Ash'in dedikleri üzerine balkondan baktı. "Ozanlar güçlü kadınları sevmezler"
-Peki neden?
-Çünkü o zamanlar kadının değeri yoktu. Uzun zaman olmadı. Belli toplumlarda vardı. Mesela Türklerde. Amazonlar Iskit Türk'lerindendir. O kadar iyi savaşmayı söylenen gibi gizlenerek öğrenmiş olamazlar. Çünkü Türklerde çocuklar bir şey kavramayı öğrenince kadın erkek ayırt etmeksizin yay tutmayı öğretilirdi. At üzerinde yaşarlardı. Uçsuz bucaksız bozkırda dört nala giderek. Kadın erkek fark etmeksizin güreşerek. Daha da önemlisi yardımlaşarak. Garip değil mi? Medeniyet olarak kabul edilen kadına eşitliğin olduğu bir dönemden bahsediyoruz. Hem de milattan önceki dönemler. Ancak Yunanlılarda ve minimum Anadolu halkları kadına değer vermiyordu. Dinlerine aykırıymış.
-Türklerin dinine aykırı değil miydi?
-Hayır. Onlarda kadına zarar veren sonsuza dek lanetlenirdi.
-Anlıyorum. Peki ya Athena, Hera, Artemis, Hekate, Nyx... Erkeklerden daha güçlü kadın tanrıçalar sayabilirim.
-Ancak Ozanlar onları da kirlettiler. İffetin tanrıçası Artemis' i yemininden döndürdüler. Olimpos'ta Zeus'tan daha çok söz hakkı olan, savaşçı bir tanrıça olan evliliğin tanrıçası Hera'yı kindar ve kıskanç bir kadın düzeyine indirdiler. Nyx' in esamesi geçmezdi. Ve daha da acısı. Ataerkil düzeni kurması için Athena'yı kullandılar. Hepsini sindirdiler. Kahramanlara leke çaldılar. Çünkü onlarca kadınlar sadece köle olabilirdi.
-Bu şekilde olmayan bir sürü kadın vardı değil mi?
- Evet. Atalanta, Kirene, Penelope, Pasiphe, Andromeda, Medea, Calypso, Ariadne, Kirke ve dahası. Pasiphe, Calypso ve Kirke belki tanrıça idi ancak en fazla aşağılanan tanrıçalardan biridir. Ozanlar çok fazla kadının canını yaktı. Senin de yakarlardı.
-Hala daha öyle olanlar var. Europe'nin ağabeyi Boreas.
-Ah isimleri mitolojiden geliyor. Pek bir şey beklemiyorum.
-Neden böyle dedin ki?
-Mitlerde kadının yeri yoktur. Dahası Europe ismi Girit'e bir boğanın sırtında gelen sonra da o boğanın, Zeus'un, tecavüzüne uğrayan bir kraliçenin adı. Minos'un annesinin adı. Boreas hakkında pek bir şey diyemem ancak kızın kaderini yazmak konusunda kararlılarmış.
-Yanlışın var. Europe Zeus'a aşık olmuştu.
-Sana sorayım Patricia, sen sırtında geldiğin boğa bir anda bir herife dönüşseydi anında ona aşık olup görür görmez koynuna girer miydin?
Sessizlik oldu. Ash bunun üzerine başını salladı. Dudaklarını birbirine bastırmıştı.
-Ben de öyle tahmin ettim. Bunların hepsini aslında biliyorsun değil mi?
-Evet hepsini biliyorum. Tarihi, sosyolojiyi, felsefeyi, mitleri, dinleri ve inançları... Hepsini. Okudum, araştırdım. Beş senemi verdim. Az ancak araştırmaya devam ediyorum. Ancak senden dinlemek daha güzel. Bilmiyormuş gibi yapmak, bilemiyorum sanırım seninle konuşmayı seviyorum.
Başını Patricia'nın omzuna koydu. Gözlerini sımsıkı kapadı. Bazı şeyler açık gözle değil açık kalple görülürdü çünkü. Patricia elinden tuttu oğlanın.
-Zarar gelecek diye korkuyorum.
-Tanrı'nın emri o.
