Daniela ve Joseph kilisenin odalarından birisinde duruyordu. Önlerindeki haritaya bakıyorlardı. Ülkenin yeşile ve kahverengiye boyanmış fiziki haritası Daniela'yı tedirgin ediyor ve nasıl gözükmeden portaldan geçebileceklerini düşünüyordu. İçeri yaşlı rahip girdi. Sakin tavırları olan, saçlarına kar düşmüş bir adamcağızdı. Onlara sokuldu. Gözleri kocaman olmuş şekilde geri adımladı.
-Ekselansları. Lord Joseph, ne demek şimdi bu?
Joseph donuk gözlerini ona dikti. Derin bir nefes aldı.
-Bizi görmedin.
Yaşlı rahibin lord Franz'a söylemek için hazırlandığını görünce Joseph acımadan yaşlı adamın kafasına kılıcının kazasını geçirmişti. Çığlık attı Daniela.
-Joseph ne yaptın? Öldü mü?
Joseph kafasından kan akan adama baktı. Eğer sadece kabzası gelmiş olsaydı sorun olmayabilirdi. Adamsa kafasını yere iç gıcıklayıcı şekilde vurmuştu. Şanssızlık işte. Başını iki yana salladı.
-Sanırım yaşıyor.
-Tanrıya şükürler olsun.
Joseph rahibin ellerini bağlamıştı. Daniela korkan gözlerle sandalyeye bağlı adama baktı.
-Katil olduk Joseph.
-Kendi adına konuş, ben zaten bir katildim.
Daniela korkuyla bir adım geri çekildi. Joseph ise göz devirdi.
-Daniela korkma da nerede şu portala nasıl gireceğiz bulalım.
-Alec yerini biliyordur.
-Bilse dahi geçemeyebiliriz. Burada kalma ihtimalimiz var. Ya diri ya ölü.
Daniela yüzünü buruşturup masanın üzerinde duran haritayı incelemeye devam ediyordu ki içeri hancı girdi. Adam baya telaşlı gibiydi. Yüzü boncuk boncuk terlemişti.
-Leydim... Lord Alec, bir adamla birlikte özel uçağı ile Josephines klanına uçmuş. Adamın çok korkunç göründüğünü söyleyenler var.
Joseph elini çenesine koydu. Alec neden bir adamı Josephines klanına götürsündü ki? Tabi adam önemli birisi ve özellikle Josephines klanını ilgilendiren birisi değilse. Oğlan bakışlarını kaldırdı. Hancıya sokuldu.
-Bugünlerde hiç başkentten haber geldi mi?
-Evet efendim. Birisi zindanların orada yangın çıkarmış. söylenene göre düşmüş kral 12. luis bu yangınla bir sırra kadem basmış.
Joseph o yangını kimin çıkardığını tahmin edebiliyordu ama neden çıkardığını bilmiyordu. Daniela'ya baktı.
-Teşekkürler çıkabilirsin. İhtiyacımız olunca bildiririz.
Hancı çıkınca sokuldu kıza. Daniela çocuğun sarı saçlarının gölgelediği gümüş gözlerine gözlerine baktı. Bir şey düşündüğü belliydi.
-Sence neler oluyor?
-Neden bilmiyorum ama bence Alec Kralı kaçırdı. Kaçırmak için Orion'u kullandı ve Josephines klanına gittiler.
Daniela düşündü. Alec ağabeyine neden ihanet etmiş olabilirdi ki? Odadaki sandalyelerden birisine de o çöktü. Demin birisini öldürmüşlerdi. Alec babasını kaçırmıştı ve geri dönme ihtimalleri düşüktü. Joseph de yanına, yere , çöktü. Yüzüğü ile oynadı bir süre.
-Leydim, bana sorarsan eğer Josephines klanına gidelim.
-Nasıl başaracağız Joseph? Aranıyorum ben farkındasın değil mi?
Joseph düşünmeye başladı. Zeki bir gençti. Olabilecek hamleleri tahmin edebilirdi. Bir satranç ustası gibi hareket ederdi genelde zaten.
Engelbertha'nın burası ile tek bağlantısı Alec'ti. onu bulurlarsa haber alınımını engellerlerdi büyük ihtimal. Dudağına parmağını vurdu.
