Ana içeriğe atla

Bir Gece Ansızın Bir Şafak Ansızın

 Grace karşısında duran adamı süzdü. Burada bulunmak onu her anlamda geriyordu. Ölüme bir nefes daha yakın hissediyordu. Bu hoşuna gitmemişti. Artık konuşmak konusunda arada gidip gelirken neden bunu yaptığını hatırlattı kendisine. Yapması gerektiğine inanıyor başka çıkış yolu bulamıyordu. Bir iç sesi her zaman bir çıkış yolu vardır dese de o tarafını zorla da olsa susturdu. Jones'un adamlarının onun için getirdiği sandalyeye oturdu. Artık geri dönüş yoktu. Yalan konuşamazdı. Bu bir oyun değildi. Her türlü ölecekti. 


Grace onunla iletişime geçmişti Alex denen bir adamla. Alex gibi temiz görünümlü bir adamın Engelbertha gibi bir kadının yanında işi ne olabilirdi bilmiyordu. Ama öğrendiğine göre Engerlbertha bileklerini kesmişti ve onun yalnız gitmesi gerekiyordu. Sonradan peşinden gelecekti. Ona adresi verip yola çıkmıştı. 


Kırmızı Atkılı Jones ellerini kavuşturmuş onu beklerken düşüncelerinden sıyrıldı. Yerinde rahatsız bir şekilde kımıldandı. Öksürdü ve bildiği her şeyi mafya babasına anlattı. Anlattıkça gerginliği arttı. Öyle ki bir yerden sonra kekelemeye bile başladı. Her şey bittiğinde kireç gibiydi ve titriyordu. Jones başını salladı. 


-Seni bana gönderen kişiyle görüşmek istiyorum. Ancak yer değiştirmemiz lazım sizi fark etmiş olabilirler. Hazırlıklara başlayın. Yarın şafakta buradan ayrılacağız. O zamana kadar bizim misafirimiz olun. Misafirlerimize odalarını gösterin. 


Ve dönen sandalyesinde tekrar arkasını döndü. 



Patricia Ash ve Kinsey'i görevlendirmişti. Farklı bir planla. Karşısında duran Jason konuştu. 


-Neden Engelbertha ile anlaşacaksın? 


-Engerlbertha'nın Jackson'ın tahtta kalmasını isteyeceğini sanmıyorum. Veya Helga'nın. Karşısında Alec olacak. Ayrıca babam ayaklanma başlatmaya hazırlanıyor. Jackson'a ihanet ettirebiliriz. Alec davamızı destekliyor. 


-Bu nedenle de Kinsey ve Ash'ı anlaşma yapmak üzere ilk onların yanına yollayacaksın sonra da Daniela tarafından tutulan Kırmızı Atkılı Jones' u indireceksin. 


-Çok zekisin Jason. İşe yaracak. 


Gülümsedi kadın. Dediklerinde haklıydı. Engerlbertha ve Helga Alec varken asla Jackson'ı savunmazdı. Sorun yaratacak kişi Penelope denen yılan gözlünün kendisiydi. O da onların sorunu diye düşündü Patricia. 


Krallar birilerine güvenmemelidir. Hele ki kan bağının oldukları kişilere. Mary Queen of Scots bu hatayı yapmıştı. İngiltere kraliçesi ve kuzeni olan Elizabeth Tudor'a onu öldürmeyeceği yönünde güvenmişti. Veya tam tersi mi olmuştu? Elizabeth onu tahtından etmeyeceğine dair Mary'e mi güvenmişti? Yoksa her ikisi de güvenmek isteyip yüzlerine güldükten sonra kuyularına mı kazmışlardı? 


Mary Elizabeth'in sarayında Elizabeth'i tahtından etmeyi içeren gizli konuşmalar ile yakalandı. Elizabeth ise onu oğlundan ayırıp idam etti. Burada acımasız davranan Elizabeth olmuştu ve Tanrı onun saltanatını kutsadı. 


Krallar bu yüzden acımasız olmalılar. Yoksa düşerler. Krallıklar düşer. Krallar ve kraliçeler ölürler. Halk acı çeker, çocuklar ağlar. Ama bu ayakta kalma savaşıdır. Veya sadece hakkını almak isteyen kişilerin savaşı. 


