Chapter 1: Kirke, Aklımdaki Kadın
Zeus, Helios soyunun gerçeğini öğrenince konseyi hızla toplamıştı. Açıkçası babamın neden bu kadar gerildiğini o sıralar pek anlamamıştım. Helios ile hararetle tartışıyorlardı. Bu anları severdim yalan söylemeyeceğim. Babamın şimşeklerinden birisini çekmesi an meselesi iken Helios'un ihanet etmesi de öyleydi. Bir kız hakkında konuşuyorlardı. Kirke... Dediklerine göre bir denizciye aşkından dolayı tanrılık bahsetmişti. Bir nimfayı ise kıskançlığı sebebi ile korkunç bir canavara çevirmişti. O bir cadıydı. Bu gülümseme sebep oldu. Babam son sözünü söyledi. Onun sürgün edilmesini istedi.
Günlerce onun hakkında bilgi aradım. Ama asla var olmamış gibiydi. Bin kuzeninin binini de ziyaret ettim. Hoş ve yapışkan bir karşılama harici herhangi bir şey görmedim. Onu o kadar merak ediyordum ki bu cömert karşılamaları normalde memnuniyetle kabul edeceğim yerde oradan hıncla ayrılıyordum. En sonunda Helios'un sığır bekçisi kızlarının yanına geldim. Gülümsediler en ışıltılı halleriyle. "Bir kez geldi lordum. Ah tanrılarım korkunçtu!" Diğer kardeşi bunun üzerine güldü. "Bize benzediğini söyledi. Aslında sacları alalade bir kahve, gözleri ise çiğ bir sarı idi." Doğruyu söylemem gerekirse Kirke'nin saçları alalade bir kahverengi asla olmadı. Sacları arasında bakır teller vardı. Biraz da sarı. Onu güneşin altında görmeniz gerek. Bütün ışığı yansıtırdı. Annesi Perseis'e bu konuda benzerdi. Onun da sacları içten gelen bir ışıkla aydınlanırdı. Bukleler halinde omuzlarına düşerdi her gece kollarimdayken. Sacları ancak o zaman açık olurdu. Hatta bu örme öyle bir raddeye gelmişti ki kendi rahibeleri ve onu sayan cadılar onu onurlandırmak adına saçlarını örmeye başladılar.
Kız kardeşlerin meşru kardeşleri hakkında biraz daha seviyesiz konuşmasına dayanamamıştım. Nedensizce biraz kıskançlık seziyordum. Tamam bu nedensiz değildi. Her gayri-meşru çocuğun icin de olan şeydi. Benim bir yerde Ares'i kıskanmamla aynı şey ki emin olun Ares kıskanılacak en son kişi.
Kirke'yi aradığım dönemlerde Afrodit ile evliydim. Hephaistos'tan boşanmıştı. Ares ile yatakta basıldıktan hemen sonra. O günü unutamam. Helios'un yaptığı harika bir işti. Hephaistos'a gördüklerini söylemişti. Yanı her gün o demir dovmeye gidince balkondan Ares'in girdiğini ve o geri gelene kadar Afrodit ile yataklarında seviştiğini. Hephaistos bir karınca gibi çalıştı. Altından bir ağ ordu ve ikisini de kıskıvrak yakaladı. Bağırmaya başladı. Afrodit'e çeyizini o dövmüştü. Hepsini geri istedi. Afrodit ise tekrar evlenmek. Benim için Ares sorun değildi. Aslında benimle evlendikten sonra Ares'e pek de baktığı söylenemez. Ben ortadan bir süre kaybolana dek sürdü bana olan ilgisi. Ben ise bu evliliğin daha başlarındayken babamı korkutan kızı arıyordum. Babamı sadece tek bir tanrıça korkutmuştu. Gece örtüsünü çeken, ilk doğanlardan tahtını koruyan ve karanlık tanrı Erebus'un eşi tanrıça Nyx... Bu kız o kadar korkutmasa da korkutmayı başaran ilk kişiydi. Uzun bir süre onu araştırmaya devam ettim. Bu sefer yolum kardeşlerine düştü bir bir. Önce Pasiphe'ye. O onun ne kadar aptal olduğunu söyledi durdu. Ancak Kirke gördüğüm en zeki kadınlardan birisi idi şüphesiz. Sonrasında Aeites'e. O da Kirke'nin kolay yonetilebildigini ve zayıf olduğunu söyledi. Ama ben Kirke kadar bana karşı koyabilen ve çelikten iradeye sahip birisini daha görmedim. En son acemdeki Perses'e gittim. O da Kirke'nin ahlakla kafayı bozduğunu söyledi. Ama zaten ahlaksız olan bizdik.
Bir süre daha dolandım durdum. Aieie aklıma gelmedi. Öyle bir yerin varlığını dahi unutmuştum. Ta ki bir kahin ile karşılaşana kadar. Ona pahalı bir hali verdikten sonra konuştu. Sözleri zekamahakaret kabuk edeceğim kadar acıktı. "Helios'un kendini Zeus'un ayakları dibine attığı adayı bul."