-Fabianne bu savaşta tarafsız olacağını duyurdu. Alec Josephines klanindaysa şayet, Westerburg dükalığında Fabienne duruyor olmalı. Engelbertha buraya bilgi ucurdugunda Fabianne'ye gitmiş olacak. O da sessiz kalacaktır. Biz de böylece geçebiliriz. Franz'ın bizi oraya yollaması gerek ama.
-Tehdit edelim?
-Olabilir ama oraya gitmeden ötmüş olur Jackson'a.
-Zorla yanımızda götürsek?
Joseph basını salladi.
- Bu daha mantıklı.
Ikisi birlikte tekrar kaleye girdiler. Daniela'nin kendi kalesinde kacak bir şekilde dolanması kalbini parçalıyor olsa da susmaya devam etti. Franz'in olduğu kütüphaneye çıktılar. Ağır ahşap kapıyı açtı Joseph. Franz başını kitaplardan kaldırdı. Kitapları seven bir gençti. Daniela Sophia'nin az da olsa hayranlık duyduğunu düşünüyordu. Sophia bilgiye değer verirdi. Onun için bilgi güçtü. Bilgi hazine idi. Kitaplar ise sevgili... Daniela kapıyı arkalarından kapattı. Franz tek kaşını kaldırdı.
-Neden bir rahip ve rahibe benim kütüphanemde?
-Senin mi? Senin mi?
Daniela kafasındaki siyah örtüyü sıyırdı. Açık kahve saçları topuzdu. Sıyrılan ortu yüzünü gölgeleyemiyordu artık. Franz'ın yüzünden önce şaşırma sonra da öfke geçti. Ayağa kalktı. Ellerini masaya koydu.Yanındaki rahip olarak bildiği herifi süzdü. onlar geldiklerinde asla üzerinde durmamıştı. bakmamıştı bile. küfür etti. Rahibin Vikont Joseph Zeit olduğunu görmemek için ileri derece bir miyoptan muzdarip olunması gerekiyordu. Ama Joseph öldürmek için gitmişti öteki tarafa. O zaman vatana ihanet ettiği anlamına gelirdi. Daniela'ya yani haine yardım ve yataklık yapıyordu.
-Sen... Küçük kaçak... Sen hangi hakla buraya gelirsin? Burası artık senin dükalığın değil. Jackson'a sizi teslim edeceğim. Yazıklar olsun sana Joseph. Ama ben demiştim, Alec de demişti. Dinlemedi. Vatan hain...
Sözünü tamamlayamadı Franz. Joseph sinirlenmişti. O vatan haini falan değildi. Bunu yapan kralı tahtından indiren,kraliçeyi süren Jackson ve saz arkadaşlarıydı. Bu öfke ile Franz'ın suratına bir tane indirdi. Franz sendeledi. Kararan gözlerle baktı oğlana.
-Yaptığına pişman olacaksın Joseph. Nasıl idamı için gittiğin bir kızı korursun?
-O benim karım. Başkasını mı korumam gerekiyordu?
Şaşırdı Franz. Öyle ki yediği yumruktan daha fazla sersemletmişti bu sözler onu. Gözleri ikisi arasında mekik dokudu bir süre. İç çekti. Sandalyeleri gösterdi.
-Oturun. Neler oluyor merak ettim.
Yanımda uyuyan adamı izliyordum. Kenneth'ın uzun siyah kirpikleri gözlerinin altını gölgelemişti. Bir süredir tıraş olmadığından dolayı sakalları yer yer çıkmaya başlamış, köşeli çenesini çevrelemişti. hemen yanımdaydı. Dediklerini düşünmeden edemiyordum. 'Aşkın tozdansa ve uçup gidecekse söyle de sevmeyeyim seni' Yüzünü okşadım. Uzun parmaklarım kirpiklerinin gölgeleri üzerinde gezindi. Titrek bir iç çektim. Ben hiç kimseden etkilenmemiştim. Kenneth hayalimdeki erkekti. Bence her kadının hayalindeki erkekti. Nazik, zeki, yakışıklı, kültürlü, anlayışlı... Ve çoğu kadının tav olacağı gibi,zengin. Benim için para önemli değildi. Ben bir prensestim. En iyi zümrüt taçları takmışlığım, en iyi ipek kumaştan elbiseyi giymişliğim vardı. Demeye çalıştığım Kenneth beyaz atlı prensti. Bu beni kuleden kurtarılmayı bekleyen prenses yapardı. Maalesef ben o prenses değildim. Uzun zaman önce o prenses olmaktan kurtulmuştum. Ben kocası Fransa seferindeyken isyancı İskoçlara karşı hamile bir şekilde zırhı ile savaşan ve kocasına isyancı şefin kanlı gömleğini yollayan Catherine of Aragon'dum. Ah Kenneth'ın ise 8. Henry Tudor olmasını zerre istemiyordum. Bir Anne Boleyn kaldırabilecek durumda değildim. Onu izlerken onun aslaHhenry olmayacağını fark ettim. O bir Anne Boleyn bulmayacak kadar sözlerine sadıktı ve şükürler olsun benim de ülkesinde yeni bir mezhep çıkmış korumacı bir katolik kuzenim* yoktu. Yüzüne düşen saçlarını okşadım. Geriye doğru tararken gözlerini açtı. Yutkundum. Çok güzel gözleri vardı. Bir de ürkütücü. Onun gözlerinde benliğimi gördükçe korkuyordum. Elimi kavrayıp dudaklarına götürdü. Gözlerimi sımsıkı yumdum.
