Yatakta uzanıyordum. Kenneth yattığım yatağın ucuna oturmuş televizyon izlerken Joseph de Daniela'yi yorganlara sarıyordu. Doğruldum ve çantamdan defterimi çıkarttım. Içinde senelerdir tuttuğum notlar vardı. Tek tek kontrol edip hesaplamaları gözden geçirirken Daniela seslendi.
-Daha önce hiç sormadım ancak tam olarak neler oluyor?
-Nasil yani?
-Yani bize bahsettigin 178 evren ne? Biz buraya nasıl geldik? Neler olabilir?
- Bu biraz karmaşık Daniela.
Kesinlikle çok carmasikti.
-Merak ediyorum. Anlamayı denerim.
-Pekala şöyle diyelim. Uzay belli fizik yasalarına uygun var olmuştur. Bu yasalar çerçevesinde yok olmaması için diğer evrenlerde de aynı yasalar geçerli olamalı. Eğer karadelikler genişler ve tüm uzayı yutar sonradan ise tekrar kusarsa şimdiki yasalardan çok farklı bir yasa ortaya çıkacaktır ve biz asla bunun olup olmadığını veya olup olmayacağını bilemeyiz. Bunu diyorum çünkü bu yasalar çerçevesinde multiverse denilen bir teori var. Bu teori aslında birden fazla evrenin var olmasına dayanıyor ki burada olmamız bunun artık bir teoriden çıktığını gösterir ancak sadece bizim evrenimizde. 178 evren bağlı ama bağımsız dediğim bir düzende. Yani birbirlerine etki yapıyorlar, aynı zamanlarda benzer olaylar oluyor ancak tilkisi değil veya sınırsız alt evren oluşturacak olan ihtimallerden doğmuyorlar. Örnek vereyim, 16. Patrick döneminde yaşamış olan Eva'yı biliyorsun değil mi? 1 Eva Cadoc. Bu kadın biliyorsun ki ilk önce gayrı meşru ilan edilmiş ardından üvey annesi tarafından tekrar mesrulastirilmis ve Anglodia'nin ilk resmi taç giyen kraliçesi olmuştu. Güzel benzer kişi bu evrende de mevcut. 1. Mary Tudor. Benzer hayat hikayesi. 8. Henry Catherine of Aragon'dan asil nedeni erkek çocuk verememek olan bir nedenle boşanmış bu yüzden de Mary gayri meşru ilan edilmişti. 2. Üvey annesi ve Henry' nin 3. Karisi Jane Seymor tarafından tekrar mesrulastirilmis ve taç giyen ilk kraliçesi olmuştu. Kaldı ki bu birbiri ile benzer olayları inceleyen Patricia. Benden daha fazla bilgi ve örnek sana verebilir.
Iç çektim ve saçlarımı örerken devam ettim.
-Biraz daha cetrefillesecek. O yüzden örnek vereyim. Sen Zeit vikontluguna veya benim prensesligime geleceksin. Önünde 2 seçenek var. Bu seçenekler doğrultusunda 2 farklı evren oluşur. 178 evrende her birinde yaklaşık 7 milyar kelleyle bir sınırsız alt ve aynı olan evren yapar. Sayılması imkansız olan. Bu alt evrenler aynıdır. Aynı zamanda bu evrenlerin ortaya çıkarttığı bir alt evrenler kümesi daha... Bu şekilde devam eder anlayacağın tıpkı bir doğru gibi. Sonsuz nokta ve sonsuz komplikasyon. Işte burada evrenlerden birisinde biz asla bulamayız veya oluyoruz veya kurtarıyoruz. Işte bu evrenler de birbiri ile etkileşim içerinde olduğumuz ve bağlı bağımsız evrenler olduğumuz için burada oluşacak olan en küçük kötü etki misli ile bize geri dönebilir ve evrenlerin sonunu hazırlayabilir. Çünkü basta da dediğim gibi bir evrenin yok olması fizik yasalarının yok olmasına o da bizimkilerin yok olmasına neden olur. Ve bu zaman çizgisini bozmadan düzeltmek için, ki bu zaman çizgisi tekrar aynı alt evren durumu ile alakalıdır ve en küçük bir ekstradan alt evren oluşumu kararsızlık yaratabilir, buraya geldik ve toplumsal yapıyı ademoglunu çok bozmadan düzelteceğiz. Bunun için de ınsanları kısmen ikiye ayırıp kötü olan her şeyi ortadan kaldıracağız. En azından birbirilerini durdurabilecek bir sınıf oluşturacağız. Ezilmenin en azda olduğu ve etki etmeyecek olan.