Peki her bu benim hakkım diyenin midir o şey? Kabil de kendi hakkı olduğuna inandığı için öldürmemiş miydi Habil'i? Krallar hata yapar. Düzeltmek kraliçelerin görevidir. Tahtı yöneten kadındır çıkan erkek. Peki bir kadın erkek gibi tahta çıkarsa ne olur. 


Mary Queen of Scots gibi öldürülür. Elizabeth Tudor gibi piç ilan edilir. Mary Tudor gibi tahtından indirilir yetmez adı lekelenerek kanlı lakabı takılır. Jane gibi tahta çıkışının 4. günü idam edilir. Joanna of Castilye gibi deli denir. Margeret Anjou gibi çocukları şeytan ilan edilir. Ve bir kadın tahta çıkarsa Tomris Hatun gibi savaş yönetir, herkesi dize getirir. Otrera gibi tek bir kadın ordusu ile Anadolu'yu fetheder, Kirke gibi en korkulan kadın olur, adına nameler yazılır. Medea gibi krallıklara hükmeder, Pasiphe gibi canavar anası olur. Symyrna gibi tacını taktığı şehri esir düşse de bırakmaz. Kösem Sultan gibi elinde kılıçla çıkar, Turhan Sultan gibi devlet için kendi gücünü hiçe sayar. Alpagular gibi savaşır gökbörüler gibi düşünür. Krallara sadece halkı diz çöker, kendisi tahta geçmiş bir kadın tüm dünyaya boyun eğdirir. 


Bunun içinse bir kraldan acımasız bir panterden atik olmalıdır. 


Patricia ise Alec ile uzaktan kuzen olduklarını unutarak hata ediyordu. Sadece Jackson'dan kurtulmaya çalışıyordu. Oysa ölümcül hatası burnunun dibinde duruyordu. 


Ash Kinsey'in yanına 13 saatlik bir uçuş gerçekleştirmişti. Kinsey'i özlemişti. Onun Kenneth'ı hala atlatamadığını duymuştu. Uçaktan inmiş ve beklediğini söylediğin yere doğru gidiyordu ki gördüğü iki kişi ile duraksadı. Kenneth konusunu tekrar düşünmeye karar verdi. Orion Kinsey'i öpüyordu. Ancak sonradan gördüğü manzara Ash'in Orion'un üzerine atlamasına yetti. Kinsey Orion'a tokat atmış, kızmaya başlamıştı. 


Ash yakasına yapıştı çocuğun. Yüzüne doğru hırladı öfkeyle.Oo sokaklarda yaşamıştı. Çok defa kavga etmiş, çok defa adam dövmüştü. Orion'un bir avcı olduğunu biliyordu ancak içindeki sokak çocuğu ağabey damarı tutmuştu bir kere. Etrafı siyah çerçeveli görüyordu. 


-Lan it,kimsin sen? Ne hakla onun en üzgün zamanından faydalanmaya kalkarsın?Ona dokunmak haddin mi? 


Suratına indirdiği yumruğu ile avcının burnundan iç gıcıklayıcı bir ses geldi. Orion yere savruldu. Kinsey Ash'ın koluna yapıştı. Onu çekiştirip uzaklaştırdı. Kavga en son istediği şeydi. Özel uçakla geldiği için etrafta kimse yoktu. Buna teşekkür ederken Kinsey Ash'i aldığı gibi gitti. Orion'a kızgındı. buna cesaret ettiği için kızgındı. Onun Kenneth'tan başkasına aşık olacağına inandığı için kızgındı. Sonra aslında bunun imkansız olduğunu onun da bildiğini fark etti. Ona Artemis'im demişti. Kendisini de adaşına benzetmişti. Bu durumda Apollon ölen Kenneth mı oluyordu? 


-Orion ve Artemis'in hikayesini biliyor musun? 


Ash başını salladı. Biliyordu ama tam hatırlamıyordu. Kaldı ki hatırlasa dahi Kinsey'e tekrar anlattırırdı. Onunla konuşmayı seviyordu. Bildiği bilmediği her şey hakkında konuşmak hoştu. 


