Ana içeriğe atla

Gerçeklik

 Bay Jones beni bir Türk restoranına getirmişti. Beyaz bir gömlek giymişti ve saçları özenle taranmıştı. Önünde duran karnıyarıktan bir parça daha aldı. Çatalını tabağının yanına yerleştirdi. 


-Yemek teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkürler. 


Başımla onayladım. İzlendiğimi tekrar hissetmeye başlamıştım. Kesinlikle paronayaklaşıyorum. Patricia'nın kardeşlerime nasıl baktığını gördüm bir şey gizliyorlar. Bunu biliyorum. 


-Ne demek. Bize yardım etmeyi kabul ettiğiniz için sağ olun. 


Bana baktı ve yemeğinden bir çatal daha aldı. Sessizlik öyle bir hâl almıştı ki birkaç saniye içinde derin bir çukurdu sanki. Uzun uzun sustu Jones. Hafif bir gülümseme eşliğinde sessizliği Berlin Duvarını yıkan Almanlar gibi yıktı.


-Bu önemli değil ancak siz tam olarak bunu neden istiyorsunuz? Dünyada ki oturmuş düzen bu şekilde. Doğarsın. Seni okula hazırlıyoruz diye asla hatırlamayacak duygulanmayacak şeyler yaptırırlar. Okula gelirsin. Önce dünyayı birbirine bölen dillerini öğretirler, kendi semboller silsilesini gösterirler ve sen de bir daha unutmamak üzere ezberlersin. Sana en aşağı 12 sene seni adlarını dahi hatırlamayacağın insanlarla aynı dört duvar arasına koyup saatlerini alırlar. Sonunda ise hiçbir işe yaramayan senin gibi 12 hatta 16 ve daha fazla senesini harcamamış, mürekkep yalamamış kimseler sırf sen orada dirsek çürütürken o itlik kopukluk yaparken öğrendiği insan kimyası ile gelmemeleri gereken yerlere gelip senin 16 senelik eğitimini ve önündeki ortalama 40 seneni en iyi ihtimal 3.000 dolar ile satın alıp seni köle gibi çalıştırırlar. Ve sen de ot gibi yaşayıp o 16 senede sana öğretilen daha doğrusu ezberletilen ve çoğunu unuttuğun, diğerlerinin devinim hareketleri değişen bilgilerinle yaşar, dünyayı ne kadar gezersen gez o sosyal medyaya attığın fotoğrafın aldığı beğeni kadar tanınır ve çevren , dünyan o küçücük ailen olan birisi sanarak yaşarsın. Ha bir de boşa geçmiş bir ömre, gerçekleştirilememiş hayallere, yarım kalmış aşklara, boş vaatlerle ve de acıyla dolu geçmişe ,işlevini yitirmiş bir bedene, boş bakışlara sahip olursun. Kısaca 70 yıllık yaşamın bitmiş her şey geride kalmış ve seni hatırlayan son kişi de öldüğünde hiç yaşamamış olursun. Dünya tam da bu düzende işliyor. Parası olan sayılı kişiler hayatlarını yaşarken geriye kalan herkes buna biz bilim adamları da dahil sadece yaşamaya çalışıyoruz. O kadar kişi tanıdım ki hayatını boş ve kanıtlayamadığı bir tez için çürüten ve unutulup giden. Sana soruyorum, gözleri benim gözlerime kilitlenmiş alev alev yanıyordu, sizin oralarda da böyle değil mi? Siz çok mu harikasınız da buraya geldiniz?


Ona ağzım bir karış bakıyordum. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Böyle hiç düşünmemiştim. Bakışlarımı masanın beyaz örtüyle örtülü ve dantel işlemeli köşesini buldu. Sahi biz çok mu iyiydik? Hala daha monarşi ve fetih hareketlerine dayanan bir sistemimi vardı. Ademoğlu ademoğluydu işte. Buradakine benzer. Eğer başınızda adaletli bir kral varsa adaletle yaşardınız. Ancak refah seviyesi ve yaşam tarzımız kesinlikle anlattığı gibi değildi. Bu konuda gerçekten iyiydik. Hoşgörülüydük ve biraz garip ama dillerimiz farklı da değildi. Sanki birbiri içinde savaş veren derebeyliklerinden oluşan koca bir ülkeydik. Kenneth'a döndüm. Yüzünde zaferin mağrur gülümseyişi vardı. Ancak her ademoğlunun hatasını yapıyordu. Karşısındakini tanımadan küçümsüyor ve erkenden zaferin tadını alıyordu. Karşısında dikleştim. Elimdeki çatalı tabağa koyup ona baktım. 