Daniela' ya baktım. Pek anlamış gibi bakmıyordu. Aslında anladığını da düşünmüyordum. Saçlarımı örmeyi bitirmiştim. Kenneth'a baktım. Ancak bu kadar iyi anlatilabilirdi bakışını görünce ise gülümsedim. Göğsümü kabarttim.
-Peki pek anlamadım ancak şey sanırım, her şey daha kötüye gidip hizlandirmasin diye.
-Aynen öyle.
-Ben en iyi bildiğim şeyi yapıp insanlara yol göstermeliyim o zaman.
-Kısmen öyle. Ben hepimize iş düştüğünü düşünüyorum. Sophia adaleti sağlayabilir. Sen iyiliği yayabilirsin. Patricia harika yönetir ve ben de önünüze çıkan taşları temizleyebilirim.
-Patricia gibi düşünüyorsun yani. Bölünmeyi. Dünyayı dörde bölmeyi düşünüyorsun.
- Neden olmasın. Bizdeki gibi hepsini tek bir yerde toplayıp birliği sağlayabiliriz. Çıkacak olan olumsuzluklarda hazır bekleyen kaynayan kazanları, yani içinde kötülük bulunanları, kullanırız. Üzgünüm bu biraz canice hatta gaddarca geliyor ancak tarih kanla yazılır. Üstelik hepimizin amacı bu şekilde bir savaşın olmaması. Tek bir kişi dahi kaybetmek istemiyoruz.
-Yani bu aslında çok sonradan gelecek olan elimizde seçenek olmazsa kullanacağımız plan. Yanı o grubu kullanmak
-Kesinlikle. Kimse barış varken ölmeyi hak etmez. Savaşmak ancak başka seçenek yokken, kaçmak dışında, mümkün olabilir.
Başını salladı tekrar. Iki farklı renkteki gözlerini bana dikti.
-Sizin yanınızda kendimi yetersiz hissediyorum
-Ama değilsin. Buradasın ve değerlisin. Sadece suya hükmetmen bile çok degerli bizim için. Hem senden daha iyi kirilmislari anlayamaz.
Bana sıcacık gülümsedi. Başını yastığa koydu. Kahverengi sacları yastığın üzerine dağıldı. Öyle de derin derin solurken göğsü ahenkle inip kalktı ve o sakinlikle gözlerini yumdu. Kenneth yanına doğru sokuldu ve kağıtlara baktı.
-Başka bir evrende zaman yolculuğunun bulunmuş olma khtimalini düşündün mü? Oynadığını. Şuana değil de çok daha sonraya gitmiş olma ihtimalini.
-Ihtimal dahilinde ancak ben bulamadım.
-Sizin evreninizde olabilir mi? Yanı şöyle,
Eline kalemi aldı ve çizmeye başladı.
- Zamanı bükebildigi için büyük ihtimalle kayıp oranlarının en fazla olduğu ve zaman çizelgesinin en zayıf olduğu yer olacaktır. Bu bu evrende olsaydı eğer bunu bulabilirdik. Ancak sizinkisinde bulman zorlaşır. Çünkü sizde güçler var. Neden birisi zamanı bükebilme yeteneği ile doğmamış olsun ki?
Aslında tam da böyle bir efsane vardı ancak benim olayım efsanelere inanmak değildi. Hatırlıyordum. 18 yüzyıl önce denizlerde dolaşan bir adam kaybolmuştu. Herkes öldüğünü düşünmüştü. Ancak bu durumdan 9 yüzyıl sonra bir adam Eurudike kıyılarına çıkmıştı. Bu durum biraz karışıktı. Aynı ismi taşıyan kutsal ve sürülmüş bir abla ve ilk kıtanın ismi. Adam çıkmıştı koca bir kıtadan bir küçük krallık kalmis olan Eurudike kıyılarına. Herkes çok önceden gelmiş gibi görünen bu adamdan korkmuş ve onu kralın önüne çıkarmış. Adam kralı görünce şaşırmış ve 9 Yüzyıl öncedeki atasını söylemiş. Kral onu sorguya çekmiş ve adam Shylia diye bir cadının adasına gittiğini ve sadece 2,5 yıl kaldığını düşündüğünü söylemiş. Bunun üzerine kral adamlar yollamış bu adaya ancak kimisi bu kutsal denizlerde dolanıp durmuş ve aklını yitirmiş kimisi de ,geri dönenler, burada bir ada olmadığını söylemiş ve zaman atlatan Shylia bir efsane olarak kalmış.