-Bir gün Gaia'nın dev oğlu Orion Artemis ile karşılaşmış. Bunun öncesi var. Orion öyle yakışıklıymış ki... Sarışın, mavi gözlü ve kaslıymış. Kadınlar ona hayranmış. O da kadınlarla flört etmeyi severmiş. Dev dediğime bakma iki metreymiş boyu. Yani uzun bir insan kadar. O zamanlar çalıştığı kralın kızına vurgunmuş. Ama kız ya çok salakmış ya da ya da başkasına aşıkmış çünkü Orion onunla flört etmeye çalışınca bütün sarayı ayağa kaldırmış. Kral bu durumu kendisine ihanet saymış, Orion'un gözlerini oydurmuş. Bir de kapı dışı etmiş. Orion bir çare dolaşırken Hepheistos'un demirhanesine gelmiş. Hepheistos çok üzülmüş ve acımış avcıya. Ona bir çift mekanik göz yapmış. 


-Sanırım burada Artemis ile karşılaşıyordu Orion. 


-Evet. Önce çok iyi arkadaşlarmış. İkisi de avcı. Ancak Orion Artemis'e aşık olmuş. Artemis'in ise bekaret yemini varmış. Yeminin bozulması Artemis'e sonsuz bir ısdırap verirmiş. Bu nedenle Apollon araya girmiş ve Orion'u lanetlemiş. Orion bütün küçük canlıları avlamaya başlamış. Ağlayan hayvanların seslerini duyan Gaia oğlunu öldürmesi için topraktan dev bir akrep çıkarmış ve akrep sokarak Orion'u öldürmüş. 


-Çok anaç bir kadın gerçekten(!)


Bu dediğine güldü kız. Gaia anaç olmasa da herkes tarafından anaç olarak bilinen bir tanrıça idi. Bu ne kadar canını sıksa da Kinsey bu konuda konuşmazdı. 


-Neden anlattın bunu? 


-Orion bizi onlara benzetti. 


- Kenneth da Apollon mu oluyor bu nazarda?


-Aynısını düşündüm. 


Duraklaması ile Ash de durakladı. oOmuzlarından tutup ona baktı. 


-Astımın mı? 


Kız dondu. Ona kimse astım hastası olmadığını ve ablasını korumaya çalıştığını dememişti değil mi? İç çekti. 


-Ben astım hastası değilim Ash. Ablam her zaman böyle değildi. Geldiğimizde daha katıydı. Ve o gün de hoş şeyler olmamıştı. Onu korumaya ve seni korkutmamaya çalışıyordum. 


Ash'ın ellerinden tuttu Kinsey. 


-Ash ablamı anlayamazsın. O hareketleri roldür ve şuan özündedir veya değişmiştir veya bu hareketleri roldür. O sarsıcı bir çocukluk geçirdi hepimiz gibi. Ona kızma olur mu? 


-Ona istesem de kızamam Kinsey. 


Engelbertha karşısında oturan Alex'i süzüyordu. Birkaç gündür onun yanından ayrılmamıştı. Yardım etmeye çalışıyor, onunla konuşuyordu. İlk defa birisi ona şeytanmış gibi davranmıyordu. Engelbertha çok hızlı gideceğini bilse de yapmadan duramadı ve karşısında kitap okuyan adama sarıldı. Kafasını göğsüne gömdü ve derin nefeslerle dinlendi. Engelbertha babasına dahi sarılmamıştı. Bu daha önce hissetmediği duyguları harekete geçirdi. Kendi isteği ve kendi ihtiyaçları için sarılmıştı. Titriyordu. Karnı kasılıyor ,midesinde hissetmediği bir heyecan kol geziyordu. 


Alex bu hamle üzerine okuduğu kitabı kapatıp kıza sarıldı. Saçlarından öptü Seymor. Saçlarını okşarken ve kızın nefes alışverişlerini dinlerken  mırıldandı. Telkin etmek istedi. Onu mutlu etmek, ona umut vermek istedi. Kızın kulağına fısıldadı. 


-Atlatacağız. Ve ben her daim yanında olacağım. Başaracağz. Sen şeytan değilsin Engelbertha. olmaya zorlanman olduğun anlamına gelmez. 


