Ana içeriğe atla

1855 Cadısı (Hediye Edilen Takım Yıldızları ve Hakikat)

 Chapter 2: Hediye Edilen Takım Yıldızları ve Hakikat 


Beklediğim güzel kadın üzerinde beyaz ipek geceliği ile balkona çıktı. Çok güzeldi. Tıpkı hatırladığım gibi. Hatıralarımda dans ettiği gibiydi Kirke. Gözlerinde benim aksime aşkın kederi yoktu. Mumu kenara koydu ve ellerini yaslayıp derin derin geceyi içine çekti. Zaman ilerledikçe isim değiştiriyordu. Kirke değildi artık.  Faith idi. Inanç. Faith Cara. Kont Cara'nın kızı Faith. Oğlunun kızı rolünü iyi beceriyordu yalan söylemeyeceğim. Su anda birisi bizi yakalasa büyük ihtimal evlendirilirdik. Bu gülümsememe neden oldu. 


Ben gülerken gözleri bana takıldı. Orada asılı kaldı. Kaşları catıldı. Ve sesi bana ulaştı. "Lord Hermes?!" Gülümsedim. Reverans yaptım sevdiğim kadının önünde. "Leydi Faith." Hayranlıkla devam ettim konuşmaya. "Çok buyuleyicisiniz." Güldü aşık olduğum kadın. "Bunu daha çok kadına söylediğini biliyorum. Kahramanlarınla karşılaştım. Bana da zamanında söylediniz. Ama karşılığında nimfalarimla şehvetle sevişip önüme attınız. Haksız mıyım lordum?" Şaşırdım. Hala bunun kinini mi güdüyordu? Saçlarımı gerilmiş bir şekilde karıştırdım. Asi birkaç bukle gözlerim önüne düşüp onu görmemi engelledi. "Seni kalbimde hiç aldatmadım Kirke. Atmaca'm... Evet çocuklarım oldu. Ama sen de oğlunun yanında kalıyorsun. Hatta sosyete seni onun kızı sanıyor. Burada tek birileri ile birlikte olan benmişim gibi davranma." Histerik bir şekilde gülerek ona baktım "Beni hiç mi özlemedin?" Kirke gözlerini kaçırdı. Sonra tekrar baktı. Bu sefer gözleri paril parildi. "Sizle aramızla bir şey olmadı lordum. Ayrıca Kirke kim bilmiyorum ama pek bahtsızmış belli ki." Mumu aldı zarif eline. Kİrke!" Aşık olduğum kadın arkasını bir kez dahi olsun dönmeden içeri girdi ve perdeyi çekti. Beni duymazdan geldi. 


Ağır adımlarla oradan ayrılıp atıma bindim. Buraya uyum sağlamak istiyordum Kirke gibi. Üstelik gecenin bir yarısı tanrısal bedenime burunemezdim değil mi? Siyah aygırı tuttuğum evin önüne gelince durdurdum. Mayfair'de bir ev tutmuştum. Güzel bir bahçesi, tuğladan örme güzel duvarları ve geniş pencereleri vardı. Ama içinde Kirke olmadan boş ve yalnız camlar bana arkadaş olmuyordu ki. 


Güneşin doğuşu ile uyandım. Yine yalnız ve Kirke'siz bir güne. Gömleğimin manşetlerini iliklerden kahvaltı için aşağıya iniyordum. Yanimda birkaç hizmetçi geçti. Daha doğrusu nimfa. Nimfalari bana hizmet etmeleri için ise almıştım. Insanların bir tanrı olduğumu bilmelerini istemezdim. Boş salonlardan ve boş odalardan geçtim. Daha doğrusu Kirke'siz oda ve salonlardan. Yoksa her birinde eşyalar vardı. Tablolar vardı. Güzel takımlar vardı. Kirke'nin hala daha kırık olduğunu biliyordum. Kalbi hala kırıktı. Hep kırıktı. Kimse tamir edememişti. Altınla doldursam dahi eskisi gibi olmayacaktı. Güzel olacak miydi bilmiyorum. Ama olmayacaktı eskisi gibi. Ve içimde hatta ikimizin de içinde bir yerlerde iz kalacaktı. Keşkeler ve keşkelerin açtığı kesikler kalacaktı, hep olacaktı. Bizi hep zorlayacaktı. Masadan bu düşüncelerden dolayı tadını algılayamadığım kahvaltıdan elimdeki ipek mendili atarak kalktım. Şapkamı kafama takıp atima atladım. Biraz nefes almak adına parka gitmeyi düşündüm. Ayrıca Kirke'nin bu saatte onun da orada olduğunu biliyordum. 


