Ana içeriğe atla

Eski Yangın

 Joseph rahat bir şekilde koltukta oturuyordu. Elindeki kitabı okuyordu. Dante'nin Ilahi Komedyası. Yüzünde küstah bir ifade vardı ve Daniela onun cehennemin hangi katında olacağını düşündüğüne yemin edebilirdi. Ancak sanki çözemiyordu. Belki de beğenmiyordu. Burnu biraz daha havaya kalkmıştı. Derin kahveleri ona Anubis'i hatırlattı. Ürperdi. Sanki ölüm onun içinden geçmişti ve hemen yanındaydı. Aslında evet yanındaydı. Bu adam onu infaza gelmiş bir cellattı. Gözlerini ondan çekti ve yanındaki camdan kararan havaya baktı. Hala Kinsey geri dönmemişti. Acaba bir şey mi olmuştu diye hayıflanmak istemiyordu. Sonuçta yanında çok saygın bir bilim adamı vardı. Basına kötü ne gelebilirdi ki? Içine biraz daha karanlığı çekmek için pencereyi açtı. Omuzlarındaki şal neredeyse düşmüştü. Pek de önemsediği söylenemezdi ya olsun. Koltuğa tekrar çöktü ve kollarını pervaza koyarak karanlığı ve zibilyon tane yıldız olmasına rağmen gözükmeyen yıldızlara, sanki görebilirmiş gibi, bakmaya başladı. Hafif bir esinti içeriyi doldururken tül perde dans etmeye başlamıştı. Dışarıyı ve sokak lambaları altında yürüyen aşıkları izlerken hemen arkasından bir ses geldi.


-Camı kapat. 


Ses ensesindeydi. Sıcaklığını hissedebiliyordu. Yavaşça ona döndü. Joseph onu, boy avantajından dolayı, süzüyordu. 


-Efendim? 


Anlamamış olmanın verdiği çocuksu merakla çıkmıştı sesi Daniela'nın.


-Pencereyi kapat. Şimdi.


Şaşkınlıkla gözlerini büyüttü kız. 


-Neden? 


-Hava soğuk.


-Hiç de değil.


-Pencerenin önünde duruyorsun hasta olacaksın. 


Daniela'nın kalbi tekledi. Onu önemsemiş miydi? 


-Sen demin beni mi önemsedin? 


-Hayır neden? 


- Evet önemsedin. Biz nişanliyken bile benimle ilgili hiçbir şey ağzına almazdın.


Joseph komik bir şey demiş gibi güldü. 


-Hadi ama Daniela seni neden önemseyeyim? 


Haklıydı hiçbir şey yoktu aralarında. Tabi ki antlaşmaları vardı ancak bu onu önemsediği için değil sadece onun çıkarları içindi. Tekrar pencereye döndü Daniela.


-Sana kapatmayacağımı söyledim boşuna başımda bekleme. Otur. 


Joseph bir şeyler mırıldandı ancak oturmadı.  


-Sadrazam ne yaparsa yapsın sizi varislikten reddedemez. Yani buna güvenme.


-Ben hiçbir şeye güvenmiyorum.


-O zaman sözümü dinle!


-Hangi sıfatla sen bana emir verebiliyorsun? 


-Müstakbel kocan sıfatıyla canım.


-O sıfatı sadece benim topraklarım için alacaksın. Benim ve kız kardeşlerimin insanlarını korumak için alacaksın. Yani bu benim üzerimde etkin olduğu anlamına gelmez. Kaldı ki gerçek bir evlilik olsa bile bu anlama gelmezdi çünkü bayim eğer böyle bir şey yaparsan ne yapar eder babama ulaşırım ve benim yerime sen infaz edilirsin. Veya sadece orada çürürsün ve o en büyük hayalin olan infazı asla gerçekleştiremezsin. 


Sakinlikle söylediği sözler üzerine Joseph daha da yaklaştı. Kızı belinden tutup koltuğa oturttu ve pencereyi kapattı. 


- Seni düşünmek ne zamandan beri suç oldu. 


-Kendimi düşünebilirim. 


-Hiç düşünüyor gibi durmuyorsun leydim.


- Bu seni hiç alakadar etmez. 


-Eder! Hasta bir kadının kocası olmak istemiyorum.


-Sanki ömür boyu hasta olacağım. Alt tarafı bir hafta ne abarttın.


-Kilise denen yere gitmek de var ucunda.


-Sen nerden? 


-Seninle nişanlıydım. Uzun süre hatırlıyor musun bilmiyorum Daniela. 


Göz devirdi. 


Daniela ayağa kalktı ve kapıya ilerledi. Ayakkabılarını giyiyordu ki bir homurtu duydu.


-Nereye? 


-Sen gelmeden yaşadığım hayatı yaşamaya. 


-Sahile yani...


-Bu seni neden bu kadar ilgilendiriyor?


-Biraz önce de bunu konuştuk. 


