Közlerin üzerinde çok yürümüştüm. Lakin nasıl bilebilirdim o kahverengi gözlere doğru yürürken daha çok acı çekeceğimi? Ya da nereden bilebilirdim kendi şakalarıma dahi güleceğimi ve ağzıma hiç şarap sürmeden sarhoş olacağımı? Öyle ki hiç içmediğim bir içkinin sarhoşluğuymuş yaşadığım. Ve her gece çöküp karanlık bastığında, biraz olsun beni görsün diye çevresinde pervane olurum. Kırmızı kadifeler, çıngıraklar, ziller, bıçaklar, toplar ve kadehlerce şaraplar... Onun gözleri beni bulsun diye yapmadığım kaldı mı ki? Bir kez olsun beni arasın diye kaçmadığım delik kaldı mı ki? Beni bulsun diye gözler önüne serilmediğim, tut ki çevresinde bir mehtap gibi dönmediğim tek bir gece kaldı mı?
Dağlara çıktım, ovalara, çayırlara yayıldım. Dokuz defa sürülmüş tarlalara
gizlice dadandım — bir köstebek gibi. Ne de olsa senin için de bir köstebektim.
Aşkın için, sevgililerin için, her şey için. Körfeze koştum, sırf denize seni
fısıldamak için. Belki o zaman, suyun yüzeyinde senin sandığını kollarım
arasında alabilirdim. Şarabın kırmızı yansımasından kendimi izledim. Bir senin
yanına kendimi yakıştırdığımda, kahverengi saçlarımı saklayan kırmızı kadife
şapkama ve bir hayvandan daha az değerli olmadığımı gösteren çıngıraklara
çarptı bakışlarım. Aşkın yorgunluğu ve sarhoşluğu çökmüştü gözlerime. İşte o
anlarda, kafamı ne zaman kaldırsam tam karşımda… Kaderin bir oyunu olsa gerek:
Bir şövalyenin kollarındaydın. Mutlu. Bir şövalyenin kollarındaydın. Huzurlu.
Bir şövalyenin kollarındaydın. Biraz soluklanmış.
O anlarda anlardım, asla benim olmayacağını. Ve seni silmek isterdim —
hayatımdan, kaderimden, zihnimden, anılarımdan... en çok da o yürekten. Ama
bilirdim ya sevgili, her yerden silebilsem de, o yürekten kapı dışarı edemezdim
seni. O evi ateşe versem, dönüp gelip o küllere otururdum. Ey güzel kadın, bu
sudan daha güzelsin sen. Tüm şehri saran ve korkulan denizden daha cesur ve
heybetli. İçerisinde yüzen ve kırıtan deniz kızlarından daha cilveli. Her bir
ruhtan yahut periden daha narin ve bir şövalyenin kılıcından daha keskin. O
kollarına girdiğiniz şövalyeler var ya, prensesim — her biriyle dans
ettiğiniz... İşte onlar, sizin yalnızca şaşalı tacınızı görüyorlar.
Kurdelelerinizi, bukleli saçlarınızı yahut korseli belinizi... Bense bilirim ki
o şaşalı tacınızdan çok, başınızı iliştirdiğiniz sül yakışır size.
Buklelerinizin bozulması ve örgülerinizden firar etmesi, paha biçilmez bir
portredir. O korsenizin belinizde bıraktığı horluklar ise sanat eseri — biraz
burukça olanından. Boş salonlarda dans edişinizi izledim. Keşke o anlarda
belinize sarılıp dans etmeye cesaretim olsaydı. Lakin buradayım işte. Sizden
daha güzel olmayan mavi denize, sizi anlatıyorum.
"Csapel."
Sesinizi duyuyorum, güzel prensesim. En kaliteli şarap dahi bu denli güzel olamaz. Biraz kekremsi… ama bağımlılık yapıyor sanki insana. Şuracıkta ölsem… kullarınız bu aciz bedenimi sarar mı?
" Ekselansları?"
İşte şimdi gülüyorsunuz. Lütfen gidin… Yalvarırım. Çok güzelsiniz. Tanrı’nın yarattığı en güzel sanat sizsiniz. Lütfen… Beni sevmeyecekseniz. Lütfen bu aciz, kuru toprak kalbimi yeşertmeyin, Sevilme umuduyla. Burada ne yapıyorsunuz? Sevimli sevimli gülüyorsunuz işte. O gülüşünüz için tüm şövalyeler beni öldürebilir. Salvius... Salvius, beni kesinlikle sizin ayaklarınızın dibine post yapardı.
" Sadece aşkımı körfeze döküyorum. Belki azgın dalgalar onu alıp omuzlarımdan uzaklaştırırlar diye. Belki de çarpıp defalarca kalbime... O yangını söndürürler diye. Alıp gitse."