Parka gittiğimde onu bulmam biraz zaman aldı ama nedeni benden uzakta olmasıydı. Yoksa onun ışıl ışıl saçlarını, delip geçen kehribar gözlerini ve özellikle bugün giydiği sarı belini saran elbisesini gözden kaçırmak mümkün değildi. Beni görünce meydan okurcasına gülümsedi. Her zamanki Kirke idi. Benimle oynuyordu. Birbirimizle oynuyorduk. Bizi biz yapan buydu. Bu elbiseyi bilerek seçmişti. Beni çıldırtacağını biliyordu. Bunu bilerek yapıyordu. Ben de selam verdim. Biraz onları uzaktan uzağa izledim. Nazik bir şekilde onun yanına ilişen beyefendileri geri çevirisini izledim. Bazıları ile kol kola girip sohbet edişini de. Sezon açılalı çok olmamıştı. Kirke ise fazla ilgi çekici bir hanımdı. Hele bir de üzerine bir tanrıça idi. Atımın üzerinden tüm beylere lanetleyen bakışlar atarken dişlerimi sıkıyordum. 


Öğlene yaklaşınca ve Kirke ile bir bey başbaşa konuşmak adına tekne gezisi yapmaya karar verince olaya el atma gereği duydum ve hemen yanlarında bittim. Ben tanrıydım. Herkes beni tanıyordu. Sözde. Tanrılığımi umursamadan adını dahi hatırlamaya tenezzül etmediğim adamdan önce Kirke'nin karşısına oturdum. Selâmladım şaşkınlıkla bana bakan adamı. "Teşekkürler lordum. Leydi Faith." Kürekleri elime alıp çekmeye başladım. Kirke güldü. Elindeki yelpazeyle gizledi yüzünü. Biraz insanların gözünden uzaklaşınca ise hafif bir kahkaha koyverdi. 


"Seni özledim." Durdu. Göz devirdi. "Ben ozlemedim. Şarkılarımızı kirlettin sen Hermes. En saf şarkılarımızı" Kureklere daha da asıldım. "Beni asla sevmedin kadın!" Yelpazesini kapatıp bana doğru salladı. "Öyle sandım sadece! Senin için şarkılar söyledim. Aşkın en tehlikeli büyüden daha tehlikeli olduğunu gösterdin bana. Şarkısının her şarkıdan daha etkili olduğunu. Ve kalbimi paramparça yaptın. Her bir nimfa ile. Yıkıldım ben!" Kahkaha atma sırası bendeydi. "Tek yıkılan sen miydin? Yaka paça seni severken adandan kovdun. Yetmedi yatağına denizciler aldın. Söylesene, benimle birlikteliklerin gibi miydi? Hiçbiri benim seni sevdiğim gibi sevdi mi yoksa sadece denizde kadın görmedikleri için mi yattılar seninle?!" Kirke kıpkırmızı olmuştu. Sinirle gözlerini yumdu. "Lanet olsun sana Hermes. Çek kenara yeter bu kadar tekne gezintisi." Gözlerimi yumup ona eğildim. Yapma Faith. Özledim sizi. Gerçekten. Kollarıma almayı. Geceleri kumsalda dans etmemizi. Birlikte şarkı söylemeyi. Bana bitkileri ve iksirleri öğretmeni. Şifalı otları göstermeni. Adanın ıçindeki gölde yüzmeyi. Geceleri bana sokulup uyumani. Size yemin olsun  leydi Faith, hala daha kollarımda sizin hissinizle uyanıyorum. Beni boşlukta donduruyorsunuz. Yoklugunuz boğuyor varlığınız kalbimi yerinden çıkarıyor. Kalbimle oynuyorsunuz. Kalbim sizin ellerinize çoktan kendini bırakmış. Gelin tekrar birlikte geceleri dönelim. Gözlerimizde kaybolalım. Bedenlerimiz ay ışığında birbirine karışsın. Böyle size denilenlerden bir adım öte gidemiyorsunuz." Güldü ve ayaklandı. Iskeleye yaklaşmıştık. "Siz edepsiz bir beysiniz lordum. Bu sözleri rica ederim genelevlerdeki metreslerinize söyleyin." Ve sarı eteklerini tutup iskeleye atladı. Ben de bir kez daha arkasından bakakaldım. Kirke kendisine büyük duvarlar örmüştü benden kaçmak için. 