-Aslında bir efsane var. Ama efsane işte. Önemsiz. 9 yüzyıllık bir zaman atlamsindan bahseden. Çünkü böyle bir şey olmadığı kısmen kanıtlanmış.
-Ancak kısmen yanılıyorsan?
-Ben yanılmam.
-Bunu görmeye yaşın yetmeyecek. 9 yüzyıl diyor Kinsey!
Ayaklandım. Benden nasıl bu şekilde şüphelenirdi. Yapamazdı. Haksızdı işte.
-Ancak bu olursa kararsızlık oluşurdu.
-Eğer en başından yani evren var olduğundan beri var olan bir seyse bu paradokslar olmaz çünkü alt ,paralel, evrenlerde zaten çoktan var olmuştur.
Göz devirip pencereyi açtım. Içeri dolan rüzgar saclarimi yaladı. Ona doğru korkunç bakışlar attım. O ise omuz silkti.
-Haklilik payımın olma olasılığı var biliyorsun! Ancak bunu asla kanıtlayamayacaksın çünkü hayatın bunun için fazla kısa!
Omuz silkip pervaza dayandım. Tam o anda Joseph araya girdi.
-Oyleyse şuanda bizi etkileyen bir şey yok. Biz elimizdeki bilgilerle en doğrusunu yapacağız. Sonrası bizden sonra gelecek olan fizikcilere ve yöneticilere bağlı. Güneş'e dokunmak isterlerse ve geçmişten gelen birisi buna engel olup her şeyi bozarsa bu sizin suçunuz olmayacak. Çünkü biliyorsunuz ki bunu kanıtlamaya ve bir şeyler yapmaya hayatınız yetmeyecek.
Dudak buzdum. Haklilardi. Kısmen. Başımı salladım.
-Güneş' e dokunmamalari için ugrasmaliyiz.
-Bunun için de zaten uğraşacağız. Ama şimdi uyuyun. Yarın erkenden cikmamiz gerek. Çok yorgunuz.
Joseph diğer üç yataktan birisine kıvrıldı. Kenneth da otekisini yattı ve ışıkları kapattılar. Ben se karanlık odada pencere önünde pervaza dayanmış vaziyette Iskoçya' ya bakmaya başladım. Patricia Iskoçya ve Ingiltere'nin zamanında çok fazla savaştığını söylemişti. Şuanda Birleşik Krallık dense de aslında tarihleri ve toplumsal yapılarında bazı farklılıklar vardı.
Buralara bakarken nedensizce aklımı ablam Patricia'nin anlattıkları dolduruyordu. Dediğine göre Mary Tudor basa geldiğinde Angilkanistler yani protestanlar pek mutlu olmamışlar. Ona bas kaldırmışlar hatta meşru olduğunu bile kabul etmemişler. Mary ne kadar babası ve küçük kiz kardeşinden daha az insanın canına mal olacak şekilde isyanları bastırsa da ismi Kanlı Mary'e cıkmış. Bir süre kiz kardeşi Elizabeth'i tutması da pek suanki izlenimi olumlu etkilememiş ancak o dönemde halkın azımsanamayacak bir kesmi Mary'i bir kurtarıcı olarak görüyor hatta bazıları onun Ingiltere'nin Herakles'i olarak kabul ediyormuş. Ingiltere'nin altın cağına girişinin önemli kişilerinden olarak kabul ediliyor. Ardından gelen Kraliçe Elizabeth ise Mary'nin aksine koyu bir protestan, üstelik de paranoyak denecek kadar dikkatli birisiymiş. Ablam bunu hep annesinin idam edilmesine ve küçük yaşta tahtını korumak için neler yapılması gerektiğini görmesine bağlardı. Düşüncelerimin seyri buradan sonra vatana ihanetten idam ettirilen Iskoçya kraliçesi Mary Stuart' a kaydı. Elizabeth ile kuzendi. Elizabeth icin tahtının tehlikesiydi ve vatana ihanet adı altında idam edilmişti. Elizabeth evli olmadığı ve resmî olarak Ingiltere ile evli olduğunu söyleyen ikinci kraliçe olduğu için, birincisi ne kadar Philipe ile evlilikleri olsa da I. Mary idi, asla evlenmemiş ve tabiki de çocuğu olmamıştı. Ve ölünce de tahta Mary Stuart'in oğlu geçmişti. Iç çektim. Bu şekilde Tudor hanedanlığı da bitmişti.
