Duvarlarda yankılanan hıçkırık sesleri. Daha da büzüldü kız kendi kabuğuna. Sargılı ellerine baktı. Tekrardan onları kan çanağına dönmüş orman yeşili gözlerinin üzerine örttü. Kahverengi uzun saçları, neredeyse beline geliyordu, basitçe tutulmuş örgüsünden firar etmişti. Birkaç tutamı gözyaşları ile ıslanmıştı.
-Ne zamandan beri bunu yapıyorsun Europe?
Diye sordu kardeşi Boroes. Annesi çok severdi bu isimleri. Bir boğanın sırtında Girit'e giden ve en ünlü kralı, Minos'u, doğuran Europe'yi; gökteki delice rüzgarların tanrısı Boroes'i. Ikiz kardeşinin kendisinin aksine bir bataklığı andıran hastalıklı yeşil gözlerine baktı. Belki de onunkilerle aynı renkti de kardeşine olan tiksinti boyutuna gelen hisleri nedeni ile böyle görüyordu. Bu pekala olabilirdi çünkü birkaç sene evvel sorsalar onun gözleri hayatında gördüğü en güzel yeşildi. Veyahut onun hastalıklı düşüncesi gözlerine yansıyordu.
-Kızlar ne zamandan beri spor yapıyıor? Senin görevin iş yapıp çocuk doğurmak Europe.Tıpkı adaşının yaptığı gibi.
Keşke dedi Europe, keşke ismim Pasiphe olsaydı. Veyahut Kirke. Atalanta, Otrera,Kirene... O zaman bunları diyemezdin ya. Hele ki Pasiphe. O zaman seni dize getirmeyi bilirdim. Ancak bunları demeye dili varmadı ve tüm sözcükleri yuttu. Göz devirdi ona fark ettirmeden ve yerinden doğruldu. Sesi kalbinin deli gibi çarpmasına rağmen sakindi. Hatta ağlayan birisine göre oldukça az titriyordu.
-Milenyumdayız.
Gerçekten mi diye bir parıltı gördü sandı Europe.Ancak kardeşinden uzaklaşalı yıllar oluyordu. Kestiremedi. Kardeşi bunun üzerine gülümsedi.
-Milenyumdaysak ne olmuş yani?
Elinin körü olmuş diye bağırmak hatta bir tane çenesine geçirmek istedi. Evet bunu pek sevgili ikizi yeni öğreniyor olabilirdi ancak belediye başkanının oğlu tam 8 senedir ona boks eğitimi için yardım ediyordu. Ailesi Benedic'e güvenirdi ve Benedic de istediği zaman harika rol yapabilirdi. Geri kafalı rolü de bunlardan birisiydi. Babasının karşısına geçip kadınların ne kadar aciz olduğuna dair bir konuşma yapması çoğu zaman yeterli oluyordu. Tabi ki Europe onun titreyen sesinden ve kırmızı yanaklarından süzülen boncuk boncuk soğuk terlerden çok zorlandığını anlıyordu ancak bunları demesi babası için bir temmeni niteliğindeydi. Çoğu zaman Europe onun yanında olurdu. O Eurpe ne yaparsa arkasında duruyor ve herkese karşı koruyordu. Benedic çok iyi bir yüzücü olmasının yanı sıra çok iyi de dövüşen birisiydi ve bu Eurpoe gibi yerinde duramayan deli dolu kız için harika bir şeydi. Aslından artık buna pek gerek kalmıyordu çünkü sürekli dolaştıkları boş sokaklarda neredeyse herkes onları tanıyordu. Europe bu hızlı gözden geçirmeden sonra Benedic'in zoru ile başladığı boksun da bir yerden sonra fark edilmesine hınçla küfür ederek ,ki Europe bazen bir fenikeli denizci gibi küfür ederdi, bakışlarını kardeşinden kum torbasına çevirdi.
-Duymadın mı Boroes? Artık kadınların tek görevi bu değil ve inanır mısın 19. yüzyıldan beri bunun sistamatik bir adı var. Kadın ve erkek eşitliği deniyor ve buna da feminizm diyoruz biz ve şaşırtıcı bir şey hatta bilmiyor olabilirsin ancak bu Amerika'da da olan bir şey. Lütfen Isa'dan önce 5. yüzyılda kalmış fikirlerini ve çarpık görüşlerini hatta kız kardeşinin damızlık bir hayvan olduğunu iddia ettiğin cümlelerini alıp siktirip git.