Biraz yorgun bir halde uzaklaştım. Atıma atladığım gibi uzaklaşıyordum ki karşıma bir anne ve kızı çıktı. Srışın minyon iki kadın neredeyse tipik birer ingilizdi. Kadının yanında olan kız yelpazesini açıp göğüs hizasında sallamaya başladı. Bu basit numara üzerine güldüm. Bu numarayı daha kaç kadında daha görmüştüm kim bilir. Ancak bozuntuya vermeden selam verdim. "Bayan..." "Fearther" Gülümsedim ve soyadlarını tekrarladım. "Sizi görmek ne güzel bir onur. Bu şerefi neye borçluyum?" İsimlerini hatırlamama bozulmadan gülümsediler. "Size davetiye geldi mi bilemiyorum. Siz buraya gelmeden önce biz davetiyeleri dağıtmıştık. Bu yüzden size elden vermek  istedik."Altın yaldızlı bir davetiye uzattı bana. "Kızım Claude'nin takdimi üzerine bir balo veriyoruz. Gelmenizi umut ediyoruz lordum." Gülümsedim tekrar. Kirke gelecekti. Orada olacaktı. "Sizin için geleceğim. Bu güzel teklifi geri çeviremem." Tekrardan selam verdim ve sözlerim üzerine kıpkırmızı olmuş Claude'yi arkamda bırakarak uzaklaştım. 


Featherlerın evlerine gelince gereğinden fazla uğraştıklarını fark ettim. Bolca çiçek buketi, üst üste dizilmiş düzinelerce kadeh, ipek kumaşlardan süsler, altın varaklı şamdamlar ve yanan mumlar... Kendimi Olimpos balolarında hissettim. Gözlerim tekrar Kirke'yi aramaya başladı. Bu şaşalı görüntü beni etkilemiyordu. Dahasını çok fazla defa görmüştüm. 


Sevdiğim kadını uzun boylu bir adamla konuşurken gördüm. Bu adam sabahki adamdı. Gerilmeme neden olurken bu görüntü karşısında hızlı adımlarla yanlarına iliştim. Geldiğimde çalmaya başlayan dans müziğine Kirke'nin adamın elinden tutup omzuma çarparak orataya geldiğinde küfür ettim. Kirke nimfa kanından dolayı olsa gerek narince salınıyordu. Dişlerimi sıktım. Gözlerimi kapatmak istesem de bir an olsun üzerlerinden çekemedim. Kirke her benim obsidyen gözlerimle keşiştiğinde bana attığı bakışı isimlendiremedim bile. O kadar dans eden çifte odaklanmıştım ki hemen yanımda biten Claude'yi görmedim. "Bir şey hoşunuza gitmemiş lordum." Gelen ince sesle kıza döndüm. Yanında annesi yokken daha rahat bir tavrı vardı. Üzerinde kardeşimin kutsadığı belli bir terzi elinden çıkma turkuaz bir elbise vardı. saçları incilerle süslüydü. söylemem gerek şeker paketi gibi duruyordu. Masum, tatlı ve heyecanlı... Kızcağıza umut vermek istemiyordum. Onunla konuşmak da. Kirke'den başkasını düşünemez olmuştum son iki yüzyıldır. Ancak kız benim peşimi bırakmadı. İtiraf etmem gerek hoşsohbet bir kızdı. Bazen annesi ile göz göze geliyordu. Bu anlarda annesinin kaş göz hareketleri ile söylediklerini yapsa da annesinin ağır baskısı yüzünden bu hale geldiğini görebildim. Bu durumu Olimposlularda da birçok defa görmüştüm. 


