Ana içeriğe atla

Cadının Kehanet Kilimleri

 Grace ile başka bir yoldan geri 15. Bölge Kötüler Kampı'na gitmeye başladılar. Grace iyice büzüşmüş ve uyuyordu. Boreas iç çekti yanında uyuyan kadına göz ucuyla bakıp. En başında onun düşüncelerini önemsemezken nasıl birden önemsemeye başladığını merak etti. Yol uzadıkça uzuyordu. Oraya gidişleri uzun sürecekti. Yaklaşık 1 ay kadar. Belli bir yolu uçakla gelip arabayla devam etmişlerdi ama şuan o risk gibi durdu Boreas'ın gözüne. Sonunda bir kez daha mola vermek adına durdu ve kafasını geriye yasladı. Elini kızın elinin üzerine kapatıp durdu. Fark etmedi ama ağladı adam. İlk defa yaptığı işten pişmandı. İlk defa olduğu kişiden nefret etti. İlk defa bir kadın için ağladı. Ve ilk defa bir kadından özür diledi. 


Kırmızı Atkılı Jones tedbiri seven birisiydi. Kimse onun korumaları olmadan sadece bir şoförle yolculuk edeceğine ihtimal vermezdi. Gerçekler ise tıpkı buydu. Jones kendisinin öldürüleceğini düşünerek yanına en sadık adamını alarak farklı bir yola gece yarısı saptı. Kimsenin bilmediği bir dağın kimsenin bilmediği bir yamacında olan ormandaki ağaçların gizlediği evine gitti. Orada bekledi. Elinde oğlunun fotoğrafı vardı. Derin derin sigarasının dumanını soludu. Gözlerini kapatıp yere oturdu. Şömine üzerinde duran fotoğraflara takıldı gözü. Karısının ve Kenneth'ın fotoğrafları. 


Bebek çığlıklar atarak annesine doğru yürüdü.Uçmayı yeni öğrenen bir kuş misali kollarını açmıştı. Annesi bebeği kollarından tuttuğu gibi kucakladı. Yanaklarını öptü. Etrafında döndürdü ve ona türlü oyunlar yaptı. Mutluydu. Sevinci ve özgürlüğü iliklerine kadar hissetti. Her zaman yaptığı gibi Jones gelince ona teşekkür etmeyi düşündü. Ama ne yazık ki o gün geç kalmıştı. Kucağındaki oğlu ile dönerken dondu kaldı. Gözleri gelen kocasını taradı. Kanı tüm vücudundan çekildi. Dudağının ucu alayla kıvrıldı. Yerinde sallandı. yanındaki kadını taradı ve ağzından alaycı bir hah nidası koptu. Bebeğini daha sıkı kavradı. Sesi buz kadar soğuk bıçak kadar keskin, dudaklarından sıyrıldı. 


-Bu da kim? 


-Angelica. Metrsim. 


Adamın buz gibi tavrı nedeniyle daha da kırıldı kadın. Durdu. Durdu. Durdu. Derin bir nefes aldı. İçeriye seslendi İtalyanca. 


-Eşyalarımı topla. Babamın yanına dönüyorum. 


Jones gözlerini kıstı. 


-O yaşlı bunak da beni haklı bulacak ve seni tekrar buraya yollayacak. O zaman acı çekeceksin ve bu benim elimden olacak! 


Kadın güldü ve kolundan çıktığı kadına aşağılayıcı bir bakış attı. 


-Ben Marceline di Angelo. Ölüm olarak anılan bir mafya babasının yegane kızıyım. Eğer geri dönersem burada acı çekecek tek kişi sen olursun hayatım. O acıyı çekme diye gidiyorum. 


Jones içeri bağırdı. 


-Hiçbir eşya toparlanmayacak. Gelin ve küçük Jones'u alın. 


Koşarak gelen dadı Kenneth'ı kadının kollarından kaptı. Olanlardan bir haber Kenneth dudaklarını büzerek izliyordu. İçeri geçmelerine fırsat vermeden Marceline'yi bahçenin başka kıyısına çekince Kenneth ile bakışları koptu Marceline'nin. Jones kadının tam karşısında durdu. 