Kardeşinin dişleri sıkıldı hatta gelen seslere bakılırsa bir iki dişi kırılmış dahi olabilirdi. Buna ne sevinirdi. Bunun için tanrıya dua ettiği esnada spor salonuna, Benedic ona farklı bir oda ayarlamıştı, içeri sarışın bir kız girmişti. Kesinlikle tanrının bir hediyesi olan kız mavi gözlerini odada bulunan Europe'ye çevirdi. Kapının önünde duruyordu. Biraz iri yarıydı. Neredeyse 1,80 vardı kız. Sapsarı saçları tepesinden at kuyruğu yapılmıştı ve ince ince kazağının üzerine bir kumaş ceket atılmıştı. Ayağındaki stilettolarla buraya yabancı duruyordu ancak bu dimdik duruşun arkasındaki kişiyi tanıyan Europe gülümsedi.
-Patricia! Seni çok özledim.
Kollarını açmıştı ancak Patricia onunla değil yanındaki kardeşi ile ilgileniyor gibi duruyordu. Boroes ile aralarında olan sürtüşmeyi ve Boroes'in 'kendince haklı' düşüncelerine rağmen Patricia'dan korktuğunu bildiği için bıyık altı gülümsedi ve ikizinin kızın tehditkar bakışları altında çıkışını büyük bir memnuniyetle izledi. Sonra kızla gözleri kesişti.
-Benedic ile konuştun mu?
-Evet 4 aydır bunun için hazırlık yapıyoruz. Paraya ihtiyacın olduğunu düşünüp milyar dolarlar topladık. Ayrıca,fısıldadı, kırmızı atkılı Jones ile de konuştu Jason. Evet o serserinin tekidir ancak senden daha etkili bir ikna edici.
-Birisi geldi.
-kim?
-Engelbertha...
-Bahsettiğin sadrazamın kızı.
Patricia konuşma arasında geçen kişilere takılan Europe'den etkilenmiş şekilde başını salladı.
-Bizi engellemeye ve diğer infaz birliklerine ön ayak olmaya.
-Benden ne istiyorsun?
-Kinsey peşine düşecek. Kenneth ile birlikte.
-Bekle şu Caltetch'te çalışan Jones'un oğlu olanla mı?
-Bak daha karmaşık şeyler var tamam mı? Bu arada sakın o adamı ve tanımamızı yüksek sesle deme. Hele ki Ash'in yanında.
-Neden?
-Ash Jones'un aradığı çocuk.
Bu söylentiyi Jason ona anlatmıştı. Jones seneler evvel ona karşı duran bir aileyi katletmiş. Bir üyesi hariç. Küçük Christian... Çocuk nasıl olmuşsa evden kaçabilmiş ve hala Jones onu arıyormuş. Tabiki çok farklı yerlerde. Ancak Europe olabliecekleri tahmin edebiliyordu. Sessizce başını salladı.
-Demeyeceğim Pat. Her şeyin dönüp dolaşıp ona çıkması çok can sıkıcı.
-Sevgiline dikkat etseydin o halde, diye tısladı Patricia ve bakışlarını ondan ayırmadan devam etti, Engelbertha'yı takip etmek üzere dediğim gibi gidecekler ancak biz nereye gideceklerini bilmiyoruz.
-Uydu sinyallerinden bakmamı veya onların bağlantılarına sızıp izlememi istiyorsun ancak bu çok zor.
-Bana yapamayacağını söyleme. Jones için yapabiliyorsun. Hem orada herifin oğlu da var. Bence kızmaz. Her neyse. Sen Kinsey ile bağlantıda olup ona bilgi vereceksin. Ayrıca her şey hazır mı?