Daniela derin bir nefes alarak dışarı çıktı. Karanlığa gömülü sokaklara baktı. Sağ kolunu kavrayarak yürüdü. Sonunda tekrardan kaçtığı yere gelince durdu. Artık kaçamazdı ya. Ayaklarını denize sarkıtarak kayalığa oturdu. Gözleri denizin üzerindeki gümüşi dolunayla oynaşıyordu. 


-Efendim yangın! 


-Nerede? 


-Efendim, konakladığınız yer,cayır cayır yanıyor. Nişanlınız Daniela da içeride. 


Joseph'in gözleri koyuluverdi. Daniela'yı sevmiyordu evet. Onun için çok mızmız ve sulugözdü. Yalan da söyleyemezdi Sophia ondan daha güçlü ve onun için uygun bir eş olurdu sonsuza kadar bekar kalmaya karar vermeseydi. Ancak nişanlısının konakladıkları yerde çıkan yangında mahsur kalması ona yapılan bir hakaretti hiç şüphesiz. Arabasına atladı ve yangının olduğu yere doğru gitmeye başladı. Bir yandan da kızın orada korkudan donup kaldığına emin bir şekilde kaderine ve eş seçimine kızıyordu.


Daniela burnuna dolan yanık kokusu ile gözlerini aralamıştı. Kapının altından dumanlar geliyordu. Öksürerek pencereye koştu. Etrafına bakındı. Binanın sol tarafı cayır cayır yanıyordu. Ve sokağın karşındaki evler de... İnsanlar kendi evlerini söndürmeye çalışıyorlardı. Hemen harekete geçmezse yanacağını fark etti. Binayı tanımamasına rağmen her şeye karşın binanın tersinde, sağında ,bir çıkış olmalıydı. Koşarak kapıyı açtı ve dışarı çıkmaya çalıştı. Ancak sol taraftan gelen insan akınına karşı çıkamadı. İnsanlar onu itiyor ve çıkmasına izin vermiyorlardı. O da uçsuz gibi görünen insan selinin dinmesini beklemeye karar verdi. Birkaç saniye sonra kimse kalmamış ve alevler daha da büyümüştü. Koridor boyunca depera kalktığı anda yeni alevlerin sıçradığı odalardan birinden bir ağlama sesi duydu. Bebek... Bebek ciğerleri patlayıncaya kadar ağlıyordu. Gözleri dumandan yanmasına ve nefes alamamasına rağmen öksürükler içinde odaya girdi. Etrafa bakındı. Yatağın üzerinde bir bebek vardı. Ancak,ancak annesinin kafasının üzerine düşen kalastan dolayı kanlar içinde yerde yatıyordu. Oda cehennemden farksızdı. Gözlerini açık tutmaya çalışarak bebeğin yanına ilerlerdi ve onu kucaklayıp sıkıca şalına sarıp odadan çıkmaya yeltendi. İyice büyüyen alevlere boyun eğen kirişlerden biri daha tam önüne alevler içinde düştü. Ani bir refleksle sağ  kolunu öne atmış  ve bedenini geri çekmişti. Sol omzunda bebek şalı ile bağlıydı. Sağ kolunu alevler yutuverdi. Can havliyle çekmesine rağmen alev almış gömleği ile karşılaştı. Oradan yatağa ilerlerleyip kolundaki ateşi söndürmek için hızla yatağa vurdu. Ancak bu sefer yatağın üzerindeki yorgan alev aldı. Kolunun yanmasına artık önemsememeye çalışarak koşarak küçücük kalan açıklıktan koridora çıktı. Koridor tamamen alevler altındaydı. Depara kalktı. Alevlerden biraz uzaklaşınca ise sinirle sağ kolunu duvara vurmaya başladı. Alevler söndü. Ancak kolunda dayanılmaz bir acı daha peydah olmuştu. Koşar adım ilerledi.


Joseph  gelince duraksamadan binanın içine daldı. Koşarak onun nerede olduğunu ve neden çıkmadığını anlamak için onu aradı. Ancak yoktu. Üst katlara çıkmaya başlamıştı ki ciğerleri patlarcasına ağlayan bir bebek sesi duydu. Herkes dışarıdaydı. Kendi nişanlısı hariç. O zaman bu bebek sesi de neydi? İçine gelen takip etme iç güdüsü ile sesin kaynağını aradı. Bunca zaman içgüdüleri onu asla yarı yolda bırakmamıştı. Bebek 3. kattaki ana koridordaydı. Ve ve lanet olsun ki yerde baygın yatan Daniela'nın kucağındaydı. Hızla kızın yanına ulaştı Joseph. Kucağına alıp çıkışa ilerledi. Sonunda temiz havaya çıktıklarında orada bekleyen sağlık ekiplerinin yanına götürdü onları. 


Daniela gözlerini kendi yatağında açtı. İlk başta her şeyi rüya sandı. Ancak alçıda olan ve dayanılmaz bir şekilde acıyan kolunu görünce rüya olmadığını anladı pencerenin önünde joseph duruyordu ve dalgın dalgın başkenti izliyordu.