-Seni rahatsız eden yanı ne? 


-Ne mi? Ne mi? Ben annem değilim metreslerim ile koyun koyuna aynı yatakta uyuyayım! 


-Sana bunu yap diyen mi var? 


-Ne halt yemeye getiriyorsun o zaman ben yetemedim mi sana? Evliliğimiz diğer mafya evlilikleri gibi değil! Biz aşık olmuştuk! 


-Şimdi o aşk bitti Marceline. 


Ve bunu asla dememeyi, olanları gerçekleri ile söylemeyi dilerdi. Kadının aslında bir ajan olduğunu ve bu sıfatla yanında tutarsa kimsenin anlamayacağını aynı akşam karısına söyledi. Onu kollarına almaya çalıştığında ise cansız bir mankeni andıran kadın ile karşılaştı. Jones ona ne zaman sarılsa aynı tepkiydi. Ne zaman konuşmaya çalışsa aynı tepkiydi. Kadını paramparça ettiğini fark etmişti. 


Bir gece kenneth daha çok küçük bir çocukken korkunç bir kavga ettiler. Kenneth her şeyi merdivenden gördü. Yağmurlu bir geceydi ve yollar kaygandı. Marceline hışımla çıktı ve arabasına atladı. Kenneth ağlayarak çığlıklar attı olacağı hissetmiş gibi. Jones bir umut fikrini değiştirip yanına gelir diye Kenneth'ı da alıp peşinden gitti karısının. 


Korkunç  bir fren sesi ve bir aracın kayarak ağaca çarpması. Jones arabadan inip karısını kurtarınca neredeyse geç kalmıştı. Kollarında bilinci yerinde ama zar zor nefes alan kadına baktı. Sıkıca sarıldı ve ambulansı aramak için davrandı. Kadın sadece güldü. Jones ise gözyaşları içinde karısına gülmenin ne kadar yakıştığını düşündü. 


-Seni sevdim. Seni seviyorum Marceline. Seni aldatmadım. Aldatmazdım. Sadece korumak istedim sırıtmayacak tek şey bir metresti. Üzgünüm. Üzgünüm. Catelina de Aragon, seni seviyorum ve söz asla bir Henry Tudor olmayacağım. Sen benim ilk ve tek aşkımsın. 


- Seni seviyorum.


Yağmur daha şiddetli bastırdı. Kenneth babası ile bir arabadan inmişti. Gözyaşları içinde trajediyi izledi. Gözyaşları yağmur sularına karışıp çenesinden aktı. 


Ambulans geldiğinde her şey için çok geçti ve Kenneth annesinden sonra berbat olan babasını görümce sevdiği kadını öylece bırakmayacağına yemin etmişti.Pek başarılı olduğu söylenemezdi. 


Jones aklına gelen anılar ile daha da gerildi. Gözyaşları şiddetlendi. Yerde top gibi oldu. Masanın üzerine bıraktığı silahı ile bakışıyordu. Mırıldandı. 


-Önce oğlumu öldürenleri öldüreceğim. Sonra ise karımı öldürenleri. Yani kendimi. 



Daniela'nın emir verdiği adamlar arabaları kurşundan geçirip ölüleri yaktılar. Ancak Jones'un bulunamaması Daniela'yı gerdi. Bütün her yer didik didik aranmaya Sophia bizzat kendisinin seçtiği adamlardan oluşan bir ekip yollamıştı. Daniela bitkince kendini Joseph'in kollarına bıraktı. adam onun açık kahve saçlarından öptü. Onu okşadı. Ona sıkıca sarıldı. En çok bileğindeki yaradan öper ve özür dilerdi. Daniela bu sefer huzurla mırıldandı. Genelde gergin olduğu için mırıldanırdı. 


Sence Kinsey ve Ash Engelbertha'yı ikna etmiş midir? 


-Öyle umuyorum bir tanem. 