-Sizce Daniela ile Joseph ne yapıyordur?
Arkalarından sesle birlikte döndü Patricia. Sophia gelmiş ve karşılarına oturmuştu.
-Valentina aradı. Parayı istediğimiz yere götürüp yatırmış ve o konu kapanmış oldu. Kendimi çok işe yaramaz hissediyorum Patricia.
-Değilsin.
Düşünmemişti. Ablasının bu şekilde konuşmasını beklemeyen Sophia şaşırdı. Normalde o aşağılardı. Devam etti sarışın.
-Değilsin. Sen doğuya gideceksin. Ben kuzeye, Daniela güneye ve Kinsey batıya. Dünyayı bu şekilde böleceğiz ve sen de gücünü kullanacaksın. İnsanlara hükmetme akıllarını çelme gücünü.
-Bu çok fazla güç demek ama.
-Yapacağımız şey çok büyük de o yüzden. Hem gücünü artık eğlence için kullanmamış olacaksın. Merak etme. Sen kilit halkasın.
-Hepimizin görevi var.
-Aynen. boşuna gelmedik. Boş değiliz. Başaracağız. Acı çeken herkes için yapmalıyız.
Daniela ve Joseph sabaha kadar şapelde kalmışlardı. Sonra ise kılık değiştirmeye karar vermişlerdi. Joseph siyaha boyadığı saçlarını tararken saçındaki örtüyü düzelten Daniela'ya yandan bir bakış attı.
-Beni nasıl tanımayacak acaba bay zeki?
Oradan bir tül alıp karşısına geçti. Suratını örtecek şekilde koydu.
-İşte böyle.
Daniela örtüyü suratından çekti. Dik dik baktı genç adama.
-Salak mısın Joseph? Samimiyim.
-Tamam tamam. Şöyle diyelim, eğer seni fark ederlerse seni kurtarırım.
-Nasıl da içime su serpildi.
-Hiçbir şeyi kabul etmeyen sensin. Hadi ama ademoğlu ademoğluna benzer. Gidelim.
At sırtına binmişlerdi işte simdi. Daniela atın üzerinde asla tam becerikli olmamıştı ancak ormanda araba kullanmak da saçmalıktan başka bir şey değildi. Kendi dükalığını görünce rahatladı Daniela. Öyle olması saçmaydı ,büyük ihtimalle zindanı boylayacaktı ancak senelerce ağladığı taş duvarlar ona hiçbir yerin vermediği güveni vermişti. Kaleden içeri rahibe kılığıyla girdi. Simsiyah pamuklu kumaştan bir elbise ve başörtüsü. Kalenin kapılarında duran askerlere baktı ve içi cız etti. "Askerlerini idam etti" demişti Joseph. "Onları kazıklara geçirip yaktı" . Kalenin içindeki şehrine ve dışarıda dolanan halkına baktı. Sokaklardan geçerken onları fark edenler uzaktan biraz bakıyor sonra da etrafı kolaçan edip belli belirsiz selam veriyordu. Geçtikleri yerler kısa süreliğine susuyordu ve Joseph de Daniela da fark edildiklerini biliyordu. Daniela emindi halkının kendisine bağlı olduğundan ve gerçekten de halkı ona bağlıydı. Yaygara kopmaması , yandaşların anlamaması için sessizce selam veriyor onu saygıyla kutsuyorlardı. İçeri girdiler. Prenseslik kalesi daha da Kasvetlenmişti. Daniela burayı aydınlık hatırlıyordu. masallardaki sırça kaleler gibiydi. Şuan içinde dolaştığı kale ise Ares'in trakyadaki demirden kalesinden farksız bir havaya sahipti. Etrafa yer yer silahlar asılmıştı. İlerlediler ve ayak sesleri titretti Daniela'nın kalbini. Karşılama odasına çıkınca ise şaşırdı Daniela yalan demeyecekti. Joseph'in demeye yaklaşmamasının nedeni karşısında Franz Calesitiliya olmasıydı. Zavallı genç adam Sophia'nın onunla oyuncak gibi her fırsatta oynamasından bilenmiş olmasıydı. Onlara üstünkörü baktı ve elini salladı.