-Sizin tarihiniz, yani tüm dünyanın, size karşıdakini tanımadan küçümseme demesine rağmen hâlâ siz neden böylesiniz? Bay Jones sizi yanıtlamaktan gurur duyarım. Eğer monarşi sizin için gericilik ve korkunç bir şeyse buraya gelmemiz saçma. Ancak sizin anlattıklarınız ve benim buraya gelebilecek kadar bilgili olmam düşünülürse, Bay Jones, sizden daha gelişmiş ve daha duyarlıyız. Ve sizi koparıp atmak yerine yaşatacak kadar da sevgi doluyuz. 


Jones güldü. 


-Sen salak bir kız değilsin Kinsey. O yüzden böyle bir yok etmenin belki de bir intihar sözleşmesinin altına imza atmak olduğunu biliyorsun. Kararsızlık olursa kontrol edemeyeceğini ve bir felaketler silsilesi olacağını da. Zaman makineniz olsa dahi geriye dönüp bunu önlemenin zamanda da kararsızlık yaratacağını ve bunun daha büyük bir kaos oluşturacağını biliyorsun. Şu anda yapacağınız veya yapacağımız şeyin bile tehlikeli olduğunun farkındasın ve gerçekten bunları bilirken sana teşekkür mü edeyim?


Gülümsedim. Hatta en güzel gülümsemelerimden birisiydi. Haklıydı. O kadar yufka yürekli değildim. Kenneth kahkaha atmaya başladı. O kadar güzel gülüyordu ki... Bu çocuk buradan olabilir miydi? Her şeyi ile mükemmel olan kendi ülkemde böylesini görmemiştim. Gülerken oluşan derin çukur, zaten belirgin olan adem elmasının biraz daha belirginleşmesi. Kısılan gözler... Sağ elini çenesine dayayıp bana baktı kısık gözlerle. 


-Beğendin mi bari? 


Şaşkınlıkla ona baktım. 


-Ne? 


-Alacaklı bakıyordun. Yakışıklı miyim? 


Boynundan yukarı bir ateş tırmandı. Kulaklarıma kadar kızardım. Onu o kadar dikkatli izlemiş olamazdım değil mi? İzlememiştim de zaten! Suyumdan bir yudum aldım. 


- Seninle konuşmak istediğim başka bir konu daha var. İnsanları para ile daha kolay yönetebileceğimizi söyledin. Ancak bize hiç mi karşı çıkan olmayacak? 


Gözlerini bana dikti ve çatalıyla beni işaret etti. 


-Çok olacak inan bana. Çünkü herkesin bir davası vardır Kinsey. Senin de var. Bu dava insani insan yapan şey. Düşünceler, fikirler... Ama asıl soru şu: O dava için canını bile verir misin? 


Ürperdim. Canımı verir miydim burası için? Etrafıma baktım. Kurtarılmaya değer kimse yoktu sanki? Peki ya kendi ülkem? Babam, annem, kardeşlerim, etraımdaki insanlar... Onları düşündükçe kafamda asla iyi anılar canlanmıyordu. O zaman gerçek bir tokat gibi çarptı. Ben benciliğime yenilmiş ve ölmemek için gelmiştim. İnsanları yönetmek, baskılamak ve isyanlar bu yüzden önemliydi. Çünkü davam yaptığım şey aslında hayatımı kurtarmanın yollarından birisiydi! 


Yüzüm bembeyaz olmuş olmalıydı. Kenneth elimi tuttu. 


-Kinsey...


Sesi birkaç ton daha yumuşaktı. 


-İnan seni köşeye kıstırmak veya kendini aciz hissetmen için bunu yapmadım. Özür dilerim. 