Adayı buldum. Ve açıkçası bir süre adayi karış karış gezen, aslanının koynunda uzanırken Güneş'e ve Ay'a bakarak küfreden, meydan okuyan; kepenkleri açarak büyüler yapıp şarkı söyleyen bir kız bulacağımı düşünmemiştim. Benim en uçuk hayallerimde bile kucağı kanlı ceninle dolu, kardeşi Pasiphe'nin kötü bir kopyası vardı. Sacları pamuklu kara şallarla örtülü*, biraz yaşlıca, uykusuz ve korkunç birisiydi. Babamın korktuğu kadınların her daim güzel olduğunu o an anladım. Ve akabininde güzelliğin en korkulası şeylerden birisi olduğunu da. Kirke beklediğim kişiden çok uzaktı. Beyaz baldırlarına kadar toplanmış beyaz eteği, üzerine aldığı yeşil şalı, mis kokulu çiçeklerle örülmüş upuzun ve işıl ışıl sacları, kehribar rengi gözleri-ki o gözlerde genelde kaydolurdum-, kucağında taşıdığı ilgıt ilgıt yemiş ve al yanaklı bir bakireydi Kirke. Bunu gerçekten beklemiyordum. Şarkılar söylerdi. Bazılarını biliyordum. Annem de söylerdi çünkü. Uzun süre ona nasıl görünmem gerektiğini düşündüm. Pat diye karşısına çıkarsam mi kabul ederdi yoksa bir hediye mi getirmeliydim? En sonunda sığırlarını çaldığım için hala bozuk atan kardeşimin yanına gittim.
Apollon ve ben asla yakın olamamıştık. Bunun bir nedeni daha kundaktayken sığırlarını çalıp yemem olabilirdi. Ama Apollon zaten beni pek sevmeyecekti. O babamın ilk oğluydu. Tahtta pek gözü olmasa da babam klasik Yunan kralı içgüdüleri ile ilk doğan erkek evladından nefret ediyordu. Söyle bir sorun da vardı. Apollon gereğinden fazla ilahiydi. Kusursuzluğun tanımlarından birisi Apollon'du. Ne yazık ki bende olan şeytan tüyü ise onda yoktu. Bu da ondan genel olarak nefret edilmesine ve sadece korkularından dolayı tapilmasina neden oluyordu. Apollon bundan asla hoşnut olmadı.
Onun yanına gittiğimde beni pek de sıcak karşılamadı ama isteğimi de geri çevirmedi. Bir günlüğüne lirini bana verdi. Sadece bir oyun için. Ben de Kirke'nin adasının yolunu tuttum. Evine dayanmış onu izledim bir süre. Beni fark etmesini bekledim. Bana dönünce kehribar gözleri gözlerim ile buluştu. Bir anlık irkildi. Biraz titredi. Bunu gözler önüne sermek istemedi. Bu hâlini daha da takdir ettim. Bana kocaman gülümsedi. Içeri davet etti.
Önümüzdeki 100 yıl benim koltuğum olacak gümüş koltuğa kuruldum. Bana şarap ve yemek ikram etti. Evin içinde yanan ateşte daha güzel görünüyordu. Daha mistik, daha çekici, daha albenili, daha sırlarla dolu ve daha fazla cadı gibi. Ona çekildiğimi asla inkar etmedim. Ama beni ona çeken neydi? Konuşması mi, asla var olmamış gibi olması mi, beni her an zehirleyebilecek olamasi mi, gördüğüm en güzel kadın olması mi, yoksa hepsi mi? Ben Afrodit ile evliydim. Aşkın ve de güzelliğin tanrıçası ile ama Kirke bana ondan bin misli güzel görünmüştü. Gözlerinde beni almadığına dair garip parıltılar yakaladım hep. Beni anlayan Athena'dan başkası çıkmamıştı daha. Afrodit ile olan evliliğimizin temeli yoktu. Sadece bedenlerimiz vardı ay ışığı altında dans eden. Kirke de ise daha fazlası. Anlayış, bir yerde ağırbaşlılık, nasıl bir arada olduklarını anlayamadigim bir hırçınlık, güleryüz, bazen sivrilen bazen baldan hallice olan tatlı dil ve kollarım arasında sonsuza kadar kalmasını dilediğim bir beden...
Ona aşık olduğumu Kirke ile olan karşılamamızı ve onun benim yanımdaki utangaç ama cesur tavrını anlatmayı kesince fark ettim. Herkesten hatta bazen dişi aslanından dahi kıskanınca ise emin oldum.
Kirke aşkımı asla kabul etmedi. Onu seçebileceğime inanmadı. Bu yüzden onu suçlayamam. Alalade bir denizci dahi onu reddetmişti. Senelerce çirkin olduğu söylenmiş, marti diye dalga geçilmişti. Oysa ölümlüler diyarında olsa Apollon kutsamış sesini dahi derlerdi. Öyle berrakti. Bir pınardan akan o ilk su gibiydi. Babası ayakları dibinde dururken ezilmiş, annesi saçma bir kehanet yüzünden görmezden gelmişti. O bana inanmadı. Ama ben aşık oldum. Çaresizce.
