmişti. O ise o günü asla unutmamış kanlı koru onun için bir tutku olmuştu. Kontlugun yanındaki koruyu durmadan gezip duruyor avlanıyordu ki bu onu yenilmez bir avcı yapmıştı. Çünkü kanlı koruda insan kurban eden insanlar ve canavarlar kol gezerdi. Bir gün tekrar kaleye dönünce Caitriona'nın yatağında olduğunu öğrendi. Kosarak yanina gidince icerideki kardeslerine soyle bir bakis atip kadinin yanina ilerledi. Kardesleri arasi iyiydi. Bu bile bir seydi. Cunku hayatinda Caitriona ve kardesleri disinda kimsesi yoktu. Yatagin kenarina otururp Caitriona'nin zarif elini kendi nasırlı elleri arasina aldi. Kadinin yuzu kagit gibiydi. Dogruldu. Öksürdü bir kaç defa kadın. Sonra yastığa dağılmış siyah saçlarına gömüldü gerisin geri kafası. Orion siyah sacları okşadı.
-Neler oluyor?
Bunu sorarken kardeşlerine dönmüştü. Ablası Mary ilişmişti yanına. Siyah sacları beyaz çiçekli elbisesi ile tezatti. Elini omzuna koymuştu.
-Hasta. Bir haber almış. kimseye demiyor. sadece sana diyecekmiş. Haber ne kadar kötü ise birden yatağa düştü. Dün ogleden beri bu halde. Giderek kötüleşiyor.
Orion ablasını inceledi. Siyah sacları darmadigindi. Basını salladı.
-Siz çıkın ben ilgilenirim.
Mary ona güvenirdi. Diğer iki kardeşini de yanına katıp odadan çıktı. Orion hemen Caitriona'ya döndü.
-Anne... Neyin var?
Genelde Caitriona anne veya Kontes derdi. Sadece hasta olduğunda veya uzuldugunde anne derdi. Caitriona gülümsedi.
-Bazen sana bir özür borçlu olduğuna inanıyorum. Anneni elinden aldım. Hayatını. Seni bir zorunluguna savurdum. Kendi intikamım için.
-Hayır anne. Böyle olmadı. Özür borçlu değilsin. Benim hayati mi değiştirdin. Bir amaç verdin. Ağladığımda yanimda oldun. Guldugumde yanimda oldun. Bana bir aile verdin. Para için orada burada dilenen, dolanan bir kadınla kurduğum ve sürekli evimin taslandigi bir hayattan ve aileden çekip çıkardın. Benim omuzlarına binen günahtan beni kurtardın. Arındırdın. Hicbir kadın, anne hiçbir kadın senin yaptığını yapmazdı. Bu yüzden asla özür borçlu değilsin. Bu borca sahip olanlar kont ve annem. Yanı öz annem.
Ellerinden opti Caitriona'nin.
-Başka bir şey olmuş.
- Ben, baban... Başka birisi...
Tekrar öksurdu kadın. Orion anlamıştı. Ellerini bırakmadı.
-Birakman lazım.
-Birakamayacagimi biliyorsun. Bunu kaldıramıyorum. babanla nasıl evlendigimjzi biliyorsun. Çok acı çektim. Kaldıramıyorum. Orion tanrı seni kutsasın.
Orion dizleri üzerine çoktu ve basını eğdi.
-Yemin ederim Caitriona! Yemin ederim bu üzüntülerin bir gün bitecek. Ben bitireceğim. Kurtulacaksın bu mecburiyetten. Acıların eskide kalacak. Aynı bana öğrettiğin gibi. Yeni bir sayfa açacaksın. Siz veriyorum. Şimdi dimdik dur. Eğer sen düşersen Kont kurtulmuş olur. Bu kadar acıya boşuna mi katlandın. Acıları boşuna mi yaşattın. Adını acımasız Caitriona'ya boşuna mi çıkarttın? Dayan anne.
Caitriona gülümsedi. Çocuğun çenesinden tutup kaldırdı. Gülümsedi.
-babam bana bir kale var. Orada yaşarsan güvende olursun. Ölüm bile giremez içeri demişti. Ama bak. Babamın sözü beni ölümün eline bıraktı ve hayatım ellerimden kaydı, yok oldu.
-O kale hala var. Birlikte onaracağız. Sen sadece dayan. Söz bu akşama kurtulmuş olacaksın.
Çıkmıştı odadan. Salona geçmiş ve babasını beklemişti. Kont gelince ise onunla iddiaya girmişti. Kanlı koruya girip avlanıp avlanamayacaklari ile ilgili. Kışkırtmıştı onu. Ve birlikte oraya gitmişlerdi. Orion orayı avcunun için gibi bilirdi. Inanclari bilirdi. Ancak kont bilmiyordu. Kont sırra kadem basmıştı. Bir daha da asla gelmemişti. Aynı annesi gibi. Caitriona ise kendisine yeni bir kale inşa etmişti babasının dediği gibi.
-yalan söylemiyorum ekselansları. bizim aramızdaki bağ çok farklı. Bunu anlayamazsınız. Tahmin de edemezsiniz. Çünkü çocuklarınızı emanet ettiğiniz Nana gibi değildi Caitriona anne. Harika bir kadın o. Kimsenin yarışamayacaktı birisi. Bir tanrıca. Bunu anlayamazsınız. Bunu beklemem hata olur zaten.
-Babana benziyorsun. O da Caitriona'nin tanrıça olduğunu söylerdi.
-Sürekli aldattığı bir tanrıça. O aşağılık birisiydi. Bir tanrıçayı hak etmeyen. Ama ben o tanrıçanın benim annem olmasını hak etmek için her şeyi yapıyorum
Valentina evden çıkmıştı. Olayları az çok anlamıştı ancak nasıl yardim edeceğini bilmiyordu.Bunu Sophia' ya açınca ona yüklü bir miktar para ve Patricia denen kızın surekli gittiği yardim merkezenin anahtarini vermisti. Ona dönüp burayi istedegin gibi donatabilirsin. Kitaplarla, yemekhanelerle ve ne istersen demişti. Ancak o elindeki paraya baktı. Kendini ayak bağı gibi hissediyordu ki Grace ile buluşma yerine geldi. Grace yorgundu her zaman olduğu gibi. Burnu dik, sınırlı birisi rolü yapmak onu yoruyordu. Ailesine bakmak da öyle. Belki de içinde gerçekten bir kötü vardı ancak Valentina'ya asla kötü davranmamıştı.
-Evden kaçmışsın. Sonunda oğlum ya!
-Grace ben birileri ile tanistim. Dunyati degistirmek isteyen. Bir yerleri var. Bu daha onceden karsilasmistik, Patricia diye bir kızla. Daha doğrusu karşılaşmadık ama onun mekanına gitmiştik. Hatırlıyor musun? Yardim icin. Onlarla tanistim. elime yüklü bjr miktar para verdiler ve 4 aydır pek ugrayamadiklarini ve aklıma her ne gelirse bu işlerle benim ilgilenmemi istediler. Ancak ben ne yapacagimi bilmiyorum.
- parayı harcayalım.
-Olmaz.
-Neden sana vermişler. sana yardim etmiş olurlar.
-Asla, kaslarını çattı, olmaz. Bana emanet bunlar. Hadi kalk da oraya gidelim.
22 Ekim 2021
Yorumlar
Yorum Gönder