-Aşkın tozdan mı?
-Sanırım değil.
Gözlerimi açmaktan ilk defa korktum.
-Gözlerini aç Kinsey.
Gözlerimi açmaktan ilk defa korktum.
-Kahverengi gözlerine susuzum sevgilim.
Gözlerimi açmaktan ilk defa korktum.
Yatak gıcırdadı. Kenneth'ın sıcak dudaklarını gözlerimin üzerinde hissettim.
-Lütfen sevgilim, gözlerin olmadan karanlıktayım.
Sonunda aralayabildim gözlerimi. Asla kendimi bu anda düşünmemiştim. Kim eli kılıçlı bir kadını severdi ki?
-Ben sevdim.
-Ne?
-Düşündüğün şeyi tahmin ediyorum. Kılıç sallayan birisini kim sever? Ben sevdim. Ben gerçekten sevdim.
O geceyi asla unutmadım. Unutamam da. Geceye tapışımızı unutmadım. Adımızın kazındığı gece kutsaldı benim için. Kutsal kaldı.
Fabianne yere çizdiği pentaclenin içinde uzanıyordu. Pentaclenin 5 köşesinde birden yanan kalın beyaz mumların üzerine alşemi element sembolleri kazınıp kömüre batırılmıştı. Kahverengi saçları yayılmıştı kenarlara. Sıkı sıkıya örttüğü kalın bordo perdelerden dolayı karanlık olan çıplak oda duvarlarında oluşan gölgeleri izliyordu. Doğruldu. Üzerindeki bol, ince, beyaz geceliği omuzlarından biraz kaydı. Saçları biraz daha açılan omuzlarına döküldü. İç çekti.
-Sevgili tanrılarım, yardım edin. Lütfen Alec'in başına bir şey gelmesin.
Fabianne Scylla'nın eski pagan dinlerine inanıyordu ve onları izliyordu. Bu nedenle bir cadıydı tıpkı Josephinesler gibi. Alec'ten haber alamayınca koruyucu tanrı ve tanrıçası ile konuşmak istemişti. Onun minik bebeğinin başına bir şey gelsin istemiyordu. Mumları söndürdü. Kulelere teşekkür etti ve çemberi bozdu. Etrafı toparlarken içeri hizmetçi girdi.
-Efendim size mektup geldi. Lord Alec'e gelmiş aslen. Ancak lordumuz yok. Baksanız iyi olur gibi. Penelope'nin askerlerinden biriydi getiren.
-Alec'ten bahsettiniz mi?
-Hayır hanımım.
-Güzel ver bakayım mektubu.
Hizmetçi kız mektubu ona verip çıktı. Fabianne önce perdeleri sonra da camları açtı. İçeri dolan serin rüzgar elindeki kağıdı yaprak gibi titrerken okumaya başladı.
'Lord Alec. Ben leydi Engelbertha Atkins. Kız kardeşiniz leydi Helga Westerburg ile kaçakların peşindeydik. Ancak Daniela ve Joseph Zeit sizin tarafa geçti. Yakalanıp idamını talep ediyorum.'
Küfür etti Fabianne. Alec'e bunu iletmek istemiyordu. Hiçbir şey yapmayacaktı. Gelmemiş gibi davranacaktı. Pencerenin kenarına oturdu. Kağıdı katlayıp elinde sıkıca tutarken yüzünü yalayan rüzgarı gözlerini kapatmış dinliyordu.