Alec Margeret'dan bir mektup aldı. Engelbertha, Kinsey ile konuştuktan sonra Helga'yı Margeret'a göndermişti. Kendisi de Alex'in itirazlarına rağmen Penelope'yi indirmeye gitmeye karar vermişti. Ancak Alex tek gitmesine razı olmadığı için peşine takılmıştı. İşte bu olaylar altında Margeret Evans bir mektup yazmıştı. Mektubun belli bir kısmında eli titrediği yazılar yamuklaşsa da anlaşılabiliyordu. Alec yazılan yazıları okurken salonda volta attı. En sonunda Fabianne dayanamadı. 


-Neler oluyor? 


Alec şaşırmış bir sesle konuştu. Tekrar tekrar yazıları okuyordu ama inanamıyordu. Elleri titremeye başlayınca ablası ellerini tuttu. 


-Neler oluyor Alec? 


-Patricia, bizi desteklemeye karar vermiş. 


Ablasından inanmaz bir nida almayı başardı böylece Alec. Fabianne'nin de gözleri kocaman olmuştu. Birkaç defa kırpıştırdı. 


-Ne yapacağız? 


-Kral yapan Atkins soyu arkamızda. Tek sorun Kral 12. Louis. Onu normal bir şekilde ölmüş olması lazım. Asla bizden şüphe edilmemeli. 


Fabianne ne demek istediğini anlamıştı. Titredi. kadınlar bunu yaparlardı. Erkeklerin kaderini ilmek ilmek bir kilim dokur gibi dokurlardı. Kilimlerin üzerlerine hayaller işlenir. Hayat Ağacı işlenir. Şifa işlenir. O kilimlerin mistik yapısına kaderler kazınır. Cadılar ve şamanlar hayat üfler o kilimlere. 


Fabianne başını salladı. 


-Şuan nerede? 


-Denize açılıp asıl başkente yürüyecekti. 


-Bana yardım et. 


Fısıldadı kadın. Bundan sonrası çok hızlı gerçekleşti. Tüm pencerelerin ahşap kepenkleri kapatıldı. Odanın ortasındaki tüm eşyalar odanın batı kanadına yığıldı. Ortaya koca bir küvet su kondu. Alec bu küveti hazırlarken Fabianne bir bebeği toplu iğneye ip sarılmış büyülü bir uca takıp büyüyü üfledi. Her üfleyişinde Lousi'in bedeni rahatsızlandı, üzerine bir ağırlık çöktü. Kız başına geldi küvetin. Alec'e ıslık çalmasını söyledi. Islık çalmaya başladılar ve kız acımadan bebeği suya batırdı. 


Suya batan bebek gibi gemide yol adam da denize battı. Önce bir fırtına çıktı Kinsey Denizi'nde. Gemiler alabora olmaya yaklaştı. Sonra bir tanesi, düşmüş kralın olduğu amiral gemisi, daha fazla dayanamadı. Akıntılartın farkından kaynaklanan ve geçilmesini imkansız kılan ünlü girdaplardan bir tanesi amiral gemisinin yakınında oluştu. İçindekiler kurtarılamadan gemiyi yuttu. Düşmüş kral ölmüştü. 




Kardeşinin ölümünden bir haber Kraliçe Katerina konuşmamakta direniyordu. Yaklaşık 2 gün olmuştu ve yediği dayaktan dolayı yüzü seçilmeyecek haldeydi. Jackson konuşmayan halasına daha fazla acı çektirmek ve kendi tahtını korumak adına tüm kuzenlerinin ölüm kararını çıkartmıştı. Yorgunca tahta kurulduğunda içeri giren Hanner-Mctawisch kontu huzuruna çıktı. Şapkasını çıkarıp saygıyla eğildi. 


-Size mutlu olacağınıza inandığım havadislerim var. 


Jackson öne doğru eğildi ve devam etmesi için eliyle hareket yaptı. Bugünlerde mutlu olacağı tek şey isyancı babasının birden ortadan kaybolmasıydı. Canı bunun dışında haber duymak istemese de kontun onu neyin sevindireceğini düşündüğünü merak etti. 


-Düşmüş Kral 12. Louis'in gemisi bugün Kinsey Denizi'nin ünlü girdaplarından birisi tarafından yutuldu. Babanızın o girdaptan sağ çıkma ihtimali yok. 