Penceremden bakınca neden bunları düşündüğümü bilmiyordum. Aklıma üşüşüyor ve bizim evrenimizdeki tarihi benzerlik beni şaşırtiyordu. Hatta biraz korkutuyordu. Düşünmekten yorulunca ve göz kapanlarım düşünce yatağıma geçtim ve Kenneth'a baktım. Yorgun gözlerini çevreleyen uzun kirpiklerinin gölgeleri yüzüne düşüyordu. Sakince uyuyordu. Başımı yastığa koydum ve onu izleyerek uyudum.
Orion gölün kenarına oturdu, izlemeye başladı. Hafifçe esen rüzgarda sacları dalgalanıyordu. Yanına ilişen Alec bozdu soğuk sessizliği.
-Kehanet demistin.
- Evet dedim. Cassandra'yı bilir misin? Çok eski bir kahinedir. Öyle ki 16. Patrick zamanında dahi hayattaymış. Onunla konuştum. Sadece dolanıyordum ve birden karşıma çıktı. Uzun uzadıya kardeşler hakkında konuştu. Anlattı onları bana. Giderken de bir kehanet verdi. Korkunç bir kehanet.
Çarpıttığı yerler vardı. Ancak direk "Ben yardıma gidiyordum" demektense "karşılaştık ve bir anda kendimi bu görevde buldum" demeyi tercih etmişti.
-Nedir o kehanet?
-Soylesem anlamazsın. Hoş sana demeyi de düşünmüyorum. Kehanet bana verildi. Ve eğer beni oraya göndermezsen ne kralı ne de kraliçeyi kurtarırım. Hatta seni bizzat ben Kral Jackson'a teslim ederim. Duyduğuma göre kral hainlere iyi yaklaşmıyormuş.
Dişlerini sıktı Alec ve ateş püskürten gözlerini ona sabitledi. Ardından da şapkasını çıkarıp dağılan kivircik saçlarını düzeltti.
-mantıklı bir anlaşma gibi. Pekala kabul. Şimdi sen merak ediyorsundur bu adam bana bu kadar çabuk nasıl güvendi diye.
Başını olumlu anlamda sağladı genç adam. Merak ettiği şeylerden birisiydi. Kendisi asla bu kadar hızlı bu görevi birisine vermezdi. Adama baktı. Gözlerinde bir sinsilik akmakla kalmıyor gaddarlık ve güç fışkırıyordu.
-Kendinize ve unvanınıza güveniyorsunuz. Durun tahmin edeyim bu krallığın ayakta durma nedeni olarak kendinizi görüyorsunuz.
Kahkaha attı adam ve şapkasını her neyse dercesine salladı. Siyaha çalan gözleri Orion'un gözleriyle kesişti.
-Çünkü öyleyim avcı. Benim soyum olmadan hiçler. Kendilerini Parisa Helen'in soyundan kabul ediyorlar öyle de olabilir ancak Helen zamanında babasi buyukbabam Adalwin Chlothwig tarafindan gayrimesru ilan edildi. Yani resmi olarak Germenia Markizi asla olamadi ancak benim atam Helen'in kardesi Adalhard ise resmi olarak Germenia Markisiydi. Bu ülkeyi hala Germenia ile bağlantılı tutan şey benim hem Westerburg dükü hem de Germenia Markisi olmam. Bu da bu ülkeyi ayakta tutan şeylerden birisi. Yanı benim. Bu şekilde düşünmem gayet mantıklı değil mi?
Basını yana eğdi Orion. Saçlarını kaşıdı ve güldü.
-Zaman değişti ama lordum. Artık slywa küçük bir krallık değil. Aksine en güçlüsü.
- Benim sayemde işte sevgili avcı.
Bu sığ görüşü ile onu güldürdü.
-Pekala lordum. Siz bilirsiniz. Sevgili kral ve kraliçemiz neredeler acaba?
-Kraliçe soyunun dukaligi olan Josephines Dukaliginda. Kral ise başkentteki zindanda.
-Yani iki yaka arasında gidip geleceğiz.
-cok zor bir şeymiş gibi konuşma kuzum. Uçağa ağlıyorsun hop karşı yakadasın birkaç saate. Veya arabaya biniyorsun birkac gune oradasin. Atla gidersek uzun surecektir. Her neyse sen cikart krali de gerisini hallederiz.