Alec içeri giren kadına baktı. Kraliçe Maddaline'nin karşısında önce reveransını yapmıştı. Kraliçe göz devirdi.
-Bana rol yapma oğlım. Saygı duymadığını biliyorum.
-Yanlış düşünüyorsunuz efendim. Size Jackson'dan daha fazla saygı duyuyorum. Alınmayın ama tahta duyduğum istek ve hukuki açlık saygıdan daha fazla...
-Veya arkadaşına olan sadakatinden, diye tamamladı kraliçe.
-Aynen öyle efendim. Lütfen oturun kendi eviniz gibi.
-Burası zaten benim evim Alec.
Karşılıklı kırmızı kadife koltuklara oturdular. Maddaline simsiyah gözlerini gence sabitledi.
-Görümcemi asla sevmedim zaten. Size yardım ediyor olması acınılası.
-Neden sevmediniz efendim?
-Benden nefret etti. O nana ile Luis'in evlenmesini istiyordu. Çok defa zehirledi beni Katerina.
-O güçlü bir kadın.
-Bunu asla inkar edemem. Demir gibi bir leydidir o. Asla fazla kanı savunamam anlıyorsun ya Alec. O fazla kanlı. Çıkan isyanları hep kanla bastırdı.
-Sizi bu yüzden seviyor halk. Onun zevk için yaptığı şeye engel oluyor ve onunla savaşıyorsunuz. Bu bir kahramanlık ve güç savaşı.
-Bu iyi bir şey mi?
-Ben bir şovalyeyim efendim. Benim için harika bir rol modelsiniz. Kızlarınızın dördü de sizden bir parça taşıyor. Harika kraliçeler olurlar.
-Bırakın da öte tarafta olsunlar o zamanlar.
-Bana göre hava hoş. Onların davasına saygım var ancak Jackson çok rahatsız oluyor. Yanlış kişi eğitti onu ekselansları bence siz de bunu biliyorsunuz.
İç çekti kraliçe. Kuzguni siyah saçları iri bukleler halinde anca omuzlarına geliyordu. Simsiyah fırfırlı, kadife elbisesi ile korkulası bir karanlıkta oturuyordu. Kadını süzmeye devam etti Alec. Yaşına göre çok güzeldi. Daha genç duruyordu. Hala daha yüzünde bir tane dahi kırışıklık yoktu. Kral ile birbirlerine olan uyumlarına bir daha hayran kaldı.
- Kralımız zamanında birisinin kafasını tacı ile yarmamış mıydı?
-Evet. Bir isyancının kafasına tacını geçirmişti.
Luis hızlı adımlarla zindanlara doğru gidiyordu. Kadife pelerini arkasından uçuşurken sola döndü. Sinirleri gergindi. İsyanlardan nefret ediyordu. Kafasındaki tacın ağırlığını kimse bilemezdi. Herkes o tacı istiyordu. Bu son seferinde karısı Maddeline'nin dediği gibi sakin kalmayacaktı. Zaten isyancılarla uğraşıyordu. İdam ettirmesi gereken isyancı sayısının artacak olması ile de çok ilgilenmiyordu. Parmaklıkların önünde durdu. Eliyle açmalarını işaret etti. İçeri girerken kafasındaki altın tacı kavradı. Tacı salladı ağzı yüzü kaymış isyancıya.
-Bunun için mi her şey? Bu mu yani?
Tacı başından indirdi. Tüm gücüyle adamın kafasına altın tacı indirdi. Adamın kafasında yeni bir yara peyda olurken zindandan çıktı.
O günden sonra kralın tabu olayını duymayan kalmadı. Düşmanları artmıştı ama Luis'in pek de umurunda değil gibiydi. Maddeline biraz olsun bu umursamazlığını takdir ediyordu çünkü kendisinin gözlerine çok fazla düşünmesinden uyku girmiyordu. Alec'i izledi bir süre. Bu genci asla istememişti. Çocukken de sevmezdi. Korkunç bir kader de öngörmüştü kız kardeşi. O bir kahindi. Hayır Alec, Nooren hanedanlığının sonu olacaktı. Bu nedenle güvenmiyordu ve ölesiye nefret ediyordu. Lanet olsun diye düşündü. Neden hiçbir çocuğunu doğru düzgün koruyamamıştı ki?
