Haftalardır berbat haldeydim. Sevdiğim adam kollarımda ölmüştü. Hayallerimi o iğde ağacının altına gömmüştüm. Yıldızlarımı gömmüştüm. Ayımı gömmüştüm. Gümüşten parlardı her gece örtüsü çekilince. O tamrıydı. Tanrımdı. Bir tanrı tarafından öldürüldü. Boş gözlerle yanımda bana destek olmaya çalışan delikanlıya baktım. Omuzlarımdan tutuyor, yürümeme yardım ediyordu. 2 ay daha geçmişti. Saçlarım savruluyordu. Çanakkale boğazına baktık.
-Burası olduğuna emin misin?
-Evet diye kestirip attı Sophia. İlerledi. İlerledi vegerçek Truva atının önünde durdu. Patricia hayranlıkla izledi onu. Göz gözlerinin parladığını gördüm.
-Bunlar çok uzun yıllar önce Zeus'un kuğu yumurtasından iki kızı doğmuş. Birisi o kadar güzelmiş ki .Helen. Şımarıkça büyümüş kız. Bir Zeus kızıymış, bir kraliçenin kızıymış, bir prensesmiş. Kız büyüyüp serpilince her delikanlı onu ister olmuş.Üvey babası bir yarışma düzenlemiş. Bütün büyük kahramanlar oradaymış.Ve tabii ki Meneleos da. Bir savaşçı değilmiş ama vefalı bir kralmış. Altın sarısı saçları varmış, ensesine kadar gelirmiş. Uzun boylu ve karizmatik bir adammış. Ama Helen kendisi seçmedi diye adama asla sevmemiş. Agamemnon istemiş kızı Meneleos'a. Odysseus orada hepsine söz verdirmiş. Eğer birisi Helen'i kaçırırsa her biri bir ordu ile Meneleos'un ordusuna destek olacaklarına dair .Helen ile Melenos evlenmişler. Odysseus ise Helen'in kuzeni Spartalı Penalope ile. Odysseus denene göre Penelope'ye aşıkmış evlilik yatakları zeytin ağacındanmış. Zeytin budandığı yerden daha gür çıkar, engelleri aşar dibinden sökmedikçe ölmez. Hera'nın armağanıydı. Aslında evlilikleri ölmemişti. 20 sene bekleyen ve çocuk büyüten Penelope idi. Aşıklardan kaçan da. Odysseus ise en güzel kadınların kolları arasında durmakla meşguldü. Birisi soyu olduğu Hermes'in biricik aşkıydı. Kirke bu dünyanın görüp görebileceği en güçlü cadıydı. Güzelliği Afrodit'i gölgelerdi. Hermes'e göre. Penelope her şeyi kabul etmişti. Hatta kocasından bir oğlu olan Kirke'yi dahi hoş görmüştü. Evliliktelerindeki zeytin ağacı penelope'ydi ama evlilik tanrıçası tarafından sevilen Odysseus oldu.
Paris'e aşık oldu Helen. O kırmızı ve yasak elmaydı Truva'nın kahinleri truvaya lanet getirecek dedikleri prens idi. Hektor'un biricik kardeşiydi. Paris'e kaçtı Helen. Truva'ya. Meneleos bunu fark edince yıkıldı. Sinirlendi ve herkesi topladı. Truva'nın üzerine yürüdü. Truva'nın surlarına yüce bir tanrı yapmıştı. Denizlerin lordu, Zeus'un lacivert saçlı kardeşi Poseidon. Truva Savaşı 10 sene sürdü 9 yıl Hektor ve Akhilleus'un savaşıydı. İkisi de ölünce ise Odysseus, Yunan askerlerinin içine gireceği bu tahtadan atı yaptı.
Duraladım bu hikaye bana bir yerden tanıdık gelmişti. ama çıkaramamıştım ilerledik yanımdaki delikanlı cebinden taşı çıkardı. Gözlerim her bu taşı görünce büyüyordu. Tam bir hazinenin üzerinde yatıyor oldum gerçeğini benim inanmayı reddediyordu. Yutkundum Orion taşı inceledi.
-Burası değil bence.
