Ana içeriğe atla

Amansız Avcı

 Yanımda oturan adama baktım. Kenneth Jones rahat bir tavırla etrafını izliyordu. Patricia'nin hemen yanında ağlıyor oluşu veya Daniela'nin tekrardan mırıldanmalarina geri dönmesinden rahatsız değil gibiydi. Umursamazca kapalı gözleri ile bir düşen başını kaldırdı ve gözlerini birkaç kez kırpıştırıp bana baktı. Neden öyle bakıyordu bilmiyorum. Ben insanları okumayı beceremezdim. Yemin olsun ki Kenneth da en okunması imkansız kişiydi. sanki özellikle bunun için eğitilmiş gibiydi. Derin bir nefes çektim içime. Ash'ın geri gelmediği her dakika mideme kramplar giriyor safra kusacak gibi oluyordum. Ancak etrafıma bakınca tek bir kişinin ayakta kalması gerek gibiydi. Patricia için. Ablamı günahım kadar sevmiyor olsam da ,tamam biraz seviyorum o beni sevmiyor sanırım, onun bu şekilde savunmasız duvar dibinde oturuyor oluşu hiç hoşuma gitmiyordu. Uzun zaman sonra onu bu şekilde görüyordum. Sadece küçükken onu böyle görmüştüm. 


Sarışın küçük kız duvar dibine sinmişti. bütün uzuvları korkuyla titriyor, kasılıyor, sarsılıyordu. Yüzü çok değişik duruyordu. Acı içindeydi ama neden acı çekiyordu bilmiyordu bile. Kanayan ruhu muydu yoksa bedeninden bir yer miydi seçemiyordu. Kendi hatasında boğuluyor gibiydi. Akan gözyaşları onun hataları olduğunu 'düşündüğü' şeylerdi hiç şüphesiz. Hıçkırarak ağlıyordu. Başında bir zebani gibi dikilen kavruk tenli Nana'sı kollarını kavuşturmuş sadece krallarda olabilecek bir gaddarlık ve gururla şişmiş göğsü ile duruyordu. Bir zamanlar kralın dahi beğenisini kazanmış yüzün güzelliğine kraliçeye duyduğu kin ve nefret gölge düşürmüş, gözleri acı ve garip bir istekle cayır cayır yanıyordu. kız gözlerini kaldırmaya korkuyordu. kapının hemen eşiğinde ise kahverenginden siyaha çalan saçlarını örmüş, erkek kıyafetleri içinde bir kız çocuğu izliyordu onları. Olanları aklı almıyor ona çok ağır geliyordu. Nana ince dudaklarını araladı. 


-Sen bir prensessin. Gelecekte böyle mi taç takacaksın? 


-O benim kardeşim! 


Diye bağırdı bağrından kopan bir acı tanesiyle. 


-O bir canavar.


Diye devam etti Nana. 


-O yok edilmeli ama yasalar buna karşı çıkıyor. Bir gün bizi yok edecekler. Ve seni de! Bir gün o aman o benim ablam demeyecek. Seni de ağabeyini de ve diğer kardeşlerini de katledecek ve sadece o taç için. O aciz, muhtaç ve dahası. O taç için her şeyi yapar çünkü güçsüz. İnsanlara tek bir şekilde kendini kabul ettirebilir. Onları yöneterek. O yüzden ondan uzak duracaksın tamam mı Patricia? Ona karşı duygu beslemeyeceksin. Duygu sadece bir dezavantajdır. Düşmanına karşı duygu beslemeyeceksin anladın mı? 


Korkuyla başını salladı Patricia. Kapının arkasından izleyen kız ise yemin etti. Ne olursa olsun o taca dokunmayacak ve bakmayacaktı. 


-Ve bakmadı öyle mi? 


Sesinde inanılmaz bir tını vardı gencin. Buna inanmamak için aklı ve tüm bedeni sarsılıyor, direniyordu. Bu çok saçmaydı. en güçlü krallığın prensesi, ölüm çığıranların komutanı ve bir prensesliğin başı o taca dokunmak istemiyordu demek. Bu onda daha büyük bir merak uyandırdı. Saçma olan her şeye merakı vardı. Çünkü saçmalık trajediden doğardı. Trajedi ise bir insanın en fazla zevk alacağı şeydi. Tabi ki izleyici ise. Şayet yaşayan taraf ise, bu duygu yoğunluğu sizi boğar, yavaş yavaş ölümünüzü izlerdiniz. kendi ölümünüzü... Genç başını iki yana salladı. 


-Bu inanılmaz bir şey. peki. sonra? Kızın mutlu bir hayatı mı oldu? 


Yaşlı kadın bir iç çekti. 


-Bunu hiç bilemeyiz evlat. Çünkü kız hala yaşıyor. Kinsey...


Sözünü kesti genç.