Jackson çok şanslı bir adam olduğuna inandı. Ona göre tanrı onun yanındaydı ve saltanatını kutsuyordu. Bu işlerin bir cadının dokuması olduğunu düşünmedi. Sırıttı. Çok rahatladı. Etrafını bir bir saran düşmanlarını görmedi. Kurtlar sofrasında olduğunu ve yemeğin de kendisi olduğunu fark etmedi. 


Bazı krallar kördür. Düşmeye mahkumdur. Onlar hata üstüne hata yaparlar. Saltanatınızın uzun sürmesi için kral olmanız ya da sevilmeniz gerekmez. Bunlar asla önemli değildir. Sizin insanlar üzerindeki çıkarlarınızdır önemli olan. Jackson'da bunların hiçbiri yoktu. bu durum etrafındaki herkesin Alec'i kral olarak görmek istemesine yol açmıştı. Eski sadrazam Atkins özellikle hepsiyle konuşuyordu. 



Kinsey, Ash, Engelbertha ve Alex Penelope'nin yanına ulaştılar. Tekrar yer değiştirmiş olan portalın başında Jackson'a gidecek olan adamlarla konuşuyordu. Aslında Margeret'ın tüm mektupları kontrol edilse de Margeret şifreli yazardı. Antik Slywa yazısına benzeyen ama şarap dökünce latin harflerine benzer bir yazının ortaya çıktığı,ki bu modern Slywa harfleri idi, mektuplar yolluyordu. Penelope de kontrol ettirme zahmetine girmemeye başlamıştı çünkü ilk kontrolleri Margeret tahmin ettiği için antik dilde aşk mektupları ve şiirleri ile yapmıştı. Hala daha başında ve sonunda antik dille yazılmış aşk cümleleri bulunan parşömenler duruyordu ve Penelope bu aşk mektuplarını mide bulandırıcı buluyordu. 


Olaydan tamamen habersiz olan Penelope karşısında bir prenses ve Atkins soyunu görünce şaşırdı ve emir verdi. 


-Öldürün! 


Hesaba katmadığı şey ise Engelbertha Atkins'in infaz orduları başı olup ondan daha fazla nüfuza sahip olmasıydı. Engelbertha'nın geri emri ile ordu ikiye bölündü. Çok geçmeden vahşi bir savaşın ortasında kaldılar. Tanrılığını ispatlamak için 7 nehir Yunan kanı akıtan Ares gibi hepsi birbirini katletti. Penelope yere Kinsey'in ayakları dibine düştü kızın kılıç darbesi ile. 


Penelope de Kinsey de çok iyi kılıç kullanırlardı. Tek fark Penelope daha hantal kullanırken Kinsey'in lakabı Amansız Avcı'ya yaraşır şekilde atik kullanırdı. bir panterin zarafetini taşırdı üzerinde. Kılıcı her zaman keskin ve bilenikti. Penelope asla Kinsey'i yenemedi. 


Kinsey'in tek bir kılıç düşürme hareketi ile kılıcı elinden uçtu ve omzuna yediği darbe ile yere kapaklandı. Öleceğini anladığında eteğine sarıldı Kinsey'in. 


-Özür dilerim, affet beni Kinsey. Yalvarırım. İsmim üzerine yemin olsun ki ihanet etmeyeceğim. Ayrıca dükalığın tek varisi benim. 


Kahkaha attı Kinsey. Bundan seneler önce bu evrene ilk geldiklerinde Penelope bu durumu kendisi için hayal ediyordu. Kinsey'in eteğine sarıldığını ve af dilediğini. Bunu kendisinin yaşaması gururuna dokunsa da ses çıkarmadı. Kinsey ise avını süzdü. 


-Dükalığın tek varisi sen değilsin. Piç bir kardeşin olduğunu biliyorum. Ayrıca emin ol ki Cheryl Dükalığı'nı paylaşmak isteyen ve senden daha sadık olan derebeyleri var. 