Ayağa kalktı Orion. Üzerlerini silkeyerek gözlerini ona çevirdi. Kıpır kıpırdı.
-Hayde vaktim dar.
Lordu beklemeden hareketlendi.
Gözlerimi araladım. Olduğumdan daha yorgundum. Daniela'ya baktım. Benden daha erken kalkmis ve yatagimin kenarinda otururken kolunun içine bakiyordu. Dogruldum ve senelerce sormaya korktugum seyi sordum. O gece neden gücünü kullanmadığını. Bana kırık bir gülüş yolladı. Omuzları düşüktü.
-Neden? Haklısın. Saçma değil mi? Orada kullanabilirdim. Kurtulabilirdim. Ama ben içimden gelen deniz suyunun etkisine sığındım. Nedendi peki? Bence bunu içten içe biliyorsun. Sen neden hakkın olan tacta hak istemedin?
-Aynı şey değil.
-Aynı şey. Benim düşük prenses olmamı icimden gelen suya bağladılar. Asi Daniela, neden? Çünkü o suya hukmediyor. Çünkü o su kadar uyumsuz. Su, su, su!
Ayağa fırladı. Hiddetle bana döndü ancak onun tepkisinin bana olmadığını biliyordum. Iki farklı renkteki gözleri dolmuştu. Aklıma sürekli olarak dışlanması geldi. Bizi sürekli ayiklamislardi. Bölmüşlerdi. Patricia'yı istemediği bir kadere zorlarken Sophia'yi Patricia'dan uzak tutmaya zorlamışlar Daniela'yi düşük prenses olmakla suçlayıp yüz karası ilan etmişler beni de güçlerinin olmamasından dolayı tacimdan etmişlerdi. Daniela'nın bir donem gayri meşru ilan edilmek istendiğini hayal meyal hatırlıyordum.
Kız elleri önünde oturuyordu. Yanlış yaptığı şeyi bilmiyordu. Tek yaptığı şey üzerindeki pembe elbisesi ile gölete dalmak olmuştu. Yanında duran ablalarına baktı. Patricia ve Sophia duygusuz birer bakış attılar ona ancak Patricia bunu yaparken çok zorlanmış gibiydi. Gözlerinden bir anlığına anlamını çözemediği bir parıltı geçmişti. Ağabeyi arkasında duruyordu. Onu kışkırtan oydu. Ancak Daniela emindi ki o bunu yalanlayacaktı. Babaları kral 12. Luis tahtından ona bakarken küçülüp yok olduğunu hissetti. Luis derince iç çekip sordu. Neden? Daniela doğruları söylemek istedi. Ağabeyine baktı. Jackson'dan "Söylesen yalanlarım" bakışını alınca dudağını ısırdı ve elleriyle oynamaya devam etti. O sirada içeri annesi Maddeline girdi. Neler olduğunu duymuş olmalıydı. Hemen yanında Eris gibi bir siliuet dans ediyordu. Nana! Kadın ona sokulmuş tiksinti dolu gözlerini ve nefret dolu sesini, içinin kirini ve şerini annesine akıtıyordu. Kraliçe tahtına oturduğu esnada Nana'nın bakışlarında bir kıskançlık yakaladığını sandı Daniela ancak o kadar kısa bir süreydi ki yanildigina inandı. Bu arada kraliçe krala döndü ve elini kendi çenesinin altında kabustururken mırıldandı.
-Bizi aşağılıyor. Hanedanimiza leke sürüyor.
Babası basını salladı. Doğru anlamış olamazdı bunu istemiyordu. Gözleri dolu dolu olmuş şekilde diğerlerine döndü. Kinsey'in yaşi daha küçük olduğu için babasının ayakları dibinde, merdivenlerde oturmuş meraklı bakışlar atıyordu ki o da yanlış bir şeyler sezmiş gibiydi. Kinsey zeki bir kızdı. Olanları doğru öğrenene kadar da susacak kadar zeki. Patricia tek kaşını kaldırmış kollarini kavuşturmuş annesine bakarken Sophia kaslarını çatmıştı. En rahat duran ağabeyi idi. Onu sevdiğini söylerdi. Peki bu sevmek mıydı? Patricia konuştu.
- Ne demek bu kraliçem?