-Amansız avcı... Biliyorum. Kralın kızı. Keşke Caitriona anneyi dinleyip gitseydim. Şuan bu kadar fazla onlar hakkında bilgi edinmeye çalışmazdım.


-Tanrılar istedi oğul. Tanrılar bir kahineden, büyük kehaneti haber edenden, bilgi almanı istedi. 


-Ne demek bu? 


-Bak oğul, bu çetrefilli bir durum. Gereğinden fazla çetrefilli. Karmakarışık. Sanki bilinçli yapılmış bir yumak...


Sözünü kesti genç. 


-Bilinçli yumakları çözmek kolaydır. Sadece onu yapan kişinin nasıl düşündüğünü bulmalısın ve...


Kadın bir iç çekti. 


-Bu o kadar kolay değil. bizden daha güçlü varlığın, İlahın. bak oğlum, onun işlerine akıl sır erdiremezsin.


-Umrumda değil. Bu basit bir bulmaca ve siz insanlar bunu çözmekten acizsiniz. Başkalarının trajedileri ile mutlu oluyorsunuz. Atladığınız tek şey ise eğer onlar başarısız olurlarsa ,ki bu sadece bahsettiğin sadrazamın onları infaz etmesi ile mümkün, kaybedeceğiz. Onların aldığı riskin farkında bile değilsiniz. Ya hep ya hiç prensibi. Eğer kaybederlerse burası da düşer. O yüzden bana anlat ki onlara yardım edebileyim. 


-Pekâlâ oğul eğer istediğin buysa. Ama demeliyim ki istediğin şey imkansız. Sadece bir efsane. 


Omuz silkti genç. 


-Umursamıyorum! Onu bulacağım. Bu benim ölümüm olsa dahi. 


-İstediğin şey çok büyük bir şey. Ama sana istediğini vereceğim. Hem aradığın şeyi hem de o kardeşleri, karşılaşacağın her şeyi anlatacağım. 


Önceden bir delikanlı yaşarmış. Bu delikanlı sonsuz olmayı arzuluyormuş. ancak o bir çiftçiymiş. derebeyleri ile aşık atamayacak kadar az parası varmış. ancak bu genç diğerlerinden daha özelmiş. Kalp gözü... Bu kalp gözü insanların en derin arzularını açığa çıkartan büyülü sesi ve ön görüsüymüş. Öyle ki birisi ile konuşmaya başlasa o kişi bülbül gibi asıl amacını dermiş. Bu delikanlı böyle yaşayıp giderken içini yakıp kavuran sonsuz olma arzusuna boyun eğmiş ve o zamanın en ünlü bilginine gitmiş. Bu bilgin ona bir kehribar taşı vermiş ve ortasını delip içine tükürmesini istemiş.* Bu şekilde sahip olduğu özellik bu taşa aktarılacak ve bu kehribarı,elektronu*, elinde tutan kimse nasıl birisi olduğunu söylemek için yanıp tutuşacakmış. delikanlı bilginin dediğini yapmış. ancak bu taştan başı yanan bir suçlu sinirini alamamış ve o evde yokken evinin kapısını penceresini yıkmaya başlamış. Eve gelen delikanlı öyle sinirlenmiş ki bir lanet savurmuş. Lanetinin kabul edileceğini hiç düşünmezmiş ancak delikanlı o kadar temiz kalpliymiş ki İlah onun lanetini kabul etmiş. toprak bir anda evi yutuvermiş. her şeyiyle. delikanlı da dahil. Öyle derler ki o ikisi hala daha toprağın altında kavga eder durur. toprağın yutmadığı tek şey bir kuyuymuş. oraya bağlanan su kanallarına sahip bir kuyu. ve bu kuyuya kim yaklaşırsa onların kavgalarını işitiyormuş. 


Delikanlı başını salladı. 


-Anladım. Nerede bu kuyu? 


-O senin bulmaca çözme becerine bağlı. Çetrefilli dememin nedeni de tam olarak bu. Onların yaşadığı hayatta bunun ipuçları var. Eğer görebilirsen. 


İç çekti genç. Beklediğinden daha zordu. Ama yine de denedi. Sadece dinlemeyi. 


- Kinsey bakışlarını o taçtan uzak tuttu. Onun da senin gibi güçleri yoktu. O da senin gibi olmayan güçlerini gölgeleyecek şeyler buldu. Onunkisi zekaydı. Onda olmayan güçleri telafi etmesi için İlah zeka bahşetmişti. Seninkisi de orantısız gücün. Onun fazlası zarar olan özelliği içinde bitmeyen kanıtlama isteği. Kendini kanıtlamak için her şeyi yapardı. Aklına gelebilecek her şeyi. Seninkini ise kendin bulmalısın. Ancak onunla bir olan bir yanınız daha var. O da ikiniz de kendinizi ve gücünüzün yoksunluğunu kapatan özelliğinizi av için kullanıyorsunuz. Şayet bu dünyada birbirini anlayacak iki kişi varsa bunlar sizsiniz. Kinsey'in tam ismi nedir bilir misin? 