Konuşmaya devam edecekti ki kapı çaldı. Kapıyı Helga açtı. Karşısında gördüğü kişi ile küçük dilini yutacaktı. Kinsey ve Ash duruyordu. Helga'nın dudakları titredi. Kendisi de büyük bir özlemle sarsıldı. Onlar yan yana büyümüşlerdi. Hepsi yan yana büyümüştü. Başkaları tarafından kalplerine nefret tohumları ekilmişti. Artık o tohumlar filizlenmişti, bu savaşın nedeni buydu. Helga nazikçe sordu. 


-Birkaç dakikalığa eskisi gibi olabilir miyiz? 


Kinsey başını sallayınca ise sıkıca sarıldı. Burnunu çekti ve ağlamamak adına yukarı baktı. mırıldandı. 


-Önceden de şimdi de ve gelecekte de dediklerim için özür dilerim Kinsey. Sanırım biz asla birbirimizi davrandığımız gibi görmedik. 


-Neden birden böyle oldun? Neden özür diliyorsun?


-Hepimiz muhtemelen öleceğiz Kinsey. Bu evrenlerin göreceği en büyük savaş olacak. Yaşayamayacağız ve ben senden nefret ediyor gibi davranmak ve senin kalbini kırdığımı bilerek ölmek istemiyorum. 


Kinsey de ona sarıldı. Haklıydı. Muhtemelen öleceklerdi. Kinsey de kin güderek ölmek istemiyordu. Sırtını sıvazladı kızın. 


-Affediyorum affetmek erdemdir. 


Helga kızı tekrarladı. "Affetmek erdemdir." 


Onları içeri aldı. Şanslarına Penelope Jackson'ın adamları ile konuşmak için Benjamin ile gitmişlerdi. Üçü bir Engelbertha'yı öyle görünce donup kaldılar. Bu şoku atlatamadılar önce. Şoku ilk atlatan Ash oldu. Engelbertha'nın diğer yanına geçip sarıldı. Saçlarını okşadı. 


-Her şey düzelecek. 


Kinsey dudaklarına kadar çıkan yakıcı nefreti ve iğneli sözleri yuttu. Kendi boğazı ve dudaklarını kanattı. Birden yere çöküp ağlamaya başladı. Engelbertha ona daha fazla Kenneth'ın öldüğü o kanlı şafağı hatırlatmıştı. Engelbertha öyle ağlayan kızı görünce daha da yıkıldı ve ağlamaya başladı. Hıçkırıklar arasında konuştu. 


-Asla geri getirmez ama amacım öldürmek değildi. Gerçekten değildi. Bu nedenle ölmeyi de denedim affet lütfen. 


Sesi çatal çataldı, kor gibiydi. Pişmanlık belliydi ama işlevsizdi. Gidenler gelmiyordu ve yokluğu bırakın doldurulmayı unutulmuyordu bile. Acısı hafiflemiyor, keşkeler bitmiyordu ve kendi ölümünüz asla çözüm olmuyordu. Kinsey güldü gözyaşları içinde. 


- O seni affetti. O seni affetti. 


Helga Kinsey'e sarılmış sakinleştirmeye çalışıyordu. 


Savaşlar ve savaş arifeleri böyledir işte. Asla göremeyeceğiniz tablolar ortaya çıkar. Savaşlar olur. Tahtı alan yaşar. Ancak ağlayan tahtı alandan başkalarıdır. Acıya onlar göğüs gererler. 


Bu tabloyu bir daha asla göremeyeceklerdi. Çünkü onlar ortak acıları olan düşmanlardı ve düşmanlara ilk öğretilen şey ortak acıları unutmaktır. Çünkü o acılar unutulmazsa taht ve taç alınamaz.Savaşa neden olanlar zafere ulaşamaz. 


Saatler geçti. Ve ortam duruldu. Artık çarşaf gibi bir denizdi. Sonra ise Kinsey antlaşma ile geldi. 


-Alec'i tahta çıkaralım. 



Daniela sakin bir şekilde önünde deliren adamı izliyordu. İnce ince plan yapıyordu adam. Arada sırada kadına bakıp gülse gergin olduğu yüz hatlarından belliydi. En sonunda  bıkkınlıkla saçlarını karıştırdı. Ona yaklaşıp sevdiği kadının dudaklarından öptü. Gülümseyerek çekildi. 