Franz işaret ve orta parmağını dudaklarına dayamış düşünüyordu. Sonra da gülümsedi.Sonuçta karşısındakilerle bir geçmişi vardı. Evlilikleri adına seviniyordu. Başıyla onayladı.
-Siz iyi kimselersiniz. Hayırlı oldum. Mutlu olmanıza. Elbette diğerlerinin de. Sizi temin ederim ne Engelbertha ne Aelga ne de alec mutlu sizle savaşmaktan. Hatta bir yerde Penelope bile eskiyi özlüyor olabilir. Ne yaparsınız, savaş bu. Dostlukları yok eden yegane şey. Savaşta hiçbir dostluk yeşermez. Aşk olmaz. Neden biliyor musunuz? Çünkü savaş esnasında beyin yaşamaya odaklanır. Aşık olduğunu, dost olduğunu sanırsın. Sadece bir aldanmadır. Bir muhtaçlık. normalliğe ve yaşama dair. Bu savaşta bence taraf yok. Herkes kendi tarafında tıpkı her zaman olduğu gibi. Ama diğerlerinin aksine daha belirgin. Bu savaşın tek bir amacı var farklı olarak. Çalınan hayatları geri almak. Hepinizi tanıyorum. Elime kılıç alıp savaşamam. Beni tanıyorsun Joseph, ben elimi kana bulamadan katliamlar yaptım. Sophia gibi olmayarak hem de. Sadece zekam ile. Bu yüzden açıkça diyebilirim bunları. Bu savaşın sonunda bir yıkım var. Çalınan hayatları almaya çalışırken yok olacak hayatlar var. Ve hepimiz çoktan razıyız bu duruma.
Joseph sustu. Daniela sustu. Ne diyebileceklerini bilmiyorlardı. Haklı diye düşündü Daniela. kendisini kanıtlamak ve hakkını almak istiyordu. Tıpkı diğerleri gibi. Daniela ona doğru eğildi.
-Bizimle geliyorsun lordum.
-O kadar konuşmadan sonra gerçekten mi Daniela? Nereye?
Bunu Joseph cevapladı.
-Josephines klanına. Alec'in yanına.
-Reddedersem?
Joseph kılıcını Franz'ın boğazına dayadı.
-Ne yazık ki öyle bir şansın yok eski dostum.
Orion penceresinin önüne oturmuş bozmaya başlayan havayı izliyordu. Ellerindeki sargıları çözüp evin tatlı kızının getirdiği macundan sürdü. Dediğine göre kendisi yapmıştı ve büyülüydü. Rose... Adı gibi gül koktuğunu fark etmişti Orion. Kraliçe Maddeline'nin yeğeniydi ve bir keşiş hayatına benzer bir hayat yaşıyordu. Çok güzel siyah saçları vardı. Boncuklarla süslüydü. Çocukken annesinin taktığı cinsten boncuklarla... Yemyeşil gözleri de annesini hatırlatmıştı. kız ona annesini düşünmesi için gönderilmiş gibiydi. Ve biraz da afyon gibi. uyuşmuştu. Afyon almış gibi uyuşmuştu. Avda çok ağır bir iki defa yaralanınca almıştı afyonu. Kızın ondan daha tesirli olduğunu bile söyleyebilirdi. En sonunda kalktı. Şiltenin üzerine attığı yün ve kadifeden ceketinin cebinden deri kapaklı ve iplerle sıkı sıkıca bağladığı kaba defterini çıkardı. içinde kehanetler yazıyordu. Yıldız okumayı öğretmişti annesi küçükken ona. Caitriona gelmeden hemen önce... Bu gece yıldız olmazdı.Okudukları, kehanetler asla hayra alamet değildi. Son geliyordu. büyük bir son. Ama sonu garip şekilde aydınlık bir son. Bir değişim. Hatta devrim. Evet aradığı kelime buydu deftere bir şeyler karalarken. Devrim. Kocaman harflerle yazdı. 'Bir devrim geliyor. '
*5.Carlos ,Şarlkern, Catherine of Aragon'un yeğenidir ve 8. Henry'yi Anne Boleyn ile olan ilişkisi boyunca sıkıştırmış ve teyzesine düzgün davranması gerektiğini söyleyip Katolik dünyası üzerindeki gücünü kullanarak baskı altına almaya çalışmıştır.
*11.02.2022*
Yorumlar
Yorum Gönder