Başını iki yana salladı genç. Bu prenses ile ilgili hiçbir şey bilmiyordu. Koca bir hiç. Sanki boşluğun kendisiydi onu tanıdığı düşünceleri. 


-Ben de öyle düşündüm oğul. Tam ismi Kinsey Alphonsine Nooren. 


-Alphonsine... Bu isim, Kinsey denizinde yaşadığı söylenen manyak karının ismi değil mi?


Gülümsedi yaşlı kahin Cassandra. 


-Ta kendisi. İsmini bu zapt edilmesi imkansız denizden ve efsanesinden aldı. Bilirsin, adlar kaderi yazarlar, karakteri fısıldarlar ve ölümlerini mırıldanırlar insanların. O yüzden dikkat etmen gereken kişi o değil. 


Şaşırmıştı delikanlı. Ölümün habercisi olarak anılan ve herkesin titrediği bu kızdan daha büyük bir tehlikeden bahsediyordu. Bunun imkanı ver mıydı? Bunun olabilmesi için karşısına çıkacak kişinin Odysseus olması gerekirdi ve yahut Akhilleus. Ancak hayır. Kadının gözleri bu ikisinin de olmadığını söylüyordu. 


-Kahin Cassandra, kim o? 


- Sesli gelen bir fırtınadan korkarsın evet ama endişe duymazsın. Hazırlığın vardır ve olacakları kestirebilirsin. Ancak sessiz gelen bir felaket... Bunun kadar acı veren başka bir şey daha yoktur. Kardeşler belli bir zıtlıkta kuruludur. Şu gideceğin yerdeki bir filozofun dediği tözler gibi. Su, hava, ateş ve toprak. Ve demiş ki Empedokles, yine aynı filozof, bu tözlerin çeşitli oranlarda karışması ile maddeler olur. Bunu yapan sevgidir. Sevgiden başka hiçbir güç onları bir arada tutamaz ve nefretten başka hiçbir şey olmuş olanı koparamaz. 


Yere bir daire çizdi Cassandra. Kuzeye doğru olan yere bembeyaz bir taş koydu. 


-Kuzey kuraktır. Ve de soğuk. Öyle keskindir ki soğuğu duramazsın. Hiçbir gül bitmez. Çoraktır oralar. Hiçbir gül bitmez. Bitki yeşermez. Sadece orayı sevenler ayakta kalabilir. Bu Patricia'dır. Seninle asla muhatap olmayacak kadar burnu havada prenses. Kalbindeki sevginin hepsi zorla alınmış, çoraklaştırılmış prenses. Ancak o seni severse ve de sen de onu seversen yaşarsın yanında. Sana güvenir inanır ve sana zarar vermez. Ölümdür Patricia, topraktır. Soğuktur ama en son gittiğin ve de ilk geldiğin yer daima odur. Tüm kapılar ona çıkar. O herkesin içinde bulunan benlik, savaştığı gerçekliktir. 


Batıya mavi bir taş koydu Cassandra. 


-Batı soğuktur. Nemlidir. Yağışlıdır ve asidir. 4 yönden en asisidir. Başına buyruktur. Denizdir o. Hükmedilemez. Yüzünde o kurnaz ve hain, asi sırıtışın çizgileri vardır. Bu Kinsey veya senin bildiğin , Fallon, avcının kızı. Deniz hep köpürür. Dalgalı sularda sarp kayalıklar tek şeydir. Onun için gözünü karartmış olmalısın. Akıntısı kuvvetlidir. O nedenle bir tehdit değil. Sen zaten gözü kararttın. Gideceksin. 


Güneye pembe bir taş koydu yaşlı, sarkmış deri ile sarılı elleriyle . 


-Güney sıcaktır, nemlidir. Yumuşak başlıdır genelde. O da hükmedilemez. Ancak durağındır. Canı sıkılana kadar. Öngörülebilir. Bu Daniela'dır. O sevecen bir kızıdır. İçindeki gücün kesinlikle farkında değil. Ancak o da senin için bir tehdit değil. Hatta seni kabul edecek tek kız kardeş o. Kinsey en sarp kayalıkta lanetli topraklara, çürük zemine prensesliğini kurunca ona yardım eden, kabul eden tek kişiydi. Kinsey denizi sever. Deniz kıyısında bulunan elektronun lanetlediği torakları sevdi. Ona Symirni'yi anımsatmıştı ve de at üzerinde koşan göğüssüzleri. Daha da çok seni. Her göğe baktığında göreceği bir yere dikti gözlerini ve Daniela ona sahip çıktı, üç dişli yabanın açtığı kaynar köpükler ile. 