-Hazır sayılır. Çoğu ülke ile bağlantıya geçtik. Oradakiler de hazırlıkları tamamlıyorlar.Bir çok ülkeye adamlarımızı yolladık. Mühendisler, mimarlar, doktorlar, sanatçılar, ogretmenler... Yapilacak yeni duzen icin hepsi fark ettirilmeden 5 seneden beri egitiliyorlar. Bizzat benedic ustlendi. Ancak sorun su, insanlari ayirmak zor olacak. Bunun icin adamimiz yok. Bir sekilde ayrilmalilar. Senin yaptığın şeyi işittim. Bay Adalwin'in bütün hisselerini üzerine almışsin.
-Evet insanlara dağıtmak için. Ancak beklediğimizden daha az cıktı. Bütün dünyaya yetmeyecektir.
-Peki nasıl ayrılacaklar?
-Bir yolu var ancak onun için geri dönmemiz gerek.
-Nedir o?
Genç kanalar boyunca koşuyordu. Siyah omuzlarına gelen saçları arasından geçen rüzgar ve uğultular onu biraz ürpertse de nerede olduğunu ve taşın nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Gelen seslere kulak kabartmaya karar verdi en sonunda. Bağırış ve küfür sesleri. Kavga edenlerin çok hararetli bir tartışma yaşadığına yemin edebilirdi Orion. Sesleri takip etti karanlık kuyular boyunca. Durmadan aşağı iniyordu gittiği yol ve daralıyordu. Birkaç dar mağara ve omuzlarını kanatacak kadar sarsıntılı bir atlayış olan tünellerden geçti buralar insan geçmesi için yapılmamıştı kesinlikle. Sıkışacağım korkusu ile derin nefesler alarak sonunda bir açıklığa çıktı. Karşısında kırık bir çit ve iyice eskimiş bir çiftlik kapısı karşısında belirmişti. Efsaneler doğruydu yani. O çiftçi genç ve manyak adam. O zaman bu sesler de... Gittikçe şiddetlenen sesleri dinledi içeri girmeden önce. Okunu yayına taktı. Avına yaklaşan bir panter gibi yaklaştı. Içeride kemikler vardı. Daha doğrusu hayaletler. Bedenleri çürümüş, kemikleri cıkmış, keçelesmis sacları kana bulanmış savaşan hayaletler. O kadar zamandır dövüşüyorlardı yani. O kadar şaşırmıştı ki bir süre sona kaldı. Ta ki birisinin kırmızı gözlerini görene kadar. O kırmızı gözler ona tokat gibi çarpmıştı. Bir anda avcıdan av olmuş gibi hissetti. Kırmızı gözlü olan durunca öteki de durdu ve onun baktığı yere kapkara gözlerini çevirdi. Iki avcıya karşı tek av. Yutkundu orion. Birkac adım geriledi. Bunun üzerine iki hayalet birden üzerine atladılar.
- Bir taş.
- Bir taş mi? Patricia, o efsaneyi anlatmıştın daha önce. Saçma ve dayanağı olmayan bir efsaneye mi dayanacaksın?
-Ah, hazır dönmüşken Fallon'un askerlerini de getirebiliriz. Sessiz gelenler...
-O kadar adamı buraya getiremezsin.
-Güçleri olan 1 düzine adam Europe. Emin ol işimizi kolaylaştırırlar. Hatta kendi dukaliklarimizdakini de getirebiliriz. Benimkine dokunamam. Sophia'nin dukaligi yok. Ancak Daniela... Daniela en güçlülerinden birisine sahip üstelik şuanda Joseph ile evlilik aşamasında. Anlaşmaları üzerine ikisi de birbirlerininkisini kullanabilirler. Bir şekilde oraya geri gidip almamız gerekiyor.
-Anlıyorum seni. Yani... Şimdi ne düşünüyorsun?
Başını elleri arasına aldı Patricia.
- Ne düşünürsem tersine çıkıyor sanırım. Ben bilmiyorum.
-Neden bana ilk anlattığın şeyi uygulamıyorsun. İnsanlar paralarını aldıkça gözleri açılır. Daha da fazla isyan çıkabilir. Çünkü özgürlük isterler. Paraları olduğu için. Evet kontrol aracı ama ayrıca da isyanların nedeni.
-Ama o... biraz bozuk değil mi?