Bu sözler üzerine Sophia ablam kaşlarını çattı. Etrafını kola çenetti. Türkler ve turistler dolaşıyordu etrafta. Ona sokuldu. Bileğinin içine sakladığı hançerini çıkarıp pardesüsünün altına altına Orion'a dayadı. -Sakın benim bulduğum bir gerçekliği sorgulamaya kalkma Avcı.
-Bu taşı biliyorum.Bu taşın nerede ne tepki vermesi gerektiğini biliyorum!
- Bunu bilemezsin!
Elinden taşı kaptığı gibi yere koydu. Orion atıldı Joseph Orion'a atıldı, onu tuttu. Sophia Alec'in gizlediği kılıcını çekip havaya kaldırdı. İndirdiğinde ise büyük bir güç dalgası herkesi geriye attı. Ayakta kılıcı aynı şekilde tutar vaziyette Sophia kalmıştı. Işık patlaması dalga dalga yayıldı. Bir sıcaklık yayıldı. Işık ve güç dalgaları bizi yuttu. Dağıldık, değişiklik ve parçalandık. İçimiz altınla dolduruldu, birleştik. Artık kimse eski kimse değildi. Bu hissi tanıyordum, hatırlıyordum. Bu hissi en son Nana'nın baskılarında hissetmiştim.
Küçük bir kızdım masanın altına saklanmıştım dizlerimi kendime çekmiş duruyordum ki yanımda bir hareketlilik oldu. Daniela yanıma sinmişti. Aslında benden daha çok korktu belliydi. Ama bu korkusu Nana bizi buluncaya kadar sürdü. Önceden Nana'nın kadife elbisesinin fırfırlarını gördüm. Sonra da topuz yaptık kıvırcık kafasını. Dolgun dudaklarında bir yılan sıradışı verirmişti masayı kavradığı gibi kaldırmıştı. Nana buydu. Hep bu olmuştu. Elindeki ince asayı salladı.
-Çıkın dışarı sizi fareler!
Daniela asayı görünce bana sarıldı. Korkusunu bir anda unutmuştu. İki farklı gözü öfke ile parlıyordu. Beni korumak için bir pantere dönüşmüştü papatyalarla bezeli ablam. Bunun üzerine beni ve ablamı tuttuğu gibi ilerledi. Kopardı bizi saklandığımız yerden.Biz koşturduk peşinden. Bahçenin ortasındaki havuzun oraya geldik. Bir anda güçlü kolları ile biz de havuza bastı. Bağırdı.
-Sizler,sizler, sizler... Çarpık prensesler, çarpık prensesler... Sizler sadece yüz karasız. Değişmelisiniz. Değişmelisiniz!
O gün de aynı bu enerji dalgasına üzerinden geçerken hissettiğim gibi hissetmiştim. Kırılmış ve tekrar birleşmiştim.
12 Louis karısının mezarı başında ağlıyordu Dönemin en güçlü kralı ve savaşçısı dizleri üzerine çökmüş beyaz mermerden yapılma mezarın başında yıkılmıştı. Ezilmişti. Erimişti. Nefes alamıyordu. Yok oluyordu. Titriyordu kendi kaderine. Çok sevdiği karısını kaybetmişti. Gecesini kaybetmişti. Herkesi uğruna sildiği o güzel kadın artık hayatında değildi. Toprağa sarıldı. Ona sarılır gibi. Aklına Maddeline ile ilk gecelerindeki bir konuşma gelince o günler ne kadar geride kaldığını fark etti ve içi titredi aldığı yaşlar ile geçirdiği yıllarıyla.
Karşısında bembeyaz gelinliğiyle duruyordu. Louis duaya gelenin başından çekip aldı ve aşık olduğu mahpeyker gibi yüzüne baktı.
-Mahpeykerim
Mahekeri güldü kadın. Ardından birden ciddileşti.
-Yaptığın şeyi hiç hoş karşılamadılar Josephineslerden bir kız aldın. Bu işin artık geri dönüş yok. Beni öldürmek için her şeyi yapacaklar. Kraliyet tahtında bir cadı ve onun suyunu istemiyorlar. Eğer ki ölürsem canım, toprağa sarıl. Orada olacağım ve sana sarılacağım.