Penelope Benjamin ile göz öze geldi. Ona gitmesini söyleyen bir bakış attı ama bakışı yarım kaldı. Çünkü Kinsey kılıcını Penelope'nin boynuna indirdi. İç kıcıklayan bir sesle kafası boynundan ayrılırken basınçlı kan şah damarından fışkırarak akıyordu. Bedeni bir kan gölü ortasında kalana dek aktı. Kahverengi uzun saçları kan ile keçeleşti. Penelope Cheryl ihanetin bedelini kafası kesilerek ödedi. 


Anne Boleyn, güzel ve alımlı bir kadındı. Ancak ilk önce Kraliçe Catherine of Aragon'un asılması gerektiğini söylerek ihanet etti sonrasında ise kralı aldatarak. Ve bu ihanetin bedelini kendi kafası ile ödedi. tıpkı penelope gibiydi. Canlı, deli dolu... Ama hepsinden çok kin taşırdı kalbinde. Bu nedenle ikisinin de sonu aynı olmuştu. 


Kinsey ayağı ile iterek bedeni kendisinden uzaklaştırdı ve birbirine girmiş olan alana baktı. Engelbertha ile göz göze geldiler. 


-Ne yapacağız? 


Benjamin gördüklerini atlatmaya çalışıyordu. O kız ve kardeşleri babasını öldürmüş, hayatını ve parasını elinden almış, o parayı sözde kurdukları gelecek için harcamışlardı. Suç defterleri bir hayli kabarıktı. Buna rağmen ölmüyorlar ceza çekmiyorlardı. Artık cezalarını almaları gerekiyordu. Penelope ölmüş, Engelbertha saf değiştirmişti. Cezayı o kesecekti. Mahkeme de oydu, savcı da oydu, hakim de oydu, avukat da oydu ve bu mahkemeden kardeşler adına aleyhte sonuç çıkmıştı. 


Portaldan geçti. Hiç bilmediği bir dünyaya adımlamıştı. etrafına bakındı. Anlatılanlara göre yerini anlamaya çalıştı. Başaramayınca da yerinde huzursuzca kıpırdandı. Sinirle nefesini verdi ve koşar adım ilerledi. Ne aradığını bilmiyordu sadece içinde olan o yakıcı üzüntüyü ve öfkeyi geride bırakmaya çalışıyordu. Belki koşarsa geride kalırdı. Koştu koştu. Ta ki yakasına Cheryl Dükalığı arması olan dağ çileği işlenmiş genç bir kız ile çarpışana kadar. Gördüğü arma ile delirecek gibi olan Benjamin kızdan yardım istedi. Acilen Penelope'nin babasını bulması gerekiyordu. Ölümünü ailesine açıklamak ve Jackson'a gitmek boyun borcuydu. Kız onu düke götürdü. 


Dük, Penelope'ye benziyordu. Aynı asil ve sert çehre onda da vardı. Oğlanı görünce tanıyamadı ve ne olduğunu anlayamadı. Kaşları çatıldı. Endişe sardı sonra adamı. Kızına bir şey oldu korkusu yüreğini dağladı. En sonunda Benjamin konuşmaya cesaret etti. 


-Başınız sağ olsun efendim. Kızınız Penelope Cheryl öldü. Engelbertha Atkins, Jackson'a ihanet etti ve tahta Alec'i geçirmek için harekete geçti. Kızınız meşru kralı korurken  öldü. 


Bu sözler adamı önce yıktı. Adam elindeki kristal bardağı düşürdü ve bardak içindeki suyu da sıçratarak yüzlerce parçaya bölündü. Yutkunamadı. Kızının ölmüş olduğu gerçeği boğazına yumru gibi oturdu. Etrafına bakınmaya çalıştı. Dünyası hem durmuştu hem de etrafında dönüyordu.  Bu nasıl mümkün olurdu bilemedi. Gözünden bir damla inci yuvarlandı. O inci tüm duvarları yıktı. Dükün tüm öfkesi birden Benjamin'e yöneldi. 


-Kızım o adi piç Jackson yüzünden öldü. 


-Efendim yanlış... 


-Sus! 