-Sana beni seveceğini söylemiştim ve sen inanmamıştın. 


Daniela güldü ve Joseph'in yüzünü avuçladı ve alnını alnına dayadı. Saçlarıyla oynadı. Alnına dudaklarını bastırıp konuştu. 


-İnanmadım değil, korktum Joseph. Tekrar kaybolmandan. Tekrar beni çirkinim diye bırakmandan.


Joseph bir küfür etti. Dediklerine ve yaptıklarınaydı bu küfür. Dizleri üzerinde çöktü ve kadının avuç içlerini öptü şefkatle. Yaptıklarını geri alamamanın acı yüreğini örseliyordu. Dudakları acı ile sicim gibi bir çizgi halini aldı. Titredi. Birkaç kez ağladı avuçlarına. Sonunda sesi çıkacak cesareti buldu. 


-Sen hayatımda gördüğüm en güzel kadınsın. Ve her zaman öyleydin. Kolundaki bu iğrenç yara seni çirkin yapmaz ama benim kirli kalbim beni çirkin yapar. Çok çirkin bir adama aşıksın. 


Gülümsedi Daniela. Saçlarını okşadı. Yüzündeki yara izini sevdi ve uçlarını öptü. Joseph onu belinden tuttu, kendine çekti. Saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. Öpücükleri dudaklarından zor da olsa koptu ancak onun yüzünden ayrılmadı. İki farklı gözünü öperken mırıldandı. 


-En sevdiğim yerin gözlerin. O kadar narin duruyorsun ki o gözlerle... İçim gidiyor bana her baktığında. 


Onu kucaklayıp kendi tahtına oturdu. Yanaklarından boynuna öpücüklerle bir yol izledi. Kendisini aya bakıyor gibi hissetti. Onunla dolunaya bakarken de böyle hissederdi. Mistik, susamış, meraklı, hayran, ve sonunda ölüm olsa kabulü... Kız misk kokuyordu. Joseph misk kokusundan mı yoksa Daniela'nın kapalı gözleri, boynuna sarılı kolları ve kızarmış yanakları mı aklını başından alıyordu bilemedi. 


Daniela saçlarını çekiştirdi. Başını geriye attı. Joseph'in ona dokunacağı aklının ucundan dahi geçmezdi. Joseph ondan o kadar fazla nefret ediyor görünürdü ki, evliliklerinin resmiyette kalması için ilk çocuğu beklemeyi dahi düşünmezdi. Daniela kendisini böylesine aşağılamış bir adama yeni düştüğü için kendine kızsa da bir yanı da sonunda pişman oldu ve geri döndü diye seviniyordu. 


Gözleri Joseph'i tekrar bulduğunda Joseph zaten yeterince açık yakasını biraz daha aşağı çekiyordu. Daniela bir kez daha gözlerini kapattı. Kendisini dolunayın yanında ve yıldızlar arasında Joseph ile dans ederken buldu. Onsuz yapamayacağını hissettiğinde neredeyse ağlayacaktı. Sevgisi göğsündeki küçük kalbini yırtarcasına fazlalaşmıştı. Sıkıca tutunda oğlana çünkü yapacak başka bir şeyi yoktu. 


Joseph dolunaya ulaşmak için bir buçuk yıl beklemişti. Uygun an için. Onun kendisini affetmesi için. Dahası Joseph kendi affetmek için beklemişti. Ancak şuan hiçbirisi yoktu. Doğru an değildi. Joseph kendini affetmiş değildi ve Daniela'nın kendisini affettiğinden dahi bir haberdi. Sadece aşıktı. Ona bu kadar yakınken uzak kalmaya daha fazla dayanamamıştı. Şah damarından daha yakınken aklından atılabilecek bir düşünce olduğunu hissetmek onu yorsa da işte bu hislerinde yanıldığı ortadaydı. Daniela ona sıkıca yapışmıştı. Onunla dolunaya dokunmayı istemiş ve yıldızlarda dans etmişlerdi. 