Ve en sonunda doğuya kan kızıl bir taş koydu lanetli kahin. Bir şeyler yakalaması lazımdı ancak anlamıyordu genç. 


-Kanlı elleri ile savaşı kendine aşık etmiş kadının yolu izlenmeli ki kaçınılsın ölümden. İçlerindeki en sakini en durdurulamayacak kıyım. Kıyım var içinde. Sophia, isminin benzerliğine aldanma, sadece bir yanılsama. Ateştir o. Kızıl elli kadının elçisi, doğunun prensesi. Kuraklığı yayan, savaşın kızı kendisi. Sophia'dan çekin. Ölüm var onda. Yıkım. Kendi ellerinden gelecek ölümün... İçlerindeki en büyük tehdit o! Gittiği zaman Kinsey'e arka çıkmayan, gönlü taş kalpli kişi o! Asla maskesine aldanma. anladın mı beni? 


Cassandra gencin bileğinden tuttu. Kavradığı elinin eklemleri bembeyaz olmuştu. Gencin eli ise mosmordu. Cassandra'nın yaşlı parmakları gencin etine gömülüyor, onu adeta kazıyordu. dudaklarını dişledi genç. Cassandra bir kez daha, bu sefer, tıslamaya benzer bir sesle tekrarladı dediklerini. Gencin gözleri yerinden fırlayacak gibiydi. Cassandra'nın dokunduğu yerler alev almış gibi yanıyordu. Pelteğe dönmüş beyni en sonunda başını sallamasını emretti. 


-Evet kahin. 


İç çekti Cassandra. Yıllanmış sesi hoş tınısına döndü tekrar. 


-O Patricia gibi değildi. Patricia'dan daha korkunçtu. Patricia, zavallıcık, bunun için eğitilmişti. O gözdeydi. Her ortanca kardeşin kanayan yarasıdır ondan büyüğün tercih edilmesi. Yemin olsun Sopiha ondan daha iyi yönetici olur. O uzun zamandır durgun bir taş gibi. yani duygu hissetmiyor. Dışarıda akıp giden bir hayat var ama hiçbir şey onu heyecanlandırmıyor. Bu onu kusursuz yapardı. asla acımayanlar kazanır çünkü. En güzel ütopyalarda da öyle. Bu düzeni seven kimseler diğerlerine yani güçlü olana yenilir. Nefretimiz sevgiyi ezer ve aşar, doğada kış sonbaharı ilkbahar kışı yaz ilkbaharı ve sonra sonbahar da yazı kovar. Asıl sorum kim daha güçlüdür. Bunu asla çözemezsin. Hangisi daha duygusuzsa o güçlüdür. Kaybetmekten korkmuyorsa, emelleri için her şeyi yapabilecekse ve de kendine güvenmiyorsa. Güvenin fazlası zarardır. Çünkü karşıdakini küçümsemeye başlarsın ve yenilirsin. Silinirsin. Sophia asla yenilmeyecek birisi. Ama daha da önemlisi var. O silik birisi. Kimse ondan gelecek bir hamle beklemez. Ancak o hep en güçlü silaha sahiptir. 


-Bilgi mi? 


-Bana bilgi güç içindir mavalını okuma! O manipüle etme yeteneği ile doğdu. Bu o kadar nadir o kadar güçlü ki... 


Orta yaşlarındaki kadın karşısında duran kızıl saçlı genç kıza baktı. Kızın saçları sıkı bir topuzla gizlenmişti. Kollarını önünde birleştirmiş ona bakıyordu. Kadın gözlerini devirdi. 


-Sophia neden öyle bakıyorsun? 


-Buradan gideceksin. Yeterince zehirlisin. Daha fazla zehirlenmesine izin veremem ailemin. Gideceksin. 


-Sen değil beni sadece kralımız kovabilir. O annen olacak kraliçe dahi elini süremez bana. 


Burçta dolaşmaya başladı kız. Kollarını çözmemişti. Başı hafiften aşağıya düşüktü. O Patricia gibi başını eğmemezlik yapmazdı. Yumuşak gözüken mizacı hep buna engel olurdu. Ancak bu sefer bakışlarında başka bir ışıltı vardı. Amaca ulaşmak için yanan alev... 


-Eski güzelliğin yok değil mi Nana? Peki annemden neden nefret ediyorsun? Yoksa senin yerine tacı o taktığı için mi? Peki babam biliyor mu, onun çocuklarına birbirine düşman ettiğini? 


-Sana kimse inanmaz. Göz önünde olmak için yalan dediğine inanırlar. Şapeller de seni kurtarmaz. 


Gülümsedi kız. Yemin olsun o gülümseme yanında Satan*'ın gülümsemesi bir hiçtir. 


-Nana benimle oyun oynama. Ya nefret sarayına gideceksin ya da yeraltı krallığına. 


-Tehdit ha!