İşte bu sözler üzerine başını iki yana salladı. Gelini kolları arasına aldı şakağından öptü
- Böyle şeyler zikretmesin. O Güzel Dudakların mahpeykerim. Mahpeykeri herkes sever. Senin de sevecekler. Ben bunu sağlayacağım. Ağlama mehtabım gözyaşlarında boğulurum. Her bir ağlatan canı her bir incin de boğarım. Sen harika bir kraliçe olacaksın ve de çocukların da öyle parlayacak bu hanedan senin kanın ile. Ayrıca Katarina'nın kraliçe olmaya hazırlandığı bir yerde ve sevenlerinin olduğu gerçeği ile sen de başarırsın.
Bu sözlerin kalbine saplanan oklar misali vurması ile bir nir kez daha yere yığılırken adam ve bu sözlerin gerçekleştiğini düşünürken yanı başında Katerina belirdi. Louis çağırmıştı. Çünkü bu acı onu öldürüyordu. Katarina kardeşine sarıldı. Louis gücü körüklerdi. Katerina ise buzu. Bu yüzden yanında olduğu kişilerle korkusalardı.
-Eğer olsaydı dönmesi için yardım ederdim.
- Bundan hoşlanmazdım O da gücünden nefret etti biliyorsun bunu. Ölüler aynı dönmezler Louis. Parçalanmış ruhlarla geri dönerler. Unutarak geri dönerler Ruhlara kararmış olarak geri dönerler. Dilsiz geri dönerler. Ama asla aynı değillerdir.
Başını Katarina'nın omzuna koyup ağlamaya başladı Louis. Sonra aklına geldi Katarina duygusuz birisiydi ve duygu kırıntısı gösterdiği tek kişiyse kardeşi Louis idi.
Katarina deliliğiyle ünlüydü. Acımasız ve duygusuz deliliğiyle. Elinde tabancasıyla dolaştığı bilinirdi. At binerken silah kullanmayı severdi. Ülkenin en büyük silah koleksiyonu kendisindeydi. Ayrıca silah ve savunma sanayisine yaptığı yardımları bilmeyen de yoktu. Batıdaki Başkent'te buzdan bir sarayı vardı. Aslında saray sırçaydı. Sırça duvarların üzerine ise en az birer metrelik buzlar kaplamıştı. Buzdan Gotik mimari yapıda bir saray... Her daim soğuğun acı dolu ızdırabından sakınılır. Katarina buydu. Soğuğun acı dolu ızdırabı.
Eldivenlerini süt beyazı ellerinden çıkarıp yanına koydu. Louis'in ellerini tuttu.
-O mutlu. O da bunu kadar üzülmeni istemezdi. Kaç ay oldu Luis? Lütfen kendine gel. Yalvarırım.
Ancak kötü niyetli kral olarak anılan Louis kendin toparlayamayacak kadar kırılmıştı. Toz zerrelerine ayrılmıştı. Artık hangi parça nerenin bilmiyordu. Bulamıyordu. Bulamazdı da. Medelline onun için Ariadne'nin ipiydi. O ip olmadan Minator'un evi olan o tekinsiz labirentte kaybolmuştu ,kördü ve silahsızdı. Artık ona Minator gibi gelen Azrail'ini bekliyordu.
Louis herkes için kötü niyetli kraldı çünkü kendi ağabeyini kumpas kurduğuna inanılıyordu. Ancak gerçekler asla öyle değildi. Ağabeyinin Sürgüne gitmesini engellemeye çalışmıştı Ağabeyi babalarının tahta çok kaldı fikrindeydi bu yüzden ayaklandı. Dönemin kralı ise bu ayaklanmayı ustaca bastırıp Philip'i sürdü. Louis engel olmaya çalıştı. Aslında o gün sürüldüğü 8 Çan Kuleli Kale'ye artık özgür olduğunu söylemeye gitmişti. Ancak Philip'in zehirlenmiş bedeniyle karşılaştı.Zehirden yeşil ve mor arası gidip gelen bedeniyle ve feryat etmişti.
-Ağabey!