Daniela üzerinde elbisenin düzeltildiğini hissetmesi ile saklandığı sıcak göğüsten doğruldu. Joseph gülümseyerek mavinin en güzel tonları olan gözlerine baktı. Dudaklarına yumuşacık, varla yok arasında, bir öpücük kondurdu. Daniela gülümserken aklına gelen düşünceler silsilesi ile bütün anın sihri toz gibi uçuştu, cam gibi parçalandı.


- Ne yapmayı düşünüyorsun?


Daniela'nın sorusu üzerine yüzünü düşürdü Joseph. Başını iki yana salladı.


- Bilemiyorum.


 Gerginliği gözle görülebilir, elle tutulabilirdi. Bakışlarını umutla kadına dikti. 


-Onu kendi adamları ile vuracağız. 


-Nasıl yapacağız bunu? 


Güldü Joseph. Şeytani bir gülüşü vardı. Joseph buydu. Şeytana dahi pabucunu ters giydirecek bir beyefendi. Daniela onu dinlemek üzere ona doğru eğildi. Joseph terlemiş saçlarını okşadı. 


-Bu taraftaki kötüler kampı ona bağlı. O herife körü körüne inanan bir sürü kişi var. Ama sana bağlılıkları daha kuvvetli. Bu adamı onlar ile yakalayacağız. 



Sabahın ilk ışıkları ile Kötüler Kampındaki malikanesinden ayrıldılar Jones ve adamları. Grace ve Boreas özel yetki ile içeri girebilmişti. İkisi de Kuzey Krallığı'ndaki 15. Bölge Kötüler Kampı'na mensuptu ve Boreas'ın Kuzey Krallığı Kötüler Birliği'nde hatırı sayılır bir mevkisi ve rütbesi vardı. 


Grace gece boyunca onun kolları arasında uyuyan adamdan dolayı yeterince uyuyamamıştı. Ne zaman dalacak olsa adamın nefesi boynuna çarpmış ve o irkilerek uyanmıştı. Yorgunca etrafına bakarken arabada giderken Boreas farklı bir yola sapması üzerine sinirlenmeye çalışsa da uykusuzluğu buna izin vermedi. 


-Sabah gelen telefondan sonra çok garip davranıyorsun. Bir sorun mu var? 


-Yok. 


Sesi kaba ve umursamazdı. Grace'in iyice yıpranan sinirleri iyice parçalandı ve kadın dayanamadı. Hıçkırıklar arasında ağlarken mırıldanıyordu. 


-Yeter tamam mı? Yeter! ben bunu istemedim. Küçük yaşta babamı kaybettim. Annemle beraber anneannemin miras kalan evine geldik çünkü ülkemizde yaşayacak paramız artık yoktu. Çevremizde tanıdık yoktu veya annemin bir işi. Annem istese orada kalmak için bir yol bulurdu ama babam olmadan bulmak istemedi. Ben babasının biriciği olarak büyütülmüş prenses bir kızdım ama beni Amerika'da parçalara ayırdılar. Annem alkolik oldu. Sevgilisi her yerde beni taciz etti. Anneme bunu demeye kalktığımda beni kemerle dövdü. Orada kaldım. Sırf diğer kardeşlerimi, özellikle kız kardeşlerimi, korumak için. Annemin yapamadığını yapmak için. Ben 16 yaşında kendi doğurmadığım çocukların annesi oldum. Bir gün iğrenç herifin teki ile tanıştım. Benden çok büyük değildi. Ama yeterince berbattı. Senin gibiydi. İlk defa otumu çektim ve bir sabah işlerin ciddiye bindiğini ancak kendimi yarı çıplak, bir sahilde bulunca anladım. Beni kimse korumadı. O halde eve girdiğimi gören annem değil sevgilisiydi. Gün geçtikçe daha da arttı. Neden bu kamptayım biliyor musun? Çünkü beni taciz eden bir adamı evin 3. katından aşağı gecenin üçünde attım. Odamın balkonundan... Bunu yapmak zorundaydım kendi tecavüzüme göz yumamazdım, hele ki benden 3 yaş küçük kız kardeşim uyuyor numarası yaparken. Kendimi asla katil olarak görmedim. Olamazdım da. Sonra işler daha da sarpı sardı. Suç listem kabardı. Snnem o kadar ağırlaştı ki... Ve öldü. Beni berbat bir ağırlık altında bırakarak. İş bulana kadar yankesicilik yaptım. Sonrasında ise bırakamadım. Tedavi gördüğümden bahsetmiyorum bile. Sonunda ne oldu? Beni kampa tıktılar. Tekrar kaçtığım ve hayatımı mahveden adamların yanına! Bir de üzerine beni elimde kalan son kardeşlerim ile tehdit ediyorlar ve sen her şeyi saklıyorsun! Ben bunları hak etmedim. 


