Ana içeriğe atla

Eros'un Laneti

                 


 


   Güneşli bir gündü. Olması gayet doğaldı da. Güneş'in tanrısı Apollon vardı zira. Nasıl olmasın? Biraz da aşk kokusu var sanki. O da Afrodit'den olma Eros'tan geliyor olmalı. Işığı ile herkesi ve her yeri aydınlatan lord Apollon, Eros ile konuşuyor hatta onunla dalga geçiyor olabilirdi. Eros'un heykeltraşların yonttuğu yüzü sertleşiyor, yontulan taşlardan bir parça haline geliyordu. 

- Sen buna ok mu dersin Eros? 

Eros'tan hoşnutsuz sesler çıkıyor, parmakları arasındaki okları sıkıyordu. Buna rağmen güldü aşkın lordu. 

- Evet lord Apollon. Gümüş ve altın oklar... Aşkın okları ve nefretin okları. 

Çok güzel güldü Apollon. Gülüşünden ışıklar saçılıyordu. Altın sarısı saçlarını savurdu ve altın oklarından birisini çıkardı. 

-Bak Eros, ok budur. Seninkiler ok mudur? Yoksa sadece birer talim kılıcı mı? Peki o yay mıdır? Benimkisi gibi olanlar oktur. Bak ışıltılı günün okları. Veba okları... Kikloplar dövdüler. 


Sadece gülümsedi aşkın yakışıklı tanrısı. Ve sürekli renk değiştiren gözlerini ışıltılı ilahtan çekip ufka çevirdi. 

-Evet lordum. Benimkiler de oktur ve yaydır. 

-Sen kendine okçu mu dersin?

-Evet lordum okçuyum ben. Tıpkı sizin ve kız kardeşinizin olduğu gibi. 

Bir ilah gibi güldü Apollon. Sonra da alaycı bir üslup takındı. 

-Bu beni çok eğlendirdi Eros. Kendini bu kadar yüce görmen... 

                          Ve saf altından, altın koşumlu atların çektiği arabasına atladı. Bir nehir kenarına doğru sürdü atlarını tanrı. Sarı bukleleri arkasında süzülüyor, rüzgarlar arasına girip o bukleler ile oynuyordu. Parıldıyordu ilah ve altındaki dünyayı ısıtıyordu. Işığının geldiği yerler yeşeriyor, çiçekler açıyordu. Neriadlar ışığı altında berrak sularında oturuyor, ışığında yıkanıyorlardı. Lord ise gülerek ve mağrur bir ifade ile atlarını kampçılıyor, yerlerde onun önünde eğilenleri izliyordu. 

                         Eros ise mavi gözleri çakmak çakmak lordu izliyordu. Kurşundan okunu kırarcasına sıkıyor ve üç kadere dualar okuyordu intikamı için.Altındaki Neriad'lardan güzel bir tanesini arıyordu. 

                         Sonra Daphne'ye ilişti. Güzel kahverengi bukleleri suyun içinde yayılıyordu. Yeşil gözleri ormanın en güzel yapraklarının rengindeydi. Üzerindeki beyaz khiton suyun üzerinde dalgalanıyordu. Eros gülümsedi. Daphne'nin aşkını hissediyodu. Gökte ışıl ışıl at süren lordu seviyordu. Apollon'a baktı aşkın lordu. Altın okunu yayına gerdi. Okuna fısıldadı. 

-Kimmiş korkunç okçu Apollon? Söyle bana. Senin gaddar kalbine Altın ok layık sonsuza dek sevgiyi hissetmesi için. 

                          Ve oku bıraktı. Altın ok Apollon'un kalbinin tam ortasına saplandı. Apollon sendeledi. Ellerini kalbine götürdü ve onu gördü. Daphne'yi... Aşk okları var olan bir şeyi yok edemediği gibi olmayan bir şeyi var da edemezler. Sadece pekişitirirler. Apollon Daphne'yi bilnmese dahi seviyordu. Bir sonraki okunu seçti Eros. Kurşundandı bu ok. Oku bıraktı. Bırakınca güldü tanrı. Heykel gibi olan yüzü korkunç bir şeytana döndü. Çünkü şeytanlar en yakışıklı yüzlere sahiptirler ve de aşk sadece şeytan size ulaşamıyorsa yanınıza gelir. 

                          Eros Apollon'un şeytanı olmuştu. Kahinin görüşünü parçalayacak şeyi öğrenecekti Apollon. Aşkı... 

                            Daphne birden korktu tanrıdan. Apollon birkaç dakika önce görseydi farklı olabilirdi. Ancak şuanda Daphne kaçıyordu. Gaea'ya yalvararak. "Lütfen" diyordu, "Kurtar beni!". Apollon peşinden çıplak ayak koşuyordu. "Lütfen," diyordu. "Lütfen Daphne seveyim seni kaçma." 

                             Bir yarın yanına geldiler. Daphne kaçamyacağını anlamıştı. Ellerini göğe uzattı, ağladı. 

- Ulu tanrılar! Uranüs, Gaea! Kurtarın beni bu gaddar tanrıdan. Onun olmak istemiyorum. 