Kadının yüzü kararmıştı. Endişe, öfke, tiksinti, özgüven... Bunlar kadının suratının her yerine sicim sicim işlemişti. Kalenin en yüksek burcunda duruyorlardı. Rüzgar yoktu o gün. Güneş olağanca ışığını kadının gözlerine gönderiyor, kadının gözlerinde beyaz lekeler bırakıyordu. Güneş ışığını biraz kesen tek şey, kızıl saçlı kızın gölgesi idi. Kadın dizleri üzerinde mermer zeminde oturuyor ve karşısındakinin bir zamanlar aşık olduğu adamın kızı olduğunu onun yüzüne vururcasına duran gururlu çehreye aldırış etmemeye çalışıp bir de alayla dudak büküyordu. Titriyor muydu asla! Onu öldüremezdi. Katı kanunlar bunun içindi. O bile buna karşı çıkamazdı. Alay etmeye devam etti. 


-Bir yedek plan mı beni öldürecek, ortadan kaldıracak? Silik prenses... Söylesene asla gözde olamamak ama ona rağmen hayatına idame ettirememek nasıl bir duygu? Asla senin kadar aciz olmayacağım. 


-Sen daha acizsin. Bir dönemin görkemli dükünün kızı sarayda çalışmaya başlar. Eski ihtişamlı günlere ebediyen son. Bunu neden yaptığını ikimiz de biliyoruz. Ben senin kadar asla düşmeyeceğim. Şimdi seç nereye gitmek istediğini.


-Bana dokunamazsın! 


-Sana dokunacağımı söylemedim. A çok yazık zaman doldu. Yeraltı sarayında da asla huzur bulama. Yegane dileğim budur! 


Sonrasında kadının bedenini korkunç bir acı sardı. Bacakları titriyor bedeni onu parçalamak istiyordu. Kadın direndikçe bu iğrenç his daha da onu kavrıyor kurtulunması imkansız bir duruma sokuyordu. Sophia burçlardan kalenin içine doğru ilerledi. Kadının hala feryatları geliyordu. Ve Sophia asla yaptığı şeyi bırakmadı. 


-Ona ne olmuştu? Acı gücü Patricia'nın değil mi? 


-Ah oğlum. Acı çekmiyordu kadın. Yani kısmen. Kadının beynine yerleşmiş kuruntuları ile oynuyordu Sophia. Onu kendine zarar vermeye itiyordu. İtaat emrini veriyordu. 


-Kadını Sophia mı ortadan kaldırdı? 


-Hayır oğlum. Sophia değildi. Kinsey'di. Sophia onu yaşarken öldürdü. O zamanlar Sophia 17 yaşlarındaydı. Patricia'nın nişanı yapılmıştı ve Sophia bundan memnun değildi. Her ne olursa olsun, duygusuz dahi olsa, Sophia için önemli olan şeyler vardı. Bak sevdiği veya duygu hissettiği demiyorum. Önenmli diyorum. Bu ikisi arasında inci bir çizgi vardır. Sophia ,Patricia ile diama daha yakındı. Sevdiği veya önemsediği için değil, idealleri olan birisi olduğu için. Ona göre Daniela ve Kinsey çarpık birer prensestiler. Ve onun rakipleri değillerdi. Özellikle de Kinsey bu yarıştan uzun zaman önce ayrılmıştı. Ancak Patricia en güçlü rakipti. Sophia'nın önemli varlığı ise taçtı. Mutlu bir aile tablosu ve bir taç. Tıpkı tanrıça Hera gibi. Patrica en güçlü lordun oğlu ile nişanlanmıştı. Bu artık Patrica'nın batının kraliçesi olması anlamına geliyordu. 


-Sophia bundan hiç hoşlanmadı. 


-Hem de hiç. Onları bu duruma sürükleyenin Nana olduğuna inandı. 


-Ve onu delirtti. 


-Hayır onunla Kinsey Nana'yı ortadan kaldırıncaya kadar oynadı. Trajik şeyler yaşattı. Kimse bilmedi. 


-Ama o da şuan onlarla. Patricia'ya zarar verebilir. 


-Vermez. Hepsi şuanda kaçaklar. Görüldükleri yerde infaz kararları var. Birbirlerinden başka çareleri yok ve Sophia da bunun farkında. Hem Sophia onlardan nefret etmez. Unutma nefret en saf duygudur. Sophia sadece amaçlarına her yoldan ulaşmaya hazır birisi. Zorda kalmadan da birisini bırak karıncayı bile incitmez. Aslında bakarsan özünde iyidir. Sadece onun yoluna çıkma. 


-Anlıyorum. Peki ya Daniela? 


-Onun dışında her kardeş gücünün ve kudretinin farkında. O asla ama asla farkına varamadı. Güzelliğinin, gücünün veya içinde kopan fırtınaların. Güçler karakteri belirler. Onun bu kadar ,onların deyimiyle, çarpık olmasının nedeni gücü. 