-Joseph.


dedi kurumuş dudakları arasında. joseph ona döndü ama çok gaddar bir ifade vardı yüzünde.


-Daniela...


-Bana ne oldu?


-Bayıldın. 


-Anladım. O iyi mi?


-Bebek mi?


-Evet o.


-Evet şuanda yetimhanede. Sağlığı da iyi. 


İç çekti Joseph. 


-Seninle konuşmam lazım.


Gülümsedi kız. Mutlulukla ona baktı. Onunla konuşmayı seviyordu. Onun sesini, tonunu, gözlerini, düşüncelerini... Her şeyini seviyordu ve bu sevgiyi kalbinin en derinliklerinde hissediyordu. 


-Tabi ki.


-Ben seninle evlenmek istemiyorum.


Kız duraksadı. Yanlış mı duymuştu. Evlenmek... İstemiyor muydu? 


-Ne? Nasıl? Evlenmek? 


Joseph soğuk yüzüyle parmağındaki yüzüğü çıkardı ve onun avcuna koydu. 


-Evet öyle Daniela. Senin mızmızlığın güzelken çekilirdi. Ancak şu anda... Doktorlar kolunda derin ve çirkin bir iz kalacağını söyledi. Hem ben gerçekten seninle yapamam. Çok çok iyi kalpli ve safsın. Seni sevdiğime inanacak kadar hem de.


Daniela'nın uçları yanmış saçlarını narince okşadı.


-Beni anlayacağını umuyorum. 


Kapıdan çıkıp gitti. Daniela öylece kalbi paramparça kaldı.  


Daniela gözlerini dolunaydan çekti ve çalan telefonuna baktı. Sophia arıyordu. Onu merak etmiş olmalıydı. Yeşil tuşu kaydırdı. 


-Efendim?


-Neredesin sen? Kucağıma bir bomba koyup kaçabileceğini mi sandın? Hem...


Sesini azalttı Sophia.


-Onunla aynı evde durmak istemiyorum. Tek... 


-Tamam geliyorum Sophia.


Telefonun kapandığını söyleyen ses kulağını doldurdu. Telefonu yavaşça kucağına koydu ve yanık izinde elini gezdirdikten sonra ayağa kalktı ve derin bir nefes alıp eve yürüdü. 



*2 Kasım 2020*


sonraki bölüm



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eros'un Laneti

                       Güneşli bir gündü. Olması gayet doğaldı da. Güneş'in tanrısı Apollon vardı zira. Nasıl olmasın? Biraz da aşk kokusu var sanki. O da Afrodit'den olma Eros'tan geliyor olmalı. Işığı ile herkesi ve her yeri aydınlatan lord Apollon, Eros ile konuşuyor hatta onunla dalga geçiyor olabilirdi. Eros'un heykeltraşların yonttuğu yüzü sertleşiyor, yontulan taşlardan bir parça haline geliyordu.  - Sen buna ok mu dersin Eros?  Eros'tan hoşnutsuz sesler çıkıyor, parmakları arasındaki okları sıkıyordu. Buna rağmen güldü aşkın lordu.  - Evet lord Apollon. Gümüş ve altın oklar... Aşkın okları ve nefretin okları.  Çok güzel güldü Apollon. Gülüşünden ışıklar saçılıyordu. Altın sarısı saçlarını savurdu ve altın oklarından birisini çıkardı.  -Bak Eros, ok budur. Seninkiler ok mudur? Yoksa sadece birer talim kılıcı mı? Peki o yay mıdır? Benimkisi gibi olanlar oktur. Bak ışıltılı günün okları. Veba oklar...

Yazardan Seçmeler

 Bu sayfadan ben White Rose'un kitaplarında ve kitap olmamış tek bölümlük hikayelerine ulaşabilirsiniz. İyi okumalar dilerim  Eros'un Laneti   Çiy   Çocuk Alman Tablosu   The Mystyc History   Tarihteki Modern Kadın 1855 Cadısı Historymaker Queens Series Dynasty Prometheus Thanatos ve Eros Mary on cross The Key Of Darkness

Thr Key of Darkness (1)

  THE KEY OF DARKNESS --- Chapter One --- Tears of the Monster The sun was rising over the skyline as a scary monster approached a home. Elenor woke up and smiled. Her maid Nancy came in and spoke cheerfully. “Madam, today is your wedding day. You are a very lucky woman in England.” Elenor looked into her eyes and got out of bed. “I think this day will be amazing.” But destiny had other plans. Darkness, pain, and screams were everywhere. At the Marquee of Solisticashire, Samuel of Solisticashire talked to himself. “I hope she never learns about my dark side. It will not be good for her. But she will hurt. I wish she did not want to marry me. Little shy girl, making a deal with a demon.” The demon was Samuel, and he was a bad guy. He was narcissistic and cruel. He was feeling nervous now, thinking, “Am I a ghost or a monster?” Samuel was like a panther, graceful and dangerous. He looked like he could kill with kindness, but he was a cruel kind of man. Elenor got dresse...