Güç ışığı bitince yanımda durann Orion'a baktım.
- Bu normal bir şey mi?
dedim şaşırmış halde. Orion omuzlarını çökertti. -Muhtemelen değil veya öyle de olabilir. Bilmiyorum 7 katmanlı şehir dediler. Bu Çanakkale olabilir ancak gücün ortaya çıkması için başka bir yerde olması gerekiyor olabilir. Belki Göbekli Tepe veya Efes Antik Kenti. Bunu tam olaraktan bilemeyiz aslında.
Patricia kırıkları dağulmış olan taşa baktı.
-Pekala şimdi Sophia'nın içine tükürmesi gerekmiyor mu?
Orion gözlerini devirdi.
-Yapma ama milattan önceki bir dünyada yaşamıyoruz.
Ablam başını iki yana salladı.
-Hayır hayır. Yani gücün her yere dağılması için bunu söylüyorum. Yani Sophia'nın manipüle gücünün insanlar üzerinde etkili olabilmesi için bu şekilde bir durum gerekmiyor mu? Yani içindeki taşın içinde kök gücüyle birleşmek için sonuçta bu taşın efsanesinde de insanların istediğini söyletme gücünü olan bir adamın taşa tükürmesiyle başlamıyor mu?
Margaret başına evet anlamında salladı.
-Patricia haklı bunu denemekten hiçbir zarar gelmez ancak denemezsek bir şansı tepmiş olabiliriz. Ayrıca bunu herkesin önüne koyup seçin mi diyeceğiz? Bu şekilde tekrardan bir güç dalgası ile yayamaz mıyız?
Bunu düşündüm ve başımı salladım.
- Aslında olabilir. kabul edilebilir. Denemesinden de bir sakınca gelmez.
Eliyle Patricia'yı gösterdi.
- Denesin.
Hepimiz halen daha yerdeydik. Çünkü bir güç dalgası daha geçerse tekrardan düşmek istemiyorduk. Açıkçası bir kafa travmasına daha ihtiyacımız yoktu. Sophia taşın içine tükürdü ve beklemeye başladı. Ancak pek bir şey olmadı. Bunun üzerine Joseph atıldı.
-Tekrardan bu kılıçla vursak. Bir öncekinde ortaya bu kadar enerji çıkmasına nedeni buydu. Hayır. Hayır onun nedeni taşın kırılmasıydı. Tamam işte bir öncekinde de taşın içine tükürülmüştü ve taş bu güce sahip olmuştu. Biz onu kırdık. Kırınca da güç dalgası çıktı. Eğer bir kez daha kırarsak aslında bir tane daha güç dalgası daha çıkabilir ortaya.
-Başında iki yana salladı katiyen bir kez daha taşı paramparça ettirmem.
Gözlerimi devirdim.
-Yapma ama Orion alt tarafı bir taş. Hiçbir şey olmayacak.
- Evet binbir parçaya bölünmüş bir tarihi eser. Üstelik efsanelerin kanıtı.
-Biz bunu bilimadamlarına götürsek de kabul etmeyecekler. Ne kadar efsanelere inansalar ve doğru olarak kabul etseler de.
Alec gözlerini devirdi.
-Ya yapma ama nereye kabul ediyorlar? Hiçbir şey kabul etmiyor onlar.
Bu sefer ayaklanmaya kalktım ama Orion beni omzumdan tuttu. Ona doğru tısladım.
-Kinsey Denizi'nde yaşayan bir Nimfa ve onun evcil hayvanı olan bir canavarla ilgili bin tane efsane var. Deniz sularının bu kadar değişmesinin nedenini buna bağlıyorlar. Bilimadamlarının hiçbirisi bununla ilgilenmiyor. Sadece doğru olduğunu söylüyorlar. Çok üzgünüm bunu kabul edip neden taş efsanesini kabul etmediklerini anlamıyorum.
- Çünkü mistik olan her şey güzeldir,diye cevapladı. Bir sonuç ve her daim olabilecek olan bir şey. Ancak bir nimfa ve onun evcil hayvanı olamayacak olan bir şey.
Gözümü kapattım.