-Ama daha mantıklı. Getireceğin adamları Engelbertha ve adamlarına karşı kullanmak istiyorsun. Ancak hayır. Bu kadar güçlü büyü gücünü ınsanları toplamak için kullanmalısın.
-Belli bir kısmını ayıracağım. Diğer kısmını da bizim emrimiz altına dünyanın dört bir yanına dağıtacağım. Ellerinde taşın bir parçası ile. Dünyada her bir kıtada kardeşlerimden birisinin hükümdarlığı altında kamplar kuracağız. İnsanları ikiye ayıracağız. İyiler ve kötüler. Bu kişilere kardeşlerime verdiğim taşlar ile yapacaklar. Önceden kalınacak yerler. Siz... Siz neye göre hazırladınız?
- Bu anlattığına benzer bir şekilde Patricia. Zaten ana ayrışım aynı olacaktı. Ilk kalacakları şehirler, ayrisimdan sonra yükselecek şehirler. Peki o kadar sapkın insanla ne yapacaksın?
-Askeri düzen. Onların sınırları yok.
-Ama ellerine askeri gücü verirsen..?
-Hepsi, tabii ki onlar da olmayacak.
İç çekti. Altın sarısı saçlarını elleriyle geriye attı ve boşluğa baktı.
-Sen Kinsey ve Kenneth'a yardim et. Ve bir de Joseph ile Daniela'ya. Her ne yapacaklarsa geriye düşecek bu. Öncelikleri oraya gitmek ve tas ile orduları buraya getirmek.
-Oraya gidince onları yakalarlar.
-Eğer Joseph Daniela'yi esir olarak götürürse olmaz. Joseph buraya infaz için geldi.
-Ona güvenebilir misin ki?
-Daha iyi bir seçenek yok. Biz gidersen ağabeyim bizi kendi elleriyle öldürür.
-O taş nerede?
-Kinsey'in prensesliginde bir kuyuda.
Elleri yakıyordu. Hayaletlerin elleri gencin tenine değdikçe benek benek kırmızı lekeler peyda oluyor, bazıları da kanıyordu. Bir tanesine okunu attı. Diğerinin de göğsüne yayını sapladı. Etkilenmediler. Çıplak elleri ile o çürümüş kemiklerini kırdı. Sadece onları daha da sinirlendirmisti. En sonunda ise yerde yuvarlanarak ellerinden sıyrılmış ciftligin içine doğru depar atmıştı. Kapıları kapamıştı. birer nefret ruhu olduklarını düşünüyordu. Eğer öylelerse içeri girememeleri gerekirdi. Nefret ruhlarının fiziki yapıları vardı. Eve girince kapıyi arkasından surgulemeisti. Evin içinde depar atarak kaçıyordu çünkü manyak ruhlar pencereleri ve kapıya saldırıyordu. Bir odaya daldı ve yatağın altına süründü. Bir süre odada sadece kendi nefes alış verişi duyuldu. Sonra yerde bir ayak sürüme sesi. Kemikleri cıkmış 2 çift ayak odaya girmiş aynının oralarda dolanırken Orion da parçalanmış, yerlere kadar gelen ağır gün yorgandan bakıyordu. Biraz da sinmeye karar vermisti ki eli bir boşluğa girdi. Örümcek ağları ile dolu bir boşluğa. Tiksinerek elini çektiği esnada bozulan örümcek ağının altında parıl parıl kehribar bir tasin parladığını gördü. Elini attığı gibi cebine indirdi ve sessizce belinden hançerini çıkardı ve nefesini tutup beklemeye başladı.
-Hayatımızı hayali bir şeye harcayamayız. Ya taşı alamazlarsa?
-O zaman birkaç kişiyi gözden çıkaracağız.
-Sen... Bizzat senin tarafından çıkarılmış bir isyandan bahsediyorsun. İsyan çıkartacaksın.
-İçlerinde kötülük olmayanlar karşılık vermek için olaya dahil olacaklar.
-İlk olay çıkaranları toplayacaksın. Peki ya yanlışlık yaparsan?