Sesinden samimiyet akıyordu ancak fark ettiğin şeylerin ardı arkası kesilmiyordu. Neden fizikçi olduğum hafızamın arkalarından bağırıyordu adeta. Keşke fısıldasaydı da duymaması kolay olsaydı. Bu bilime katkı falan değildi. Bu da bencillikti. Fizik farklı insanların kaçış yeridir. Çok zekilerin, tekerlekli sandalyedekilerin, kısaca eksik olanların, dışlananların ve dahasının kaçışıdir. Çünkü ancak böyle yer edinebilirsiniz toplumda. Onlardan daha üstün olarak ve anlamayacakları bir dizi kuramlar , kanunlarla hayatlarına yön vererek. Böyle var olabilirsiniz ancak. Ona doğru fısıldadım. 


-Buradan gidebilir miyiz? Kendimi iyi hissetmiyorum. 


Kenneth basını olur diye salladı ve hesabı istedi. Hesabı ödedikten sonra koluma girdi ve birlikte lokantadan çıktık. Gece çökmüştü. Sokak ışıkları boş sokakları aydınlatırken caddelerin sesi hiç durmadan devam ediyordu. Sanki sonsuz bir...


-Gürültü içindeymişiz gibi. 


Ona şaşkınca baktım. Aklımdan geçeni tamamlamıştı. Bakışlarım her şeyi anlatmış olacak ki bana gülümsedi ve yine o çukuru ortaya çıktı. 


-Hayır hayır. Medyum değilim. Sadece hep bana da öyle gelmiştir. 


Küçük bir kahkaha attım ancak sesim cam gibi kırıldı gerçeklerle. Kenneth bana baktı. 


-Sahile gitmek ister misin? 


İç çektim. Başımı olur anlamında salladım. Onunla birlikte arabaya bindik. Bir fizikçiye göre oldukça zengindi. Hem de gereğinden fazla. 


-Zenginsin. Burada fizikçilere çok mu para öderler? 


Gözünü yoldan ayırmadan cevapladı. 


-Hayır. Sadece babadan zenginim diyelim. 


Başımı salladım. Onu izlemeye devam ettim. Biraz daha mi çekici olmuştu odaklanınca. Ancak gözlerinde bir şeyler alevlenmişti. Bir hırs ve ben bunu çok net görüyordum. 


-Baban ne iş yapıyor da bu kadar zenginsiniz? 


Kenneth gözle görülür şekilde gerildi. Gözlerinden bir 'kahretsin' ifadesi geçtiğine yemin edebilirim. Elleri direksiyonu sıktı ve eklemleri bembeyaz oldu. Kim bilir avuç içleri nasıl kızarmıştır. 


-Şey bunu asla bilmedim. 


Patricia kadar insan sarrafı olmasam da salak da değildim ve sesindeki küçük titreme onun iyi bir yalancı olduğunu gösteriyordu. 


-Bilmek istenmedin değil mi? 


Yüzüne acı bir gülümseme peydah oldu. 


-Öyle de denebilir. 


-Ama neden? 


-Büyüdükçe insan anlıyor aslında ne olduğunu. 


Ani bir şekilde durdu. Bana döndü:


-Babanın kim olduğu ne iş yaptığı zerre kadar umrumda değil. Sen CALTEKH'de çalışan bir teorik fizikçisin ve asıl önemli olan bu.


Gülümsedim. Bana alayla baktı. 


-Bilmen gerekmiyor inan. Durmayan kanlı para akışı. Bu gerçekten güzel bir şey değil. 


-Altındaki arabayı sanki temiz parayla aldın. Nefret etsen de kullanıyorsun. 


- Sana ilk tanışmamızda dediğim şeyi hatırlıyor musun? 


Başımı salladım. 


- Evet. İnsanlar hep aynıdır. Zengin olmak ,para akışının hiç kesilmemesi. Bu yüzden mantık evliliği diye bir şey var ya. İyi ya da kötü, kirli ya da temiz. İnsanlar para karşılığı her şeyi yaparlar. En iyisi dahi ben yapmam der. Ancak iyi bir maaş için hayatlarını yer tüketirler.


-Bu bağlamda düşün. 


İç çektim. 


-Sanırım haklısın. İnelim mi? 


- Dışarıda ağlayabilecek misin? 


