Ana içeriğe atla

1855 Cadısı (Hançer,Aieie, Cadı)

 Canter 3: Hançer, Aieie, Cadı  


Ormana girmiş ve Kirke için önemli olduğunu hatırladığım bitkileri arıyordum. Onun hakkında hiçbir şeyi unutmamıştım. En sonunda aradığım karahindiba tarlası önüne gelince derin bir nefes çektim ciğerlerime. Uçsuz bucaksız bir deniz gibi duruyordu. Çöküp en iyi karahindibaları aramaya başladım. Bulduklarımı bohçama tıktım. 


Mayfair'e üç koca bohça ile döndüm. Malikamemdeki nimfalara seslendim. "Bana selanit, ay taşı, kuarst ailesindeki bütün taslari, kaplan gözü, sitrin ve akik bulun! Bir de kazan." Nimfalar yanımdan uzaklaştılar. Malikanenin holünün ortasında kaldım. Kemerime ilistirdiğim hançeri çıkardım. Kirke için kendim çalmıştım. Ben hırsızların tanrısı idim. Bir tapınaktan yüzlerce yıl önce çalmıştım. Bence üzerinde ne varsa gitmişti. Gülümsedim. Kabzası gümüş, keskin ucu ilahi bronzdu. Tokmağı dişi kaplandı. Gülümseyip deri kınıyla bir kemerime geri taktım. 


Nimfalardan birisini önden bohçaları vermek üzere yollamıştım. Ben de atıma atlayıp elimde çiçeğim ime gitmiştim. Bir kuyruk ile karşılaştım. Talip kuyruğu. Bizi konuk salonuna geçirdiler. Odada en az 15 herif ile beklerken içeri Kirke girdi. Üzerinde şu yeşili bir elbise vardı. Omuzlarında inciler vardı. Boynunda zarifçe bir kolye vardı. Kızıla çalan saçlarını bukleler gözükecek şekilde başında toplamıştı. Gözüme her zaman Afeodit'den güzel görünürdü ancak Afrodit kendisi şu halini görse kıskançlıktan çatlardı. Ona tekrar aşık oldum. Kenarda otururken benimle hiç konuşmadı. Bekledim. Bekledim. Herkesin gitmesini. Başbaşa kalınca Kirke bana döndü. "Lordum siz?" Reverans yapıp elinden zarifçe öptüm. "Şarkımiza hüzünlü notalar eklediğim için özür dilerim." Kirke güldü. "Bizim asla şarkımız olmadı lordum. Buna inananlar sadece aptaldır. Ve ben artık aptal değilim." Etrafta bakindim. Kirke çıkmalarını istedi. Kapı arkalarından kapanınca belinden tuttum. "Kirke... Atmacam..." "Yapma Hermes." Alnımı alnına yasladım.  "Ben benden aldığın her şeyi geri istiyorum Hermes." Güldüm. Kulağına yaklaşıp fısıldaştım. "O geceyi mi? Neden? Kirke unuttun mu o geceyi?" Kirke gözlerini yukarı kaldırdı. Kırpıştırdı. "Bana geldiğin geceyi mi? Asla." Daha sıkı sarıldım beline. Bu anı uzatmak istiyordum. Dedem Kronos'a bu yüzden gerçekten de dua ederdim. Dudaklarımı onun kırmızı ve öpmeyi özlediğim dudaklarına dokundurdum. "Ama bahsettiğin anlar bununla başlıyor. Hikayelerimi, anılarımızı... Her şeyi Kirke. Yoksa sen de benim gibi misin? Her şeyinle benim misin? Ben her şeyimle seninim çünkü." Kirke çoktan gözlerini kapatmıştı. Bana ağırlığını vermişti. Gülümsedi. "Aklımla oynuyorsunuz lordum." Dudaklarını bana bastırdı. Öldüğümü hissettim. Bir tanrı ölebilir miydi? Eğer bir cadının ellerindeyse kalbi evet. Kollarını bana doladı. Özlemiştim. Bir bedevinin suyu özlediği gibi özlemiştim. Utanarak uzaklaştı. Kirpikleri ile golgeleyerek baktı bana. Kehribarlarında kayboldum. 