Claude'nin önünde reverans yaptım.  Elinden tutup ortaya cektim. Dans etmeye başladık. Kirke bana bakmadı. Gariptir ki bir süre sonra da benim bakışlarım onu bulmayı kesti. 


Birkaç hanımla daha dans ettim. En sonunda ise Faith'in kolundan tuttuğum gibi ortaya çektim. Hoşsohbet hanımlar, güzel hanımlar ve gereğinden fazla kaçırdığım içki bile beni ondan sadece birkaç saatliğine uzak tutuyordu. Ona durmadan daha kuvvetli şekilde çekiliyordum. Dansı yarıda bırakıp kaçmaya çalıştı bir kaç defa. Her birinde elinden nazikçe yakaladım ve dans etmeye devam ettik. "Anneni kıskandıracak kadar güzel bir nimfasın Kirke." Göz devirdi. "Kirke kim bilmiyorum lordum. Adım Faith." "Oynadığın oyunları seviyorum. Beni daha da sana çekilmem için mi büyülüyorsun? Buna gerek yok." Gerildi. Bana dik dik bakıp tısladı."Burada cadı olduğum öğrenilirse ne olur biliyor musun?" Malesef ki biliyordum. dudaklarımı birbirine bastırdım. "Nasıl ilerliyorsun Kirke?" Başını hüsranla salladı. "İlerleyemiyorum Hermes. O kadar fazla çenesi düşük insan var ki. Ayrıca mutfağa da sokmuyorlar. Boğuluyor gibiyim hermes." Kucağıma alıp etradfımızda dönerken konuştum. "Sana yardım edebilirim." Kollarını omzuma dolarken ağzı şaşkınlıkla açıldı. "Nasıl?" Onu yere indirince kulağına eğildim ,dansımıza devam ettik. "Ben bir tanrıyım Kirke. Ve zamanında senden çok şey öğrendim." 


Ve uzun zaman sonra ilk defa Kirke'nin gözlerinin ta içine kadar güldüğünü gördüm. Kirke aşık olmamıştı hiç. Çünkü o büyüye aşıktı. Parmakları ucunda her şeyi yapabilme gücüne aşıktı. Ben de onun o aşkına vurgundum ve tıpkı parmakları ucundaki güç gübü tepeden tırnağa onun emri ve himayesi altındaydım. Ona aittim. Ebediyen onun kalacaktım. 


O her kırıldığında kırılmam bundandı. Dönüp dolaşıp kapılarımın ona çıkması bundandı. Hayatım bu yüzdendi. 


Ben tanrı Hermes. Annem Maia babam şimşeklerin efendisi ve tanrıların kralı Zeus. Üvey annem Hera'nın birkaç damla sütünden içtim. En büyük kahramanlara yol gözterdim. Tarihin en büyük vurgunlarını ben yaptım. En büyük hırsızlarını ben yetiştirdim. En korkunç ve korkulası canavarları ben öldürdüm. Olimpos'u;Zeus'u, Ares'i, Afrodit'i ve daha nicesini kurtaran bendim. Bebekken Apollon'un çalınamaz kutsal ineklerini çalan bendim. Sizi kendi düşüncenizde boğabilir, intihar etmenize ikna edebilirdim. Zekam Athena ile kapışır düzeydeydi. Alemde hatta alemlerde benden kurnazı bulunmazdı. Mısırlılar bana bilgelik tanrısı Toth olarak taptılar. Heykeltıraşlar benden ilham aldı, heykellerinin modeli oldum. Ancak hep varoluş nedenimi düşündüm. Bana eş değer olacak kişiyi... Hayallerimi asla böyle bitmiyordu. Bu kadar geç de düşünmemiştim. Binlerce yıl yaşındayken ve dans ederken kollarım arasında hakikatimi bulacağımı bilmiyordum. Bu düşüncelerim üzerine sadece güldüm. çok ahmaktım. Ve şimdi kaybettiklerimi ve hakikatimi geri almam lazımdı. 