Boreas arabayı kenara çekmişti, onu dinliyordu. Kaşları her anlattığı şeyle çatılmıştı. Çenesi kasılmıştı. Derin bir nefes çekti içine saki sakinleşmek ister gibi. Direksiyona vurdu. Kız yerinde sıçradı ancak bu hareketinin adamı daha da parçaladığından bir haberdi. O Boreas'ı annesinin sevgilisine benzetiyordu muhtemelen. Bu onu gerdi. Çok fazla hem de. Dişleri arasından mırıldandı. 


-Her kampta adamım var. Kraliçenin adamları Jones'u yakalamaya geliyorlar. Sabah öğrendim. onlardan kaçıyordum. 


Elini kızın omzuna koydu. Çekinerek kendisine çekti ve sarıldı. Grace ona karşı çıkmadı ancak karnında kelebekler de uçuşmadı. Boreas kulağına fısıldadı. 


-Üzgünüm ve özür dilerim şerefim. 





1.08. 2022


sonraki bölüm

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eros'un Laneti

                       Güneşli bir gündü. Olması gayet doğaldı da. Güneş'in tanrısı Apollon vardı zira. Nasıl olmasın? Biraz da aşk kokusu var sanki. O da Afrodit'den olma Eros'tan geliyor olmalı. Işığı ile herkesi ve her yeri aydınlatan lord Apollon, Eros ile konuşuyor hatta onunla dalga geçiyor olabilirdi. Eros'un heykeltraşların yonttuğu yüzü sertleşiyor, yontulan taşlardan bir parça haline geliyordu.  - Sen buna ok mu dersin Eros?  Eros'tan hoşnutsuz sesler çıkıyor, parmakları arasındaki okları sıkıyordu. Buna rağmen güldü aşkın lordu.  - Evet lord Apollon. Gümüş ve altın oklar... Aşkın okları ve nefretin okları.  Çok güzel güldü Apollon. Gülüşünden ışıklar saçılıyordu. Altın sarısı saçlarını savurdu ve altın oklarından birisini çıkardı.  -Bak Eros, ok budur. Seninkiler ok mudur? Yoksa sadece birer talim kılıcı mı? Peki o yay mıdır? Benimkisi gibi olanlar oktur. Bak ışıltılı günün okları. Veba okları... Kikloplar dövdüler.  Sadece gülümsedi aşkın yakışıklı tanrı

Yazardan Seçmeler

 Bu sayfadan ben White Rose'un kitaplarında ve kitap olmamış tek bölümlük hikayelerine ulaşabilirsiniz. İyi okumalar dilerim  Eros'un Laneti   Çiy   Çocuk Alman Tablosu   The Mystyc History   Tarihteki Modern Kadın 1855 Cadısı Historymaker Queens Series Dynasty Prometheus Thanatos ve Eros Mary on cross The Key Of Darkness

Thr Key of Darkness (1)

  THE KEY OF DARKNESS --- Chapter One --- Tears of the Monster The sun was rising over the skyline as a scary monster approached a home. Elenor woke up and smiled. Her maid Nancy came in and spoke cheerfully. “Madam, today is your wedding day. You are a very lucky woman in England.” Elenor looked into her eyes and got out of bed. “I think this day will be amazing.” But destiny had other plans. Darkness, pain, and screams were everywhere. At the Marquee of Solisticashire, Samuel of Solisticashire talked to himself. “I hope she never learns about my dark side. It will not be good for her. But she will hurt. I wish she did not want to marry me. Little shy girl, making a deal with a demon.” The demon was Samuel, and he was a bad guy. He was narcissistic and cruel. He was feeling nervous now, thinking, “Am I a ghost or a monster?” Samuel was like a panther, graceful and dangerous. He looked like he could kill with kindness, but he was a cruel kind of man. Elenor got dressed, p