Benjamin suratına yediği tokat ile neye uğradığını şaşırdı. Kapılar kapandı ve o kalede ne olduysa ve Benjamin nasıl birden sırra kadem bastıysa her şey o kapılar arkasında kaldı. Sonra birden kapılar açıldı ve kanlı gömlek yakasını düzeltti dük. Lacivert pelerinini ve şapkasını aldı. Başkent'e doğru Jackson'a hesap sormak için yola çıktı. 


Uzun olmayan birkaç saatlik yolculuk dükün sinirlerini iyice gerdi. Kızının büyüyüşü durmadan gözü önüne gelip durdu. Kollarına ilk alışını hatırladı. İlk koklayışını. İlk baba deyişini. İlk adımlarını. Dük kızını kucağından indirmezdi. Diğer derebeyleri gibi değildi. Erkek evlat takıntısı yoktu. Kızı ile hep iftihar etmişti. Şimdi ise pek sevgili kızı tahtı hak etmeyen bir kral uğruna toprağın 6 fit altına girmişti. 


Şapkasını dahi çıkartmadan taht odasına daldı ve bağırdı. 


-Adalet istiyorum majesteleri. Ama sizin neden olduğunuz ve bir cana mal olan bu haksızlığa nasıl ceza kesilir bilmiyorum. 



08.08.2022



sonraki bölüm


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eros'un Laneti

                       Güneşli bir gündü. Olması gayet doğaldı da. Güneş'in tanrısı Apollon vardı zira. Nasıl olmasın? Biraz da aşk kokusu var sanki. O da Afrodit'den olma Eros'tan geliyor olmalı. Işığı ile herkesi ve her yeri aydınlatan lord Apollon, Eros ile konuşuyor hatta onunla dalga geçiyor olabilirdi. Eros'un heykeltraşların yonttuğu yüzü sertleşiyor, yontulan taşlardan bir parça haline geliyordu.  - Sen buna ok mu dersin Eros?  Eros'tan hoşnutsuz sesler çıkıyor, parmakları arasındaki okları sıkıyordu. Buna rağmen güldü aşkın lordu.  - Evet lord Apollon. Gümüş ve altın oklar... Aşkın okları ve nefretin okları.  Çok güzel güldü Apollon. Gülüşünden ışıklar saçılıyordu. Altın sarısı saçlarını savurdu ve altın oklarından birisini çıkardı.  -Bak Eros, ok budur. Seninkiler ok mudur? Yoksa sadece birer talim kılıcı mı? Peki o yay mıdır? Benimkisi gibi olanlar oktur. Bak ışıltılı günün okları. Veba okları... Kikloplar dövdüler.  Sadece gülümsedi aşkın yakışıklı tanrı

Yazardan Seçmeler

 Bu sayfadan ben White Rose'un kitaplarında ve kitap olmamış tek bölümlük hikayelerine ulaşabilirsiniz. İyi okumalar dilerim  Eros'un Laneti   Çiy   Çocuk Alman Tablosu   The Mystyc History   Tarihteki Modern Kadın 1855 Cadısı Historymaker Queens Series Dynasty Prometheus Thanatos ve Eros Mary on cross The Key Of Darkness

Thr Key of Darkness (1)

  THE KEY OF DARKNESS --- Chapter One --- Tears of the Monster The sun was rising over the skyline as a scary monster approached a home. Elenor woke up and smiled. Her maid Nancy came in and spoke cheerfully. “Madam, today is your wedding day. You are a very lucky woman in England.” Elenor looked into her eyes and got out of bed. “I think this day will be amazing.” But destiny had other plans. Darkness, pain, and screams were everywhere. At the Marquee of Solisticashire, Samuel of Solisticashire talked to himself. “I hope she never learns about my dark side. It will not be good for her. But she will hurt. I wish she did not want to marry me. Little shy girl, making a deal with a demon.” The demon was Samuel, and he was a bad guy. He was narcissistic and cruel. He was feeling nervous now, thinking, “Am I a ghost or a monster?” Samuel was like a panther, graceful and dangerous. He looked like he could kill with kindness, but he was a cruel kind of man. Elenor got dressed, p