Ben Lord Hermes. Kirke'yi eşim yapacağıma kendime söz veriyorum. Çünkü onsuz yarımım. Çünkü onsuz anlamsızım. Çünkü onsuz aslında yokum. Çünkü o olmadan asla  var olmadım. Var olma nedenim onu esir olduğu dünyadan kurtarmak ve hak ettiği her şeyi ayakları altına sermek. Tüm cenneti ve takım yıldızlarını... 





sonraki bölüm



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eros'un Laneti

                       Güneşli bir gündü. Olması gayet doğaldı da. Güneş'in tanrısı Apollon vardı zira. Nasıl olmasın? Biraz da aşk kokusu var sanki. O da Afrodit'den olma Eros'tan geliyor olmalı. Işığı ile herkesi ve her yeri aydınlatan lord Apollon, Eros ile konuşuyor hatta onunla dalga geçiyor olabilirdi. Eros'un heykeltraşların yonttuğu yüzü sertleşiyor, yontulan taşlardan bir parça haline geliyordu.  - Sen buna ok mu dersin Eros?  Eros'tan hoşnutsuz sesler çıkıyor, parmakları arasındaki okları sıkıyordu. Buna rağmen güldü aşkın lordu.  - Evet lord Apollon. Gümüş ve altın oklar... Aşkın okları ve nefretin okları.  Çok güzel güldü Apollon. Gülüşünden ışıklar saçılıyordu. Altın sarısı saçlarını savurdu ve altın oklarından birisini çıkardı.  -Bak Eros, ok budur. Seninkiler ok mudur? Yoksa sadece birer talim kılıcı mı? Peki o yay mıdır? Benimkisi gibi olanlar oktur. Bak ışıltılı günün okları. Veba okları... Kikloplar dövdüler.  Sadece gülümsedi aşkın yakışıklı tanrı

Yazardan Seçmeler

 Bu sayfadan ben White Rose'un kitaplarında ve kitap olmamış tek bölümlük hikayelerine ulaşabilirsiniz. İyi okumalar dilerim  Eros'un Laneti   Çiy   Çocuk Alman Tablosu   The Mystyc History   Tarihteki Modern Kadın 1855 Cadısı Historymaker Queens Series Dynasty Prometheus Thanatos ve Eros Mary on cross The Key Of Darkness

Thr Key of Darkness (1)

  THE KEY OF DARKNESS --- Chapter One --- Tears of the Monster The sun was rising over the skyline as a scary monster approached a home. Elenor woke up and smiled. Her maid Nancy came in and spoke cheerfully. “Madam, today is your wedding day. You are a very lucky woman in England.” Elenor looked into her eyes and got out of bed. “I think this day will be amazing.” But destiny had other plans. Darkness, pain, and screams were everywhere. At the Marquee of Solisticashire, Samuel of Solisticashire talked to himself. “I hope she never learns about my dark side. It will not be good for her. But she will hurt. I wish she did not want to marry me. Little shy girl, making a deal with a demon.” The demon was Samuel, and he was a bad guy. He was narcissistic and cruel. He was feeling nervous now, thinking, “Am I a ghost or a monster?” Samuel was like a panther, graceful and dangerous. He looked like he could kill with kindness, but he was a cruel kind of man. Elenor got dressed, p