"Sana hediyem var. Diğer centilmenlerin getirdiği gibi güzel bir kolye, bir bileklik veya bir çift küpe değil. Kendim de yapmadım." Hançeri çıkarıp uzattım. Kirke hançere baktı. Bana baktı. Güldü. Kahkahalar attı. Sıkıca sarıldı bana. "Atheme mi için mi bu?!" Başımı salladım. "Çaldın değil mi?" Buna da başımı salladım. "Tapınaktan." Bunun üzerine kolumdan itti beni. Sendeliyor gibi yapıp koltuğa attım kendimi. Göz göze geldik. Hâlâ daha kahkaha atan göz bebekleri ile... Yanıma oturdu hançeri eteğinin içine sakladı. Bakışlarını kaçırıp konuştu. "Yolladığın bitkileri aldım." Kolumu koltuğun sırtına dayadım. "Doğruları bulmuş muyum?" Sırıttı. "Eğer seni tanımasam bana hala aşıksın sanacağım. Şaşırdım. Unutmamana. Bazılarını ben dahi unutmuşum. Defterimden kontrol ettim." "Belki de sana hala aşığımdır Kirke." Başını iki yana salladı. "Ben unuturken nasıl unutmadın. Kaldı ki tepeden tırnağa titanım" "Beni Mynosine teyzem kutsadı herhalde. Malum hatırların titanı." Dik dik bakması üzerine ellerimi iki yana açtım. "Olimposluyum desem?" Başını yana yatırdı."Ama güzelim sana aşığım diyince de inanmıyorsun ki?" "Inanilacak birisi değilsin." Iç çektim. "Benden ayrılan sendin Kirke. Adandan kovdun beni!" 


Anı her bir noktamı istila etti. 


Bir genç adam gördüm. Toy daha. Olimpos'taki sarayının terasından batan günü izliyor. Kıvırcık kuzguni saçları meltemde uçuşuyor. Arkasından bir kadın yaklaştı. Pembe bir elbise giymiş. Bir khiton. Omuzları açıkta. Saçları Kirke'nin saçlarına benzer ama asla aynı değil. Afrodit idi bu. Eski eşim. Karışındaki kişinin beğenisine göre gözükürdü. Ama ben asla Kirke'den güzel bulmamıştım. Kirke ile tanıştığımda onunla evliydim. Çok önce evlenmiştim. Omü görene kadar Afrodit'ten güzelini tanımamıştım. Karıma döndüm. "Ne oldu Afrodit?" Kolları önünde geldi. "Her gece nereye gidiyorsun. Ilgini çekemiyor muyum? Günleri, Olimpos konseyinde, çardaklarda, tapınaklarda, geceleri katmıyorum bile Hermes. Yüz yıl oldu! Asla yüz yıl yüzüme bakmamazlik yapmadın sen! Senin oradan buradan çıkan piclerine alışığım! Oradan buradan çıkan metreslerine de! Bazı geceler genelevlerde sabahlamana da! Ama yüz yıl benden ayrı kaldın!" Onu terasın kolonlarına dayanarak dinledim. Anı uzaktan izleyici, gölge gibi izliyordum. "Ares yokluğumu aratmamıştır." "Ares'i sevmiyorum Hermes." Kollarını bana doladı. "Seni özledim." Guldum. "Sen beni özlemedin Afrodit, sadece ilgimi özledin. Ne o, Ares savaş sahalarına geri mi döndü?" Afrodit asla beni sevmemisti. Bunu Kirke benden ayrıldıktan sonra gittiğim bir görevde birkaç sene ortadan kaybolmam üzerine beni arayıp sormayıp sözde acısını Ares dindirmişti. Konseye girince onu Ares'in kolları arasında bulmuştum. Bir şey hissetmemiştim. Ben çoktan Kirke'de çakılı  kalmıştım. Ancak bu anıda Afrodit öfkeyle burnundan soludu. Aşkın tanrıçası bal gibi de aşkın kokusunu alırdı ve sevmese dahi o da bir kadındı. Hırçınlaştı. "O cadı sana her gece büyü yapıyor değil mi? Üzerinde el dokuması basit, ipek dahi olmayan bir khiton ve örgülü saçlar ile dikkatini çekmiş olamaz!" Kollarımı birleştirip onu süzdüm. "Kirke'de sende olmayan bir ışık var. Asla ulaşamayacağın bir yükseklik, bir aristokrat havası var. Güzelliği senin gibi gücünden kaynaklı değil. Ayrıca ona aşık olmam için büyüye ihtiyacım yok. Bunu en iyi sen bilirsin." Uzaklaştım. Arkamdan seslendi. "Onu bana tercih ettiğin güne pişman olacaksın!" "Git gide sevgili üvey annem Hera'ya benziyorsun Afrodit. Bizim evliligimizde kıskançlığa yer yoktu." Ona döndüm. "Çünkü biz ikimiz de asla aşık olmayız. Özellikle de birbirimize. Bunu biliyordun. Bile bile evlendin." 