-Neden biz sürekli soru soruyoruz ki? İn işte! 


Kapıyı arkamdan sertçe kapattım. 


Ash Kinsey'i izlemişti. Patricia ile olan konuşmaları geldi aklına. 


'Ash, biz insan değiliz. Prometheus gibi düşünebilirsin bizi. Dünyamız sizden yayılan kötülük dalgalarından nasibini aldı ve kıyamet daha da yaklaştı. Burası kötü bir yer değil asla değil. düzeltilebilecek, en azından düzene sokulabilecek bir yer. Senin gibi insanlarla dolu. iyi ve saf. onların kirlenmesine göz yumamazdık. Kinsey bir makine yaptı. Buraya geldik. Ancak diğer tarafta hala aktif olduğu için bizi buldular. Kinsey'e söyleyemeyiz ancak peşinde biri var. Ona yaklaşmadığı müddetçe görünür kalacak bir düşman. Ona göz kulak ol lütfen.' 


Ash kesinlikle şaşırmıştı. Prometheus demek. Evet öyle düşünülebilirdi. Haklılardı. Ve de o yardım edecekti. Kinsey'in zarar görmesini o da istemiyordu. Onları izlemişti etrafı kolaçan etmişti ancak Kinsey'in Kenneth denen adama bakışları onu rahatsız etmişti nedensizce. Acaba Patricia da birine böyle baksa aynı duyguları hisseder miyim diye düşündü. İçinden bir ses: Tabiki de seni ahmak! diye onayladı. Düşüncelere daldığının farkındaydı. Sıyrılması da harika kulakları sayesinde oldu. Bir taş sekme sesi duymuş ve o yöne bakmıştı. Kardeşler geldiğinde gördüğü kıyafetlere benzer kıyafetleri olan sarı saçlı bir kız elinde tuttuğu hançeri sıkarak lokantaya bakıyordu. Pencereyi eritebilirdi bakışları. Nefreti somut olarak hissetmiş, hançerinin soğuk ay ışığı altında parlayan metal, keskin kısmı boynunu kesmişti de o kanları tutuyordu. Yutkunamadı. Kadın hareket etmeden hareket etmeliydi. Hızla ayağa kalktı ve daha kız ne olduğunu anlamadan üzerine çullandı. Kız o kadar güçlü ve yılan kadar kıvraktı ki ellerinden kaçırıyordu neredeyse. Zar zor tutmuştu. Elleri acıyordu. Boğuşma sırasında boğuk ve de sokaklar boyunca yankılanan sesi le kızın elindeki hançer fırlamıştı. Ona tıslayarak bakıyordu. 


-Ne yaptığını sanıyorsun seni aciz kul? 


Kahkaha attı Ash. 


-Emirleri yerine getiriyorum. Sabit dur da boynunu kırmayayım. 


Kız bir daha tısladı. Sanki ses saçlarından geliyordu. 'Belli bir görünümü yok Ash.' diye fısıldadı birisi. Belli bir görünümü olmayan ve sinirli bir kadın neye dönüşür Ash? Aklına sadece ablasının okuduğu efsanelerdeki Medusa geliyordu. Bu düşünce ile omzunda keskin bir acı hissetmesi bir oldu. Omzuna bakınca koluna saçların değil böceklerin dolandığını gördü. Saçlar şekil değiştirmiş bütün çıyanlar olarak onun koluna dolanıyorlardı. Canlı çıyanlar. Kolunu silkeleyerek geri çekti ancak diğer elini bırakmadı. Elleri güçlüydü ve kadın ne kadar debelenirse debelensin kurtulamıyordu. Kolu hala acıyordu ve kadının kıpırtıları da onu iyiden iyiye sinir etmişti. Gözlerini sıkıca yumup açtı ve ilk kez bağırdı.


-Kımıldamayı ve oynamayı kesmezsen yemin ederim bu evren onun değil senin mezarın olacak Engelbertha! 


Bu kızla beraber onu da afallatmıştı. Bir süre kızın korkmuş sarı gözlerine baktı. Saçları tekrar sarı ipeğe dönmüştü. Gözlerinde gerçekten korkuyu duyuyordu. O korkuyu bir mil öteden almayı öğrenmişti. Kulağına dolan araba sesi ile lokantaya baktı. Kinsey orada değildi.