- Hadi ama ,dedim, Bilim olabilecek olan şeylerin olmasıdır. Şu an başka bir evrendeyiz. Sicim Teorisine göre öyle. Sicim Teorisi der ki 11 tane hatta çok daha fazla boyut vardır. Boyutlar bir nokta kadar küçük bir nokta veya upuzun sonsuz şeyler olabilirler ve her bir gerçeklik olan her bir an, verdiğimiz her bir karar, söylediğimiz her söz, her bir nefes bir başka evreni yaratır bir başka alt kolay ayrılır. Ayrılan alt kolları içinde verdiğimiz kararlar da alt kollara ayrılır ancak sadece 178 tane ana evren vardır. İnsanlar ve varlıklar ve canlılar ve durumlar benzer veya tamamen farklı olmak üzere ayrılırlar bizim iki evrenimiz, yani bu evren ile geldiğimiz evren arasındaki benzerlik diğerlerine göre çok çok daha fazla. Tarihten insanların veya ademoğlunun fiziğine kadar her şeyi; efsanelerinden inandıkları dinlere kadar çoğu şeye benzerler ve zaten buraya gelme nedenimizde bu. Bizim bu kadar fazla benzediğimizden dolayı kıyamet yaklaşıyor. Çünkü bu evrende bozulmalar meydana geliyor. Bozulmalar meydana geldiği için evrenler arasında bir ışıma meydana geliyor ve ışıma meydana geldiğinden dolayı evrenler birbirine bir ayna gibi yansıtıyor. Aynaların aynalarla dolu bir odada, bir kürenin cismini içine bir ışın atarsan bu işin çiftlenerek, daha da artarak boşluk bulana kadar çok çok güçlü bir Işın haline gelir. Boşluktan çıktığında ise, biz buna lazer ışığı deriz, çok güçlü ve karşı konulamaz bir ışık demeti, bir foton demeti yani normal bir fotondan kat kat daha güçlü bir foton demesi Yani aslında evrenler arasında olan şey tam olarak bu. Yani demem o ki bizim bu evreni kurtarmamız demek gerçek anlamda evrenleri kurtarmamız demek.
Patricia araya girdi.
- Tamam sen bunun için yapıyor olabilirsin ama ben gerçekten de ilk defa bir halk buldum burada.
Bütün kardeşler ondan tarafa şaşırarak döndü. Hatta diğerleri de. Çünkü Patricia için ,ablam için, bir halk olmak düşünülemez bir şeydi. O insanları sevmezdi. O gücü severdi. Ona baktık.
-Bu ne demek şimdi Patricia?
Ablam başını eğdi.
- Size daha önce söylemek istedim. Ancak utandım. Benim farklılaştığımı düşünürsünüz diyerekten. Farklılaştı mı bilmiyorum. Aslında bence her zaman için olduğum kişi buydu.Sadece baskılar, verilen eğitimler içgüdümün önüne geçmişti. Ben diğer dünyadaki krallıktaki kişileri kendi halkım olaraktan görmedim. Onlardan bir parça olduğumu, onlara ve oraya ait olduğumu hissetmedim. Onların kraliçesi olmaya hazır değildim. Ancak burada hazırım. Gerçekten de her şeyi yaparım buradakiler için. Sophia eğer oraya gidersen, geri dönersen Slyva'ya, lütfen benim yerime tahta sen çık. Senelerdir beni bu yüzden kıskandığını biliyorum. Benden bu yüzden uzak durduğunu yakın, olduğunu veya diğerlerini bu yüzden sevmediğini biliyorum ve o taç senin hakkında benden daha çok Çünkü benden daha iyi o taht yönetiyorsun.
Sophia durdu.
-Tamam dedi,Madem herkes itiraf etmeye başladı ben de itiraf edeceğim. Sizi seviyorum. Beni nasıl görüyorsunuz bilmiyorum; belki sadece bir taç manyağı,güç manyağı veya insanları oynamayı seven birisi ama hayır sizi gerçekten sevip önemsiyorum. Bu kendi tahtımdan ve tacımdan daha önemli bir hal alıyor.
Margaret bir iç daha çekti.