Patricia anne ve baba demezdi. Bu onun için yasak gibiydi. Eğer Nana kral ve kraliçe ile bizzat konuşurken "anne" veya "baba" dedigini duyarsa ağır şekilde cezalandirirdi. Hayır kral ne isterse yapabileceğini söylemişti ve ikisi de karışmıyordu.
-Şöyle ki canım eğer Daniela'nin bu tavrı devam ederse evlatlıktan reddedeceğiz. En azından meşru evlatlıktan.
-Gayri meşru olmasını mi istiyorsun kızının?!
Sophia' nin sesi camlardan taşmıştı. Öyle ki orada bulunan şövalyeler ve hizmetçiler irkilmiş,onlara bakmış sonra da hızla çıkmışlardı. Kurt başlı agir kapılı koca taht salonunda suan sadece 8 kisilerdi. Kral hizla ayaga kalkti ve Sophia'ya parmağını salladı.
- Benim canımı sıkıp dikbaslilik yapma senin de reddini veririm.
Kinsey elinde oynadığı yayına baktı. Onu çoktan gözden çıkardıklarını zaten biliyordu. Kırdığı yayına bir bakış attı sonra da sakince okunu yayını taktı. Daha annesi ne olduğunu anlamadan hemen arkalarındaki, tepelerine çok yakındı, avizeyi tutan paslı zincirler kırıldı. Avize büyük bir gümbürtü ile yeri boyladı ve bazı yerleri ezildi. Kral korkunç bir bakışla Kinsey'e döndü. Kolundan tuttuğu gibi kaldırdı ve elindeki yayı alıp Nana'ya uzattı. Kinsey korkmuyordu. Çok uzun süre önce tacını gözden çıkarmıştı. Nana'nın sözlerinden sonra... "O, o taç için sizi öldürecek" Sonra ise güçlerinin olmamasından dolayı ailesinin gözdesi olmayacağını anlamıştı. En azından Kinsey öyle düşünüyordu ve kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Luis onu sarsaladi.
-Hepinizi bana sayıyla mi veriyorlar bugün ya?! Hepinizi reddetmek gerek! Bir Patricia bir Jackson yeter anneniz de sizinle ilgilenmeyecek! Aşık hayat neymiş göreceksiniz! Arsızlar!
Bu sefer ayağa kalkıp parlayan taraf Maddeline idi. Kraliçe kırmızı elbisesininin eteklerini ayağı ile itirek kocasının karşısına geldi ve Kinsey'in kolunu kralın elinden kurtardı.
-Dediklerine dikkat et! Ne demek tüm çocuklarını! Ne demek anneniz göremez?
-Girebilecegine inanıyor musun Maddeline? Bunlar i böyle yapan şey sensin
Kimse bilmedi aslında onları böyle yapan seyin Nana olduğunu. Maddeline sinirle Luis'e tokat atmıştı. Ona doğru hırladı.
-Hicbir şey yapamazsın ve görmeme de engel olamazsın! Benden dolayı öyle değiller!
-Neden böyleler peki? Birisi prenseslik kurallarını hiçe sayar, diğeri herkesin önünde bana ahkam keser, ötekisi kafama avize indirir! Bunların beni öldürmesini mi bekleyeceğiz?
-Hayır beklemeyeceksiniz. Yaptığımız şey saçma. Eğer içimizden birisini yok yere gayri meşru yapma gibi bir amacınız olmasaydı bunlar olmayacaktı. Onlar sizin çocuklarınız kralım. Bu kadar gaddar mısınız? Kaldı ki ya ben gidersem? Tekrar meşru yapma işlemi mi yapacaksınız?
-Onların yöneteceği ulke olmaz olsun! Hanedanınızın yüz karaları.
Patricia sakin ve donuk gözlerle kardeşlerine baktı sonra da tekrar babasına döndü.
-Hanedanimizin en bilinen ve parlak isimleri 16. Patrick ve Germenia'lı Helen öyle değil mi? Peki efendim 16. Patrick sadece Helen için annesi kraliçe Isabel'i karşısına almamış mıydı? Kraliçeyi sürgüne yolladı. Kraliçeyi karşısına aldı hatta kendi tahtından ve tacindan vazgeçti. Peki ya Helen? Senelerce bir çingene olarak yaşadı, babasının kurallarını umursamadı, elinde kılıçla savaş alanlarına çıktı. Yanı buna bakılırsa bu ailemizde ırzi bir şey. Bundan dolayı birisini gayri meşru yapamaz veya cezalandiramazsiniz.
-Onlar Patrick ve Helen'di!