Engelbertha eline bulunamaz bir nimet almıştı. Korkmuştu. hayatında kimse ona bağırmamıştı. karşısında duran evsizden başka. Mağara adamı diye düşündü. Evsiz olması yakışıklı olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Ancak genç şimdiden Patricia'nın evcil hayvanı olmuş gibiydi. Aynı korkak Alec gibi. Gencin dikkati yoldayken ve Kinsey'i bulamayacağının yarattığı farkındalık ile gencin çenesine kafa attı. Ash kanayan ve sızlayan dudağına ellerini götürdü. Ne olduğunu anlamadan Engelbertha bir engerek gibi hızla yerde süründü ve eline demin kaçırdığı baya büyük gelen ve de dengesiz hançerini aldı. Ash'a çevirdi.


-Yaklaşma! ellerini başına koy! Kinsey'i koca şehirde bulamam ama ayağıma gelmesini sağlayabilirim. İlerle!


Ash bir küfür savurup ayağa kalktı. Kadın kesinlikle çok tehlikeliydi. Yaptığına inanamayarak yarı küfreder halde boş, çaresiz, suskun taş sokaklarda onun dediği yerlere ilerlemeye başladı. En azından sözünü tutmuştu. 



*22 Ağustos 2020*



sonraki bölüm



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eros'un Laneti

                       Güneşli bir gündü. Olması gayet doğaldı da. Güneş'in tanrısı Apollon vardı zira. Nasıl olmasın? Biraz da aşk kokusu var sanki. O da Afrodit'den olma Eros'tan geliyor olmalı. Işığı ile herkesi ve her yeri aydınlatan lord Apollon, Eros ile konuşuyor hatta onunla dalga geçiyor olabilirdi. Eros'un heykeltraşların yonttuğu yüzü sertleşiyor, yontulan taşlardan bir parça haline geliyordu.  - Sen buna ok mu dersin Eros?  Eros'tan hoşnutsuz sesler çıkıyor, parmakları arasındaki okları sıkıyordu. Buna rağmen güldü aşkın lordu.  - Evet lord Apollon. Gümüş ve altın oklar... Aşkın okları ve nefretin okları.  Çok güzel güldü Apollon. Gülüşünden ışıklar saçılıyordu. Altın sarısı saçlarını savurdu ve altın oklarından birisini çıkardı.  -Bak Eros, ok budur. Seninkiler ok mudur? Yoksa sadece birer talim kılıcı mı? Peki o yay mıdır? Benimkisi gibi olanlar oktur. Bak ışıltılı günün okları. Veba okları... Kikloplar dövdüler.  Sadece gülümsedi aşkın yakışıklı tanrı

Yazardan Seçmeler

 Bu sayfadan ben White Rose'un kitaplarında ve kitap olmamış tek bölümlük hikayelerine ulaşabilirsiniz. İyi okumalar dilerim  Eros'un Laneti   Çiy   Çocuk Alman Tablosu   The Mystyc History   Tarihteki Modern Kadın 1855 Cadısı Historymaker Queens Series Dynasty Prometheus Thanatos ve Eros Mary on cross The Key Of Darkness

Thr Key of Darkness (1)

  THE KEY OF DARKNESS --- Chapter One --- Tears of the Monster The sun was rising over the skyline as a scary monster approached a home. Elenor woke up and smiled. Her maid Nancy came in and spoke cheerfully. “Madam, today is your wedding day. You are a very lucky woman in England.” Elenor looked into her eyes and got out of bed. “I think this day will be amazing.” But destiny had other plans. Darkness, pain, and screams were everywhere. At the Marquee of Solisticashire, Samuel of Solisticashire talked to himself. “I hope she never learns about my dark side. It will not be good for her. But she will hurt. I wish she did not want to marry me. Little shy girl, making a deal with a demon.” The demon was Samuel, and he was a bad guy. He was narcissistic and cruel. He was feeling nervous now, thinking, “Am I a ghost or a monster?” Samuel was like a panther, graceful and dangerous. He looked like he could kill with kindness, but he was a cruel kind of man. Elenor got dressed, p