-Bir rahibe ve bir rahibeye ihtiyacımız olduğunu bilmiyordum.
-Efendim köydeki kiliseden haber geldi. Onun için gelmiştik.
-Peki benim bundan neden haberim yok? İskele babası mıyım burada?
-Elbette hayır efendim ancak hasta olan rahip zaman bulamamış olabilir. İyileşince gideceğiz.
Evet demek için zor tutmuştu kendini Daniela. Konuşmasını bitirince reverans yaptı. Franz elini salladı.
-Aman bana ne. Gidin halledin. İnanları asla anlamayacağım.
Joseph ve Daniela bu kovulma seansından sonra köydeki kiliseye giderken Daniele fısıldadı.
-İğrenç herif. Kim bilir halkım beni ne kadar özlemiştir.
-Nasıl kişi toplayacağız?
Bir anda yamuk duran parçayı fark etmesi ile gerildi Daniela ve kiliseye doğru hızla çekiştirdi Joseph'i.
-Benim askerlerimden almaya geldik. Sen onların öldürüldüğünü biliyordun. Buna rağmen beni buraya getirdin. Bana bak Zeit nasıl bir komplonun içindesin bilmiyorum ama asfalyalarımı attırma benim!
-Sakin ol. Öncelikle hepsi idam edilmedi. Başları idam edildi ve yeni başlar getirildi. Yani bir şekilde askerlere ulaşmalıyız. Ayrıca komplo falan yok. Biraz kocana güven.
-Lanet olsun sana Joseph.
Kilise içinde dönüp dolaşıp ne yapacaklarını düşünürken kapı açıldı. İçeri yaşlı bir teyze girdi. Birkaç dakika sonra bir anne. Sonra iyi giyimli bir iş adamı, zengin bir hanım, bir öğrenci... İçeri böyle böyle doldu. Daniela korkarak sandalyelerin arasından geçerken ilk gelen yaşlı kadın bileğinden kavrayıverdi.
-Kızım. Seni tanıyoruz. Sen prenses Daniela Adelheide Nooren'sın. Bu dükalığın düşesi ve de bizim hanımımızsın. Seni tanıdık. Köyde senin infazını destekleyenler var ama biz sana yardım etmek istiyoruz. Yanındayız. Buradaki herkese güvenebilirsin. ancak o genç adama güveniyor musun?
Joseph'i göstermişti. Daniela elini uzattı. Dimdik durdu olduğu yerde ve etrafına baktı. Bu görüntüyü aklına kazıdı. Çünkü böyle bir anı asla elde edemeyeceğine inanmıştı hep.
-Size demekten gurur duyarım ki bu delikanlı, Zeit vikontluğunun varisi, Joseph Klaus Zeit benim kocam ve sizlerin düküdür. Tanrı huzurunda sizleri koruyacağına şerefi üzerine yemin etti. Hepiniz bilirsiniz ki lord Zeit bu ülkede şerefine ve onuruna en düşkün ve ona göre yaşayan lorddur. Bir üstü olduğunu düşünen varsa yanlış düşünüyordur. Ben ona güveniyorum ve sizden güvenmenizi istiyorum. Gel gelelim kardeşlerim öte tarafta zor durumdalar. Bir taraftan sırtlarından bıçaklanmak öte yandan 7 milyar insanın kontrolü, başlarındaki Engerlberthe belası ve bilmedikleri yerde olmanın boşluğu ile her yandan kuşatıldık. Yardıma, yardımınıza ihtiyacım var. Size hiçbir şey vaat edemem. Veremem de. Sadece minnetimi verebilirim. Can güvenliğinizi dahi değil. Ancak emin olun başka bir hayatta ödüllendirileceksiniz. Yanımda yer almazsanız sizi anlarım. Sadece beni ifşa etmeyin yeter.
Ayağa kalktı yaşlı kadın.
-Kızım Daniela. Biz bunları biliyoruz. Her şeyi göze aldık ve yardım edeceğiz.
-Askere ihtiyacımız var.
Oradan bir kız ayağa kalktı. Kızın çilleri ve örgülü saçları vardı.