Sustu Cassandra. Bir anda her yer karanlık bir sessizliğe gömüldü. Hatta öyle ki bu karanlığa batmış sessizlikte acı çeken ruhların çığlıklarını duyduğunu sandı. Çünkü konuşamayan acı dolu insanların ruhları gece karanlık sessizlikte çığlık atarlar. Genç başını karanlıktan Cassandra'nın gözlerine baktı. 


- Bu kadar mı? 


-Sadece sadece bu kadarını diyebilirim Orion*. Adaşın gibi sonunun olmaması dileğiyle. 


-Bekle adaşım da kim? Yerini demedi taşın! Bekle! 


Cassandra gülümsedi. Gözlerinde 'Öğrenecek çok şeyin var kahraman'bakışı gördüğünü sandı bir an. Etrafında altın bir hale parlarken gülümsedi. 


-Sana sadece son bir şey verebilirim. Bir kehanet. Ama asla unutma trajediyi takip et. Kehanetin çözümü trajedinin ta kendisinde toprağın 6 fit altında, 7 katmanlı şehrin kalıntılarında gizli. 


Kapadı gözlerini kahin Cassandra. Bozulmuş bir plaktan çıkan ses gibi kendini tekrarlayarak yankılandı gencin beyninde kehanet. 


-Gideceksin kaçtığın kanlı elli aşığın önüne dizler üzerinde. 


Oradaki katmanlı şehrin yıkılmış surlarında aradığın cevap. 


Ölümün çığlığı ile karşılaşacaksın, altının ikizi okçu olanla 


Adaşının kaderi senin kaderin, şarapçının laneti,


Cassandra da diyememişti kıyameti, 


Sessiz olanın var dalgalardan sorgucu 


Dönen aşıktan kaçının


Siyaha dönünce gece ve de Ay ve de Güneş sonsuz soğuk başlayacak tirada ve de ağıta 


Gelincik oğlan, kurt kız ve de engerek karşılaşmamalı, kanlardan nehir boğuyor dehayı 


Aşık olan görecek sevdiğini ve de ebediyen kavuşacak hayaline 


Ve de en sonunda gökteki ay gömülecek yere


Cassandra sapsarı bir ışık olarak gözden kayboldu. Bağırdı delikanlı bomboş ağaçlarla çevrili göğe. 


-Ne demek bu kayıp mı edeceğiz? Cevap ver! Cevap vermedin! Saçmalayıp gittin! Hey geri gel! 


Titredi omuzları avcının. Bu işe hiç girmemeliydim diye sarsıldı. Yok edeceğim her şeyi elime yüzüme bulaştırcağım. Bunu bunu istemiyorum. Fallon... Derin bir nefes aldı tam burada. Kendini o karanlıkta sesini duyurmak için bağıran, yaşarken susturulmuş ruhlar gibi hissetti. O ruhlar da mı böyle kimseye danışamamıştı. Ne yapacağını bilememişti. Tanrım lütfen yardım et onu bulayım. 


Sophia sakince pencereden dışarı bakıyordu. Karanlık yıldızlar onun gözlerine üşüşmüştü. İç çektim ve ben de bakışlarımı oraya çevirdim. Yıldızlara bakmak ablama ne hissettiriyordu bilmiyorum ama benim aklıma kaybettiğim yıllarım ve anılarım geliyordu. İyi anlaşabilecekken kaybolan fotoğraflar... Pişmanlık yaşanabilecekken yaşanamamış olaylara duyulan özlemdir demişti ünlü bir yazar. Kimdi hatıramda değil. Ben o hayalini kurduğum, özlemi ile yanıp tutuştuğum anıları yaşayabilir miydim onu da bilmiyorum. Bu o kadar ağır bir yük ki... bir şey bilmemek. Acı çekerken nedenini bilmemek, severken nedenini bilmemek, merak ederken bilmemek... Ancak insan dünyaya bilmek için gelmez mi? Bilememek ve içinde yok olduğum yumağın içinde biraz daha yok olmak, ucunu bulamamak ve nefessiz kalmak canımı sıkıyordu artık. Geride bırakamıyordum. Bir an durdum. Zamanımızın kalmadığını anlamıştım. Yutkundum. Ash bulunana kadar beklemeliydik. Her yer duyduğum üzerine düşman kaynıyorsa...


- Harekete geçmeliyiz. 


Patricia gözlerini kaldırdı. Bu onu sanki biraz olsun kendine getirmişti. Ancak hala yorgun gözüküyordu. Göz altları ve burnu bir hayli kızarmıştı. Ama itiraf etmem gerek çok güzel gözüküyordu. Dağılan altın sarısı saçlarını elleriyle geriye taradı. Kızarmış,kısmen morarmış, dudaklarını yavaşça kımıldattı. 