Bir keresinde bir kahin ile karşılaştım. Bana benim soyumdan gelen Odysseus isimli bir delikanlının Kirke'nin adasina cikacagini söyledi ve devam etti. "Aşık olacak cadı ona. Bir erkek evlatları bir devlet kuracak kadar zeki. Ve bir aşk ile evlilik yine soyundan olan biri." O kahin konussun diye verdiğim altın kupaya lanet ettim. Sessizce kehanetin yanlış olduğunu Kirke'nin de beni sevdiğini söyledim kendime. Sevmeseydi beni kıskanmazdı değil mi?
100 sene bitince Kirke'nin gözleri önündeki büyü dağıldı veya o öyle sandı. Ben ondan sıkılmamıştım ama o öyle bildi. Beni adasından yaka paça kovdu. Oysa o sıkılmayacağım tek şeydi. O bir cadıydı sürekli değişirdi. Ama o sabit kaldığını sandı.
Onu izlemeye devam ettim. O bunun farkındaydı. Sinirimi alamadım. O her büyüleri için yatağına erkek aldığında adasındaki nimfalarla beraber olup onun göreceği yerlere yolladim. Beni kıskanması için. O oralı dahi olmadı. Parçalarıma ayrıldığımi hissettim. Bir süre sonra onun gülüşü ile gulmeyi, zaferini zaferim bilmeyi, gozyaslari için dünyayı yerinden oynatmayı öğrendim tıpkı onun cadiligi ogrnedigi gibi. Kirke bana hep yeni şeyler öğretti. Asla bilmediğim bir lisanda konuşmayı öğretti. Asla bilmediğim cennetlere götürdü. Oralardaki yemişleri tattırdı.
Sonra o gün geldi. Odysseus Truva'dan eve dönerken yolunu kaybetti. Kaderinse bir on yıl daha denizlerde dolanıp biricik karısı ile oğlunu özlemek vardı. 2 yıl kaldı Kirke'nin yanında. Kendi soyumdan nefret ettim. Çünkü o asla Kirke'yi sevmedi. Kirke ise onu sevdi. Beni sevmedigi gibi. Kimse ise Kirke'yi benim gibi mutlak ve sonsuz sevemedi. Kalbimde aldatmadigim tek kadın oydu. Ancak tekrar büyü bozuldu ve Odysseus gitti. Karnında bir erkek evlat bırakarak.
Telegonos büyüdü. Adının anlamı babası uzakta demekti. Ve ben Kirke'ye bir kez daha aşık oldum. Onun yaptıklarına ve cesaretine bir kez daha tutuldum. O oğlu için kimsenin dokunamadığı zehre dokundu ve ondan bir mızrak yaptı. Ancak babasını görmeye giden oğlu elleri baba kanına bulanmış halde geri döndü. Yanında ise kraliçe Penelope ve Telemakhos ile. O gece kardeşim Athena Telemakhos'u almak için benimle bir Kirke'nin evine gitti. Onun doğumunu engellediği ve oğlunu öldürmek istediği için hala düşmanlardı. Odysseus'un Kirke ile olmasından asla memnun olmamıştı Athena. Ben de bir yerde düşmanıma aşıktım hala. Athena ile birbirimizi tamamlardık. Bir elmanın iki yarısıydık. Biz olmadan Olimpos olmazdı. Athena'nin düşmani benim düşmanım dostum onun dostuydu ama Kirke'de her şey tepetaklak oluyordu tıpkı hayatım gibi.
Telemakhos Kirke'ye aşık olmuştu. Athena Telegonos'u aldı, Roma'ya götürdü. Ben ise Kirke'yi en son bu kadar yakından o gün gördüm. O gece tekrar titredi beni görünce. Gözlerinde bir şeyler yandı. Tıpkı ilk karsilasmamizdaki gibi.
Bir süre sonra Telemakhos ile Kirke evlendi. Kızları oldu ve Kirke yepyeni bir serüvene atıldı. Kendi soyunu takip etti. Onlarla bir dünyayı gezdi. Önce Roma'ya, oradan Vandallara, sonrasında Fransa'ya, Ingiltere'ye, Iskoçya'ya ve tekrar Ingiltere'ye... Tudor'lar onun soyu idi. Bu yüzden Elizabeth Tudor'a ve Mary Tudor'a cadı dendi. Zaman döndü. Döndü.
Afrodit'e dahi tercih ettiğim kadını hiç unutmadım. Ama beni unuttuğuna emindim. Ona duyduğum özlem artık yakıcı bir hal almıştı. Ve ben gecenin bir yarısı kraliçe Victoria döneminde Kirke'nin Mayfair'daki konağının balkonlarından birisinin altında bekliyordum. Ve elinde mum ile o göründü.
*antik yunanda ağırbaşlı kadınların saçlarını pamuklu şallarla örttüğü bilinmektedir. Bkz:Tanrıça Hera, Tanrı da Hestia, Titan Themis, Titan Rhea
Yorumlar
Yorum Gönder