- Pekala dedi yalan söylemeyeceğim. Patricia gerçekten çok özür dilerim. Sana bunu yapmak istemiyorum. Kendimi çok suçlu hissediyorum. Ancak ben küçük bir kızkenden beri Alec'i seviyorum.
Ablam gerçekten şaşırmıştı. Olayları idrak etmeye çalışırken Alec buna izin vermeden lafa girdi.
- Ben de senelerce Margeret'ı bekledim. Patricia ile olan evliliğimden her zaman kaçmak istedim. Bu evlilik beni sadece zincire vuran, boğan ve yok eden bir durumdu. Var olmasını istemediğim bir eş.
Ash omuzlarını silkti.
-Benim itiraf edecek hiçbir şeyim yok. Çünkü zaten her şeyimi biliyorsunuz.
Bu sefer sözü Daniela aldı.
- Size söylemedim üzüleceğinizden korktum. Çünkü zaten Kenneth için yeterince üzülmüştünüz. Ancak şu an bunu daha fazla saklayamam. Margeret da biliyor bunu ve hatta Joseph de... Düşmüş kraliçe Maddaline biz oradayken öldü. Ben onunla karşılaştığım zaman dengesini kaybetti, bayıldı. Ama kafasını mermere o kadar sert çarptı ki kafatası kırılmıştı kanlar içinde musalla taşına dönmüş beyaz mermerib üzerinde kaldı ve öldü. Çok üzgünüm. Bunu size söylemediğim için.
Sophia bunu öğrenmesinin siniriyle elindeki kılıcı kaldırdı ve bir kez daha taşa vurdu.
Artık bütün dünya ile bu evrenin kaderi Sophia'nın iki dudağının arasına girmişti.
Josephines klan reisi Franz Josephines bir mektup yazmıştı. Jackson'a kraliçe Meddeline'nin öldüğünü muhtemelen kimse bilmiyordu. Jackson dedesinden gelen mektubu okurken ise pişmanlık bir sürüngen gibi içine girdi, başının üzerinden dökülen su gibi aktı, vaftiz edilirken boğulur gibi korkuttu. Annesinin ölümü o savaş için her şeyi verecek adamı dahi yasa boğdu.
"Sevgili Kral Torunum Jackson,
Bu satırları büyük bir keder içinde yazdığımı bilmeni isterim. Ehemmiyet dolu bir durumun içinde yazıyorum. Annen düşmüş kraliçem Meddeline Nooren vefat etti. Tanrının cennetinde bir melek oldu. O şimdi beyaz tüylü kanatları ile bizi izliyor. Oğlum, hepimiz ne yaparsan yap senin gücün ve konumun eliyle iftihar ediyoruz ancak kızımın ölümüne nedeni sensin. Ben bir klan reisiyim, bir cadı soyuyum. Lilith soyuyum. Evet Kader senin için karanlık bir iplik seçti. Artık kaderin ölümün ile gölgelendi ve lanetlendi. İki elim kaderinin yakasında. Onu katran ile boyayacağım. Kızım Meddeline öldüm. Senin yüzünden. Sen çıktığın, doğduğun karnı öldürdün. Lanetlisin artık. Hiçbir zat çıktığı karnı toprağa hediye edemez. Tanrı'dan tek dileğim senin kaderin ışık saçıyorsa o ışığı alsın senden. Krallığın sen ve soyun başta olduğu sürece ışıksız ve yarım bir krallık olsun. En güvendiğin ihanet etsin sana. Acılar içinde olsun son nefesin seni affetmeyeceğim devletli torunum.
Lanetli Sevgilerimle
Deden Franz Josephines."
Gözyaşlarıyla yıkanmış kabarmış ve mürekkepleri birbirine girmiş mektubu okurken annesinin ölümünün yanı sıra bir şey daha ürkütüp korkuttu onu. Kendi ölümü. Ölüm laneti savurmuş bir klan reisi, acılı bir dede ve acılı bir baba. Yutkundu. Kahinin dediği sözler geldi aklına dedesinin kaleminden ölüm kopmuş mektubundan sonra.
"Eski kral öldü, çok yaşasın yeni kral."
4 Temmuz 2022
Yorumlar
Yorum Gönder