-Birkaç dakikacık daha... Ash gelinceye kadar. 


Joseph başını salladı. Pencereden yüzüne vuran ışıkta yüzündeki beyaz yara izi parlıyordu. Benim oraya mıh gibi çaktığım yara izi. 


Kinsey karşısında duran delikanlıya baktı. Sinirlerine hakim olmaya çalışıyordu ancak sarı elbise içinde hemen yanında kadife koltukta oturan Virginia sırıtırken ve Joseph rahat bir şekilde onun elini tutarken hiç de sakin kalamıyordu. 


-Neden?


-Sevilmediğin için anlaman zor. 


-Sevgi. 


Güldü Kinsey. Haklıydı. Sevgi bilmezdi o. Küçüklükten beri tatmamıştı,sevilmemişti. Ancak ona ihtiyacı da olmamıştı,birisi tarafından sevilmeye. Aslında insan bilmediği bir şeye ihtiyacı olup olmadığını bilemezdi. Bunu kestiremezdi. Hele ki bu bir duyguysa.Lakin bunu Kinsey bilmiyordu. Devam etti yarım bıraktığı sözüne. 


-Peki sana soruyorum, sevgi sözlerini tutmamana neden olabilecek kadar basit bir duygu, bir bahane mi? 


-Sevgi tam tersidir fallon. Tutulabilecek sözlerin tutulmamasının nedenidir. Yeminleri bozar. Savaşlara neden olur. Yıkım getirir. Ancak sözler verdirir, yeni yeminler ettirir. Gerçek sevgi fedakarlıktır. Büyük bir fedakarlık. Sen buraya ablanı sevdiğin için geldiğini söylüyorsun. Peki gerçekten onu seviyor musun? Ben bunu göremiyorum. 


Kinsey köpürdü. Adaşı olan deniz gibi köpürdü. Ne demek sevmiyordu? Seviyordu. Hepsini seviyordu. Ama Daniela'yı daha çok seviyordu. Onun üzülmesi içine oturmuştu. Evet söz vermişti ona. Bir delilik yapmayacaktı. Bu sözünü tutabildi mi? 


Her şey saniyeler içinde olup bitmişti. Virginia korkuyla çığlık atıyordu. İçeriye askerler girmişti ancak Kinsey önemsememişti bile. 


-Hançerledi onu! Yüzünü hançerle yaraladı. Kinsey yaptı. 


İçeri giren askerlere baktı,3 tanelerdi, askerlere bakması ile bile onların mecburen burada olduğunu hissetmişti.O fallondu. amansız avcıydı ve namını duyan herkes karşısında titrerdi. Joseph'e baktı. Joseph hafif inleyerek gidin dedi. Askerler orada daha fazla beklemeyerek ve ikiletmeden ayrıldılar. Karşılarındaki fallondu. Kapıya doğru ilerledi. Tam çıkacakken Virginia'ya döndü. 


-Düzeltiyorum. Fallon. Nooren hanedanlığının av köpeği. Prensesi Kinsey değilim ben. 


Durdu bir süre. Boğazını düğümleyen şeyi yutmaya çalıştı. 


-Kinsey toprağın 6 fit altında. Sizin gibiler sayesinde. 


Virginia'nın yakınına yanaştı. Gözleri ateş püskürüyordu. 


-Eğer beni biraz daha aşağılamaya kalkarsanız veya değer verdiğim herhangi birisini, hançeri Joseph'e çevirdi, sonunuz ondan daha daha kötü olur. Onun suratındaki mıhın sizin ,cemiyetinizin, kalbinde bir korku olarak kalması dileğiyle. Çünkü korkmadığınızı fark edersem korkuturum sizi. 


Kaleden çıkıp gitti. 


Yüzünü buruşturdu Kinsey. Neden bu ismi kullanmaya başlamıştı hatırlayamadı. Belki de artık fallon olmaktan sıkılmıştı. Fallon olmak çoğunlukla acı şeyleri yapmak demekti. Katilleri avlamak, acımamak, sevmemek hatta çoğu zaman konuşmamak demekti. Kinsey konuşmamaktan sıkılmıştı. 


-Kinsey,ah pardon fallon haklı. Harekete geçmeliyiz. Ve alınma Kinsey, sana kötü bir şey demek için demedim bunu. Şuanda Kinsey'e değil fallona ihtiyacımız var. 


- Haklı. Biz insanları nasıl ayıracağımızı bulana kadar sen de Penelope, Engelbertha'yı oyalamalısın. 


Kenneth oturuşunu düzeltti. 


-Yanında arkanı kollayacak biri gerek. Ben gelirim. Bir şeye ihtiyacınız olursa söylersiniz. 