-Sevgili kralım, onlara bu fırsatı vermezseniz olmaz ki.
-Sana şart koştu değil mi Nana?
Başını salladı Daniela. Gözleri dolmuştu.
-Eger prenses olmak istiyorsam gücümü asla kullanmamam gerektiğini hatta unutmam gerektiğini söyledi.
-Sen unutmadın. Ama kullanmadın da. Arada kaldın.
- Evet öyle oldu. Eğer kullanırsam gayri meşru ilan edilmenin işten bile olmadığını söylemişti.
-O öldü ama sen asla bundan kurtulamadın değil mi? Aynı benim gibi. O kadının diğer dünyada da iki yakası bir araya gelmesin! Sadece acı verdi bize.
-Sen de yok ettin. Ve Sophia. Ama hiç düşündün mu? En çok üzdüğü, kırdığı ve değiştirdiği kişi Patricia idi.
- Evet. Haklisin. Bunu hak etmedi. Hak etmedik.
- Ve bunu değiştireceğiz. Bizim gibi olan burada yüzlerce kişi var. Dışlanan, gorulmeyen, acı çeken.
-Patricia da bunu istiyor. Korumak, kurtarmak istiyor.
-Bilemiyorum Daniel. Patricia bana her zaman için yönetmeyi seven birisi gibi geldi.
-Son haftalarda da öyle mi Kinsey. Bak bana ablacım.
Yüzümü avcuna aldı ve kaldırdı sonra da o hep yaptığı gibi gülümsedi. Gözleri kurumuştu. Daniela böyleydi işte. Bir an ağlarken öteki an gülerdi. Suydu o. Ana göre akar giderdi. Bense kin güderdim. Gurur yapardım. Peşine düşerdim. Intikam isterdim. Belki dağlarda dolaşmamdan kaynakliydi. Ya da hep böyleydim. Bilemiyorum. Ancak Daniela kadar uysal asla olmadım.
-Patricia, diye devam etti, son haftalarda da sana öyle mi geldi? Yanı bir diktatör gibi. Bizi sevmeyen, hicbir şeyi önemsemeyen, hayatta sevdiği hiçbir şey olmayan bir taç düşkünü gibi mıydı?
Hayır değildi. Patricia benim tanıdığın Patricia'dan daha farklıydı. Başımı iki yana salladim. O da devam etti sozlerine.
-Değildi çünkü o asla öyle olmadı. Evet ben de öyle bilirdim ancak Kinsey düşün, burada bir kalıba zorlanmiyor. O istediği gibi. O özgür. Bir yerde. Görevlerimiz onu sınırlandırıyor ancak o özgür. Baksana ne diyeceğim? Hepimiz değiştik. Sophia da öyle. Ben her zaman onun duygusuz olduğunu düşündüm. Belki Patricia'dan daha fazla ancak Joseph'e aldığı tavır beni şaşırtıyor. Sen de değiştin. Kinsey sen senelerce kendine Fallon dedin. Sessiz gelenlerin kraliçesi dedin. Amansız avci dedin. Ancak asla Kinsey demedin. Sen kendine Kinsey diyorsun. Kinsey Alphonsine Nooren olduğunu kabul ediyorsun kardeşim. Daha da değişeceğiz. Ve değiştireceğiz. Bizim gibi olmaya zorlanmış herkes için.
Ona baktım ve gözlerimin ici güldü. Ona serçe parmağımı uzattım.
-Kardeş sözü.
-Kardeş sözü.
O da serçe parmağını uzatıp tuttu. Daniela' ya diğerlerine olduğumdan daha yakındım. Onunla daha fazla anim vardı ancak biliyordum. Artık emindim. Bizler kardeştik ve ne olursa olsun farklı olamazdık. Eğer bir şeyler olacaksa birlikte olduğumuz ve yan yana durduğumuz için olacaktı. Bu yolda ise birimizin canı yanıyor, oteki ağlıyor ise hepimizin cani yanıyor ve ağlıyoruz demek olacaktı. Ağabeyim Jackson hariç. Çünkü o Nana'nın başyapıtı idi ve bizim aksimize asla zorla bir kalıba sokulmamış kendisi var olanı yontmuştu. Bizden farklıydı, ezilmesi gereken yılanın başı ne Engelbertha idi ne de Penelope. Ağabeyimin bas i ezilmedikce bu savaş bitmeyecekti çünkü her iki taraf da biliyordu ki bu savaşta çok kan akacaktı. Iç çektim. Ayaklandım, ona gülümsedim.