                               Ağladı Daphne. Apollon gülümsedi. Delice bir aşka vurulmuştu. Hiçbir şey duymuyor, görmüyordu. Hatta Daphne'nin korkmuş sesini ve ağlayan sözlerini. Duysa bunu yapmazdı. O tanrılar arasında en şerefli ve ilahi olanıydı. Onur onun adıydı. Ancak görmedi ve duymadı. Daphne'yi Gaea duydu. Toprak ana... Ona ve çocuklarına zulmeden kocasını öldüren toprak ana. Toprak sevecen midir? O değildir. Uyuyordu Gaea ancak duydu. Daphne'yi bir defne ağacına çevirdi. 

                             Kız önce korktu hissettiklerinden. Ayaklarının köklere dönüşüp toprağa batmasından ve bacaklarından karnına uzayan ağaç kabuğundan. Sonra göğe uzanmış kollarının dallanıp yeşermesinden korktu. Yemyeşil gözleri var oluşunun son saniyelerinde huzurla parlasa da nimfa o huzura eremedi. Bir iç çatışma... Birkaç dakika önce aşık olduğu adamdan kaçmak isterken önündeki hayatından olması onu sarstı. Ağlayamadı,gözyaşları reçine oldu. Saçları mis kokulu yapraklar... Ve Daphne tarihin ilk defne ağacına dönüştü. Bir tanrının aşkının kuru kabuğuna kazınmış, bir zamanlar o kuru kabuğun altında kalp atan defne ağacına. 

                         Apollon bu dönüşümü tam da ona kollarını dolayınca fark etti. Aşık olduğu bukleleri artık yeşil yapraklardı. Ancak çok parlaklardı. Dolu dolu olan gözlerine rağmen acısını yuttu. O gün Güneş hiç hareket etmedi. Üzerinde bulunduğu otları yaktı kavurdu. Apollon orada bir mevsim kaldı. Sonrasında güz geldi. Yapaklar Apollon'un kafasına döküldü. İlhamın tanrısı gülümsedi, yapraklara bakıp mırıldandı. 

-Aşkım sonsuz olacak. Yemin ederim. Benim parıldayan arabam üzerine yemin ederim Daphne, sevgilim. 

                         Ve Apollon defne yapraklarından bir taç yaptı. Bu yüzden Apollon'u her zaman o taçla görürüz. Apollon onu kendi kutsal sembolü yaptı. Birkaç kış sonra Nike geldi, zaferin tanrıçası. Altın kanatlı Nike... Kazanana ödül verilmesi gerekiyordu ve bu ödüle layık olacak tek kişi olarak Apollon'u görüyordu. Apollon bu teklife burukça gülümsedi. 

-Sana daha değerli bir şey vereceğim, dedi. 

-Neyi, ded, zaferin meleği. 

Daha değerlisini verdi Apollon. Aşkını verdi. Defne tacı zaferin sembolü oldu. Sorgucu oldu. Nike de bunu gururla taşıdı. 

Yüzlerce yıl sonra birisne daha ilham oldu Apollon. Lorenzo Bernini... Bundan çok etkilendi. Ve de Apollon Daphne heykelini yonttu. 

                   Eros intikamını işte böyle aldı. Apollon aşkın ne kadar tehlikeli olduğunu öğrendi çünkü o süre boyunca kehanet veremedi Güneş Arabası'nı süremedi. 

Eros intıkamını işte böyle aldı. Aşkın kurnaz Mefisto'sundan kimler kaçabilir ki, karanlığını kimler aydınklatabilir ki? 

Eros intikamını yüzlerce sanat eseri ve heykele bedel olarak aldı. 

Belki en tatlı intikamdı. 

Ancak Apollon unutamadı. 

Sevgisini... 

Aşkını... 

Sözlerini...

Ve ona bakan bir çift orman yeşili güzel gözü... 

Derler ki Apollon hala defne ağaçları arasında dolanır aşkının yüzünü aramış. Aşkından mecnun olmuştu Apollon. Kim bilir Daphne çıkıp gelse "Sen Daphne değilsin." diye ağlardı. 

                Aşklar fedakarlık ister. Gözyaşı ister. Her aşkın sonu üzücüdür. Ve de yolu çivilerle dolu. Ondandır masallarda dahi kavuşamayan aşıklar.



*30 Kasım 2019 tarihinde yazılmıştır.* 

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yazardan Seçmeler

 Bu sayfadan ben White Rose'un kitaplarında ve kitap olmamış tek bölümlük hikayelerine ulaşabilirsiniz. İyi okumalar dilerim  Eros'un Laneti   Çiy   Çocuk Alman Tablosu   The Mystyc History   Tarihteki Modern Kadın 1855 Cadısı Historymaker Queens Series Dynasty Prometheus Thanatos ve Eros Mary on cross The Key Of Darkness

Thr Key of Darkness (1)

  THE KEY OF DARKNESS --- Chapter One --- Tears of the Monster The sun was rising over the skyline as a scary monster approached a home. Elenor woke up and smiled. Her maid Nancy came in and spoke cheerfully. “Madam, today is your wedding day. You are a very lucky woman in England.” Elenor looked into her eyes and got out of bed. “I think this day will be amazing.” But destiny had other plans. Darkness, pain, and screams were everywhere. At the Marquee of Solisticashire, Samuel of Solisticashire talked to himself. “I hope she never learns about my dark side. It will not be good for her. But she will hurt. I wish she did not want to marry me. Little shy girl, making a deal with a demon.” The demon was Samuel, and he was a bad guy. He was narcissistic and cruel. He was feeling nervous now, thinking, “Am I a ghost or a monster?” Samuel was like a panther, graceful and dangerous. He looked like he could kill with kindness, but he was a cruel kind of man. Elenor got dressed, p