Patricia tekrar yüzünü dizlerine gömdü. Ağlıyordu. Ash'i özlemişti. O olmadan böyle konuşmamız da onu hatırlatmıştı. Joseph ile göz göze geldik. Dudaklarını oynatarak "Her şeyin bittiğini düşünüyor." dedi. Ablamı anlamaya çalıştım. Bunu yaşamadan anlamam imkansızdı. Ben de onu anlamak yerine susmayı tercih ettim. Çünkü kim ne derse desin onu avutamayacaklardı. Sözler bazen kifayetsiz kalabilirdi. Bu da o anlardan biriydi. Patricia'nin boğazından korkunç bir hıçkırık koptu. Omuzları sarsılıyordu. Oraya gidip sarılmak istedim. Ama kesinlikle o bunu istemezdi. Ona acımamazı... Hele hele herkesin önünde ona sarılmamı asla istemezdi. Ben de onu bu kadar üzgünken daha da üzmek istemedim. 


Joseph ayağa fırladı. Endişeli daha doğrusu heyecanlı gibiydi. O konuşmaya yeltenmişti ki kapı gıcırtısı karanlığı deldi ve Joseph'in duyguları bir anda söndü.


ORİON: Yunan mitolojisinde Artemis ve Apollon'a,ikiz okçulara, karşı doğmuş olan devdir. Orion düşmanı, avcı tanrıça Artemis'e aşık olmuştu. Artemis'in avına giren ilk erkekti. Artemis'in sonsuza kadar dek bakire kalmasına yönelik bir yemini vardı ve kardeşi Apollon Artemis'in yeminini Orion yüzünden bozacağından korktu. Çünkü Orion çok iyi bir okçuydu ve Artemis ona aşık olmaya başlamıştı. Apollon onu lanetledi. Bütün küçük hayvanları avlamasına yönelik bir lanetti bu. Orion'un annesi toprak ana Gaia bu duruma çok sinirlendi ve topraktan devasa bir akrep çıkarttı. Akrep Orion'u soktu ve Orion öldü. Buna çok üzülen Artemis onun ruhu göğe üfledi. Çünkü gökteki takım yıldızları yaşamaya devam ederlerdi. Orion bir takım yıldızı oldu.


1 Şubat2021


sonraki bölüm

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eros'un Laneti

                       Güneşli bir gündü. Olması gayet doğaldı da. Güneş'in tanrısı Apollon vardı zira. Nasıl olmasın? Biraz da aşk kokusu var sanki. O da Afrodit'den olma Eros'tan geliyor olmalı. Işığı ile herkesi ve her yeri aydınlatan lord Apollon, Eros ile konuşuyor hatta onunla dalga geçiyor olabilirdi. Eros'un heykeltraşların yonttuğu yüzü sertleşiyor, yontulan taşlardan bir parça haline geliyordu.  - Sen buna ok mu dersin Eros?  Eros'tan hoşnutsuz sesler çıkıyor, parmakları arasındaki okları sıkıyordu. Buna rağmen güldü aşkın lordu.  - Evet lord Apollon. Gümüş ve altın oklar... Aşkın okları ve nefretin okları.  Çok güzel güldü Apollon. Gülüşünden ışıklar saçılıyordu. Altın sarısı saçlarını savurdu ve altın oklarından birisini çıkardı.  -Bak Eros, ok budur. Seninkiler ok mudur? Yoksa sadece birer talim kılıcı mı? Peki o yay mıdır? Benimkisi gibi olanlar oktur. Bak ışıltılı günün okları. Veba oklar...

Thr Key of Darkness (1)

  THE KEY OF DARKNESS --- Chapter One --- Tears of the Monster The sun was rising over the skyline as a scary monster approached a home. Elenor woke up and smiled. Her maid Nancy came in and spoke cheerfully. “Madam, today is your wedding day. You are a very lucky woman in England.” Elenor looked into her eyes and got out of bed. “I think this day will be amazing.” But destiny had other plans. Darkness, pain, and screams were everywhere. At the Marquee of Solisticashire, Samuel of Solisticashire talked to himself. “I hope she never learns about my dark side. It will not be good for her. But she will hurt. I wish she did not want to marry me. Little shy girl, making a deal with a demon.” The demon was Samuel, and he was a bad guy. He was narcissistic and cruel. He was feeling nervous now, thinking, “Am I a ghost or a monster?” Samuel was like a panther, graceful and dangerous. He looked like he could kill with kindness, but he was a cruel kind of man. Elenor got dresse...

Yazardan Seçmeler

 Bu sayfadan ben White Rose'un kitaplarında ve kitap olmamış tek bölümlük hikayelerine ulaşabilirsiniz. İyi okumalar dilerim  Eros'un Laneti   Çiy   Çocuk Alman Tablosu   The Mystyc History   Tarihteki Modern Kadın 1855 Cadısı Historymaker Queens Series Dynasty Prometheus Thanatos ve Eros Mary on cross The Key Of Darkness