Yanıma oturuyorsunuz. Sanki arkadaşınızım... yahut aşığınız. Lütfen git. Her zerremi şu denizde boğuyorsun bir bakışınla. Bakışlarında çöküp gidiyorum, dibine.
"Alıp gitse de... Yüreğinden alabilir mi? Yüreğindeki yangını söndürse, küllerinin sıcaklığı tekrar tutuşturmaz mı tutuşmaya hazır bir kalbi? Bir bakış, Bir gülüş, Bir nefes, Hatta bir kelime yetmez mi Buruk küllerinin alevlenmesine?"
Bilmiyorsun. Yapma. Söyleme. Git. Yalvarırım, git.
"Vazgeçmek bazen en onurlu savaştır.
"En onurlu savaşlar, duyguların peşinden gidebilenlerindir."
" Ben bir savaşçı değilim, hanımım. Ben bir şövalye değilim. Salvius hiç değilim. Ben bir soytarıyım, unuttunuz mu?"
Bana bakıyorsun… bakma. Denize yalvarırım, sizi yanımdan alıp götürsün. Ama beni de sizinle birlikte Haydar’ın kasasına gömsün. Masalımız böylesine trajik bir sonla bitsin. Ayrılamayalım… Ama kavuşamayalım da.
"Sen… bir soytarısın. Ama bunu asla unutmadım: En karanlık gecede ışık
olandın. Ben daha bir şövalyenin ışık olduğunu görmedim. Sen bir danışmansın.
Unuttun mu? Sadece her şeye gülecek kadar zekisin. Tıpkı Ariston’un da dediği
gibi."
"Gülünce, çözülemeyecek sorun yahut korkulup sinilecek karanlık yoktur."
"Peki, aşk?"
"Aşk, ölümden de, yaşamdan da, karanlıktan da, aydınlıktan da daha korkunçtur. Ondandır aşk olunca sürekli gülmek belki de — yürekteki fırtınayı yadırgamaya çalışmak. Ama hayır. Gülmek bir tek aşkı korkutamaz."
"Aşkı ne korkutur, soytarı?"
" Dans etmek, hanımım."
Elini uzattım. Hayallerimden parçalar gözlerimin önüne geldi ve gitti. Uzatma o elini, korkuyorum. Tutarsam bırakamam, maazallah. Sense kayıp gidersin. Avcumda uçmaya çalışan bir kuşu tutmaya çalışırken öldürmek istemiyorum. Sana yakışmam. Rüzgârdan tek dileğim: beni sana savurmayı bıraksın. Elini tuttum.
Deniz bizi dövdü. Seni döndürdüm. Gülüşün, dünyamı döndürdü. Denizden tek bir dileğim var: Dalgalar, kollarından beni çekip alsın. Çünkü ben ayrılamam senden. Saçların... Saçların yüzümü sıyırıp geçiyor — sanki her biri jilet, Ve kesiyorlar yüzümü. Kan ağlıyorum zira ölen, aşkım değil; ulaşacağıma dair umutlarım. Zira kendimi, aşığın Salvius ile kıyaslama gafletinde bulundum. Ona olan sevgini gördüm. Asla... beni onu sevdiğin gibi sevmeyeceksiniz. Sizden tek bir dileğim var: Çekin şu saçlarınızı. Beni bağlıyor her bir teli zira size.
Güneş batıyor. Gün ölüyor. Yüzünüzü melekler kıskanır, şeytanlar lanetler —
onlardan güzelsiniz diye. Günden tek bir dileğim var: Işığını o yüzünüze
düşürmesin. Zira her bir baktığım anda, Kalbimi çıra gibi tutuşturuyor. İçten
içe yanıyorum. Görmüyorsunuz.
Bakışlarınızda zamanın durduğunu hissettim.
Hayallerimden parçalar gördü ve hepsi solup gitti. Sanki yüreğimdeki yangında
hepsi yandı. Yanışlarının küllerini izledim, ömürlerce. Biliyordum. Tanrı’dan
tek bir dileğim var, Prenses Iselda: Kaderimde olsanız da…
olmasanız da sizi bana unutturmasın. Yoksa bedenimi dahi bulamazsınız. Sanki
sizi unutsam... Aşkımı denizler alsa... Güneş bir daha doğmasa... Ve saçlarınız
çözülse boynumdan, gözlerimden, yüreğimden, ellerimden ve ayaklarımdan... Bir
anda kaybolacağım. Geride sadece kırmızı kadifeden, hayvandan daha öte
olmadığımı kanıtlayan çıngıraklarıyla kıyafetim kalacak önünüzde. Siz de
düğününüzde olacaksınız… Şövalye Salvius ile.
Yorumlar
Yorum Gönder