Görüntü değişti. Uçsuz bucaksız bembeyaz kumların olduğu sahilde duruyordum. Aieie. Kirke'nin adası. Helios'un kendini Zeus'un ayakları dibine atıp kanıtladığı yer. Kirke hızla bana doğru yaklaştı. Öfkeli duruyordu. Yakama yapıştı. "Al götür onları buradan!" Anlamaz bir bakış attım. "Ne?" "Nimfaları! Al götür! Yoksa hepsini öldüreceğim!" "Bir şeyde iyilerdir. Nimfa  bunlar Kirke. Sen de Titansin. Sana anlattıklarımı dinlesen?" Anlattıklarım güzel şeyler değildi. Çoğu tanrıların nimfaları yakalaması üzerine gelişen olaylardı. Kendi yaptıklarıma değinmemem iyi mi olmuştu hala daha bilmiyorum. Ancak bu fıkır Kirke'nin hiç hoşuna gitmedi. Itekledi beni. "Defol!" "Ne demek defol?" Beni denize doğru itti. O kadar hayvanla uğraşmaktan bir boğa kadar güçlüydü. Denize devrildik. Birkaç defa yuvarlandık. Sırsıklam oldum. Saçlarım alnıma yapıştı. Kirke'nin dudakları morarmaya başlamıştı. Ama gözlerinde saf bir şeyler vardı. Hırs... En sonunda üzerime geçti. Elleri omuzlarımda yumruk olmuştu. " Defol! Birbirimizden nefret ediyoruz. Benden sıkıldığını gözlerinden okuyorum. Sen ezberlediğin bir şeyi sevmezsin Hermes!" Yanılıyordu. Onu seviyordum. Belki de ezberleyememiştim daha. Ancak anlanatamdım. O gün yaka paça kovdu beni. 


"Sana güvenemezdim! Sen yılansın!" "Sanki sen meleksin hayatım!" Göz devirdi Kirke ve ayağa kalktı. "Gitmeniz lazım lordum. Yardımlarınız için teşekkürler." Bu sefer de malikanesinden kovdu beni. 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eros'un Laneti

                       Güneşli bir gündü. Olması gayet doğaldı da. Güneş'in tanrısı Apollon vardı zira. Nasıl olmasın? Biraz da aşk kokusu var sanki. O da Afrodit'den olma Eros'tan geliyor olmalı. Işığı ile herkesi ve her yeri aydınlatan lord Apollon, Eros ile konuşuyor hatta onunla dalga geçiyor olabilirdi. Eros'un heykeltraşların yonttuğu yüzü sertleşiyor, yontulan taşlardan bir parça haline geliyordu.  - Sen buna ok mu dersin Eros?  Eros'tan hoşnutsuz sesler çıkıyor, parmakları arasındaki okları sıkıyordu. Buna rağmen güldü aşkın lordu.  - Evet lord Apollon. Gümüş ve altın oklar... Aşkın okları ve nefretin okları.  Çok güzel güldü Apollon. Gülüşünden ışıklar saçılıyordu. Altın sarısı saçlarını savurdu ve altın oklarından birisini çıkardı.  -Bak Eros, ok budur. Seninkiler ok mudur? Yoksa sadece birer talim kılıcı mı? Peki o yay mıdır? Benimkisi gibi olanlar oktur. Bak ışıltılı günün okları. Veba okları... Kikloplar dövdüler.  Sadece gülümsedi aşkın yakışıklı tanrı

Yazardan Seçmeler

 Bu sayfadan ben White Rose'un kitaplarında ve kitap olmamış tek bölümlük hikayelerine ulaşabilirsiniz. İyi okumalar dilerim  Eros'un Laneti   Çiy   Çocuk Alman Tablosu   The Mystyc History   Tarihteki Modern Kadın 1855 Cadısı Historymaker Queens Series Dynasty Prometheus Thanatos ve Eros Mary on cross The Key Of Darkness

Thr Key of Darkness (1)

  THE KEY OF DARKNESS --- Chapter One --- Tears of the Monster The sun was rising over the skyline as a scary monster approached a home. Elenor woke up and smiled. Her maid Nancy came in and spoke cheerfully. “Madam, today is your wedding day. You are a very lucky woman in England.” Elenor looked into her eyes and got out of bed. “I think this day will be amazing.” But destiny had other plans. Darkness, pain, and screams were everywhere. At the Marquee of Solisticashire, Samuel of Solisticashire talked to himself. “I hope she never learns about my dark side. It will not be good for her. But she will hurt. I wish she did not want to marry me. Little shy girl, making a deal with a demon.” The demon was Samuel, and he was a bad guy. He was narcissistic and cruel. He was feeling nervous now, thinking, “Am I a ghost or a monster?” Samuel was like a panther, graceful and dangerous. He looked like he could kill with kindness, but he was a cruel kind of man. Elenor got dressed, p