-Nişanlım hala daha kale hizmetinde olan bir asker. Herkes onu sayar. Kendisi size de sadıktır. Sadece bunu kimseye demedi. Asker toplamanıza yardım edebilir.
Ne kadar şanslıyım diye geçirdi içinden Daniela. İki farklı gözü minnetle parladı.
-Teşekkürler. hepinize. Bir de kehribar efsanesindeki taşı bulmamız gerek.
Bir erkek ayağa kalktı arka sıralardan.
-Kuzenim Calisitilya kontluğunda çalışıyor. Çok perişan bir adamın, ki bu adamın avcı Orion olduğuna yeminler etti, kanlı korudan çıktığını görmüş. Geçen gün kendileri benim hanıma da geldiler ve bir hayli garip davranıyorlardı. Önceden de tanırım kendilerini. Ancak ilk defa böyle baktıklarını gördüm efendim. Duymuşsunuzdur adını. Kanlı koruyu avcunun içi gibi bilen pek maharetli bir avcıdır kendileri. Oranın yakınlarında bahsi geçen kuyu var. Böyle bir avcıyı başka ne bu kadar tedirgin edip perişan etmiş olabilir?
-Peki sonra ne oldu? Nereye gitti?
-Lord Alec geldiler efendim. Birlikte ata binip gittiler.
"Alec" diye fısıldadı Daniela.
-Biriniz bana Alec'in nerede olduğunu arasın ve bulsun. Yarın sabah veya en geç öğlene kadar buradan çıkmış olmamız gerek. Gel Joseph seninle portalı arayalım.
Engelbertha askerlerini bırakmış ilk hedef olan Londra'ya gitmişti. Yanında Helga vardı. Her yerde Kinsey'lerin izini arıyorlar ve içlerinden lanetler okuyorlardı. Engelberth'nın nefreti tüm kardeşlere ve aileyeydi. Sadece birisine değil. En son Thames Nehri'ne bakan bir yere oturmuşlar aldıkları tostları yiyorlardı ki nehrin kenarından geçen kısa boylu siyah saçlı kızla göz göze geldi Engelbertha. İkisinin birbirlerine bakarak küfür etmeleri üzerine aynı anda atağa kalktılar. Önde Kinsey ve Kenneth arkada Engerlbertha ve Helga koşuyorlardı. Sokaklara daldılar ve Kenneth'ın bilgisi ile oradan oraya savruldular. Bilmedikleri taş yollar ve çarptıkları kişilerin ingilizce bağırışları arasında bu kovalamaca bir yarım saat devam etti.
Yarım saatin sonunda Kinsey ve Kenneth bir otele arka kapıdan dalmış ve odalardan birisine saklanmışlardı. Böylece Engelberha onları bulamadı. Bulundukları kapının önünden gelen tepinme, küfür sesleri ile şansını teperken oradan uzaklaştı ve kızla oğlan tuttukları nefesi verdiler.
-Bu gece burada mı kalsak? diye fısıldadı Kinsey. Kenneth başını salladı ve yere uzandı.
-Bana demen gereken şeyler var. Ne yaşadın?
-Hazır değilim.
-Kenneth!
Derince nefesini verip gözlerini kapadı Jones.
-Bak Kinsey babam bir mafya. Kırmızı atkılı Jones'un oğluyum ben. En kanlı para ondadır. Kırmızı atkılı denme nedeni atkısının aldığı kırmızının kurbanlarının kanı olması. Beni veliahtı olarak görüyordu. Ona göre yetiştirmek istiyordu. Bense reddettim. O olmayacaktım. Sonra sanrılar başladı. Phobos yanıma geliyordu. Korkunun tanrısı, Ares'in oğlu. Beni alacaktı. Ruhumu çalacaktı. Anlaşma yaptık. Kendim babamın gölgesinden kurtulursam beni bırakacaktı. Babam gibi olursam beni alacaktı. Bencilliği nedeniyle kendini labaratuara ve teorik fiziğe vuran tek sen değilsin.
Doğruldu ve yüzüne haykırdı.
-Ben neler verdim bu uğurda biliyor musun? Her şeyimi kaybettim. Ailemi, gençliğimi, hayallerimi, bedenimi, yıllarımı... Geri dönüşü olmayan şeyler sattım Phobos'a. Sırf babama benzememek için. O yüzden asla o olmayacağım. Ne dersen de bu değişmeyecek!