-Joseph ile aranızın düzelmesine sevindim.
Bana kızarık bir gülüş yolladı.
- Ben de. Kinsey yemin ederim ona olan zaafimdan nefret ediyorum.
- Demek bana zaafın olduğunu kabul ediyorsun ha? Bak Kenneth ben bu kızdan bunu duyacağım diye akla karayı seçtim. Kabak gibi ortada duran şeyi itiraf etmeye yanaşmadı bile.
Içeri giren Hermes'e yani Joseph'e baktım. Ona Hermes derlerdi. Asla onun aklı ile baş edemezsiniz. Sizi bir yilan gibi sarıp sarmalar ve yutar ancak siz o esnada bir yumayım etrafında dönüyor olursunuz. Engelbertha'ya dahi güvenirdim ancak Joseph'e asla.
-Engelbertha ile konuştun mu?
Basını salladı.
- Evet. Sizin Edinburgh' da dolandiginizi düşünecek. Aslına bakarsan Kinsey dolanmak daha mantıklı. Biz gidip gelirken sen de Engelbertha'lari oyalacaksin ve ben bir yem attım. Ona senin buradan Londra'ya oradan Paris'e ardından Istanbul'a gideceğini ve sana bırakılmış çok gizli şeyleri toplayıp önemli kişilerle konuşacağını söyledim. Senin pesinden gelecektir. Seni haklamak istiyorlar. Hem Engelbertha hem de Penelope.
Gelen adamlara bakıyordu sarışın kiz. Yanında kivircik kahverengi saçlarını örmüş olan kız, Helga, Engelbertha'nin omzuna dokundu.
-Ona güvenemeyiz.
Telefonundan basını kaldırdı Penelope. Yeni psikiatri makalelerinden birisini okuyordu muhtemelen. Helga'ya sinir bozucu bir gülüş yolladı.
-Kinsey'i tanırım. Bunu yapacaktır. Ayrıca Joseph elinde Daniela ile geliyor. Atlatmış salak Kinsey de onları arıyormuş. Ne kadar komik. Ölülerden oluşan ordumuz ,kraliçe Maddelin'in ordusundan olan önemli kişiler, bizlere ulaştı ve 4 kişinin saldırdığını bunlardan ikisinin prensesler diğerinin ise Joseph olduğunu söyledi. Denilene göre Daniela uzun zamandan sonra ilk defa gücünü kullanmış. Ancak sonradan sırra kadem basmışlar ve hicbir yerde izleri yokmuş.
-Iste bu yüzden güvenemeyiz Penelope! Joseph bize oyun oynuyor ve onları kayırıyor olabilir.
-Kayırmıyor.
Engelbertha çok sakin ve netti. Bu arada Benjamin araya girdi. Uzun zaman varla yok arasında gidip geldiğini fark etti Helga. Babasının ölümü onu çok sarsmıştı.
-Nereden biliyorsun? Joseph'in senden beter bir yilan olduğunu diyen sendin.
-Oyle olsa dahi bu portaldan geçtikten sonra geri gelemezler. Orada onları kral Jackson bekliyor. Ve bu bizim işimize gelir. Adamlara söyleyin daha hızlı gelsinler. Bu 3. Günümüz. Onlar gelmeden bitirmek istiyorum.
Benjamin gozlerini ufka dikti.
-Ki o da bitiyor. Gece vakti tekin olmaz tekrar kapatmalıyız portalı.
-Sürekli açıp kapatmak yerinin değişmesine sebep olur. Buraya nöbetçi dik Benjamin. Bu portal sabaha kadar açık kalacak. Gerekirse başında sen de dur.
-Pekala hanımım.
Basını öne eğdi Benjamin. Askerlerden bir bölüğü portalin başına koyduktan sonra Engelbertha'nin kurdurduğu çadırlardan kendisine ait olana ilerleyip içeri girdi. Çadırda siyah saçlarından tanıdığı Helga vardı. Orataya oturmuş elinde bir bardak çay ile ona bekliyor gibi duruyordu.
- Bir şey mi Helga?
-Sadece konuşmak istedim Benjamin.
Helga Benjamin'e âşıktı ancak Benjamin'in akli o gün gördüğü sarışın kızdaydı. Ona aşık mıydı bilmiyordu ancak kesinlikle hayranlık duyuyordu.
16 Ekim 2021
Yorumlar
Yorum Gönder