Kinsey dizleri üzerinde oğlana ilerledi. Ona sarıldı, saçlarını okşadı, şakağından öptü.
-Değilsin. Olamazsın da. Kalbinde o yok. Özür dilerim. Aptallık ettim. Kırdım seni. Üzgünüm.
-Bana umut veriyorsun. Yapma bunu. Aşkınsa tozdansa ve uçup gidecekse söyle de bileyim. Sevmeyeyim seni.
-Kenneth... Ben bilmiyorum. Ben...
-Tamam tamam önemli değil. Ben ve aptal kalbim sadece.
Doğrulup pencereye ilerledi Kenneth ve dışarıyı izledi bir süre. Kararmaya başlayan havayı içine çekti.
-Umarım başarmışlardır.
-Umarım.
-Kaybettik. Siktiğimin otelinde kuş olup uçtular sanki!
-Engelbertha sakin ol. Buradan sonraki yerlerini biliyoruz. Oraya gidelim. Ve onları bekleyelim. Elbet yakalayacağız.
-Bunlar bir şeyler planlıyorlar Helga. Hem de büyük bir şey. Bu işin içinde Joseph de var. Ağabeyine yaz. Yakalatma emri çıkarsın.
-Emrederseniz leydim.
Oturdukları kafeden kağıt ve kalem rica etti Helga ve mektubu yazmaya başladı.
-Bunun bir kopyasını Penelope'ye atalım da o temize çekip atsın. Oraya gidip gelemeyiz.
-Haklısın. Ancak elimizde bir kopyası kalsın. Yaz sen.
Yazdı ve kopyasını Penelope'ye attı. Gelen çorbaları ile gülümsediler ve bir daha konuşmadan çorbalarını içtiler.
Alec Seren Kalesi'ndeki odasının penceresinden bahçede ot toplayan kalenin hanımını izledi. pencerenin kenarına oturmuştu. İçini yokladı. Hayır, arkadaşına ihanet etmenin acısını duymuyordu. Omuzlarını silkti. Gelecek olan savaşı görebiliyordu. Biliyordu. O bir savaşçıydı. Askerdi. Savaşın kokusunu alırdı,savaş yakındı. Öte diyarda büyük bir savaş olacaktı. Alec tecrübeleri doğrultusunda fazla kayıplar ve iki taraf için de karlı bir antlaşma öngörüyordu. Şapkasını duvara fırlattı yanan ateşin başına geçip elini şöminenin ısınmış mermerine dayandı. Ateşi izledi uzun bir süre. Hiçbir şey düşünmedi. Karanlığa ve sessizliğe ruhunun düşmesine izin verdi. Kararlarını sorgulamadı. Bir sonraki hamlesini tasarlamadı. Jackson'ın yaptığı hataların üzerinden geçmedi. Sadece uzun zamandır yaptığı şeylerin ağırlığı altında ezilen bedenine dinlenme zamanı tanıdı. Ateşin yaktığı kuru odunlar onu yumuşattı. Dinlendi. Ruhu hafifledi. Bir kez daha o yükün altına girmek için cesaret topladı. Çünkü bir yükü bırakınca tekrar bırakacağınızı bilirsiniz ve o yükü daha uzun süre taşısınız. Umuttur o. En güçlü silah... Az orduları kazandırandır. Cesaret, umut biraz da şans. Alec kendisinde bunların hepsinin olduğuna inanıyordu. Ancak onun dahi bilmediği şeyler vardı. Patricia gibi şah rolünde olduğu. Bunu o dahi hissedemiyor, göremiyordu. Kör ve sağırdı bu duruma. O kadar alışmıştı ki sahne arkasından suflörlük etmeye ,sahneye çıktığını dahi fark edemiyordu. Ancak ve ancak oyun bitince selamlarken seyirciyi anlayacaktı ki bu kaderinde yazılıydı. Kapısı çalındı. Alec'in kuru odun parçası kahvesi gözleri o tarafa döndü.
23 Kasım 2021
Yorumlar
Yorum Gönder