-O kadar fazla çoğunluğun içinde ya adapte olacaklar ya da kendilerini bellinedecekler. Kendilerini belli ederlerse olmalari gereken yere gönderilecekler. Adapte olurlarsa ise büyük ihtimal sorun çıkmaz. Biliyorsun insan su gibidir hangi ortama koyarsan o ortamın koşullarına uyum sağlar. Eğer tek başınaysa. Topluluksa kendisinin yakın oldugu topluluga uyum sağlar. O toplulukları yapmamalıyız yoksa değişen hiçbir sey olmaz.
-Anlıyorum.
Eskimiş yırtık pikeyi kaldırıp bakan kızıl gözlü hayalete sapladığı hançeri geri çekip sürünerek çıktı ve üzerine atlayan kara gözlü hayaletin boynuna savurdu hançerini. Başı giyildayan bir sesle yere düşen hayalete bakıp akıp giden gozunu arayan hayaletin üzerinden atladı ve koştura koştura evden çıktı. Kokuşmuş kara havadan dolayı öksürmeye başlamıştı. Hızla koşuyor bir eliyle de taşı tutuyordu. Ağaçlar yüzüne vuruyor dallar ayaklarına takılıyordu ancak geldiği yolu izlemeye devam etti. Girişin ve çıkışın tek yoldan olduğunu biliyordu. Sadece o kuyu. Lanetler okuyarak toprak zemini takip etti. Gittikçe daralan sonra acılan mağaralar ve çığlıklar. Hayaletlerin sesleri geliyordu ve orion bir yandan da yakınlaşıp yakinlasmadugini dinliyordu cigliklarin. Geldiği o daracık deliğe gelince hızla yaklaşan sesi duydu. Tutunup çıkmaya çalıştı ama haraket edemeyecek kadar dardı sanki. Yaklaşan sesler düşünmesini zorlaştıracak kadar strese sokarken en sonunda belinden iki bıçağını çıkardı. Atlayıp hançerlerini toprağa dayadı. Bacaklarını kullanarak tırmanamayacak kadar dardı ancak yukarı ilerleyecek kadar genişti. Hançerlerini kullanarak kendini yukarı çekti. Sesleri duymaya devam ediyordu. En üstüne gelince kendini hızla yukarı çekti. Tekrar kosmaya basladi. Nefesi sıklaşıyor bacakları artık isyan ediyordu. Ancak kuyudan çıkana kadar duramazdı. Kuyunun ışığını ve sallandirdigi ipi görünce derin bir nefes alıp tırmanmaya başladı. Son virajdaydı. Çiğlik sesleri o incecik delikten gelmeye başlamıştı. Sanki hemen ensesindeydiler. Terleyen elleri tırmanmasını zorlastirsa da sonunda kuyudan çıktı ve ağır metal kafesi üzerine kapatıp tıpkı önceki gibi kilitledi. Bunu yaptığı esnada ince kemikli parmaklar kafesin parmaklıklarını sarmıştı. Tısladı hayalet. Parmaklarının dahi zor geçtiği ince ince örülmüş bir kafesti. Ağır bronz kapakçığı da bu tıslama üzerine kapatıp kilitledi. Bir-kac adım geriledi. Yere, otlarin arasına düştü. Parçalanmış kıyafetlerine ve daha çok da dizlerine baktı. Kendisini geriye doğru bırakıp otlarin arasına uzandı. Karşı yakaya geçmek istiyordu. Durmadan ülkede hareket ederse geçiş için bir şeyler bulacağına inanıyordu.
Patricia eve geri dönmüştü. Kapıyı kapattı. Evi ona Europe ve Benedic ayarlamıştı. Jones' dan istemesini söylemişti Europe ancak Patricia onu sert bir şekilde reddetmişti. Jones'un ona ev vermesini istemiyordu. Bu Jones'un daha cok onu kontrol edebilevegi anlamına gelirdi ve Patricia'nin istedigi son şey buydu. Aslında Patricia onun yanindan ciktigi gibi uzaklasmak istemisti. Ancak Eurpe ile olan ilişkisinden dolayı cok da fazla uzaklasamamisti. Eh karşılaşmaları da pek harika sayilmazdi. Patricia jones'un adamlarını baya bir hirpalamisti. Hatta bazıları kemikleri bedenlerinden fırlayarak ölmüştü. Patricia odasına gidip aynasının karşısına geçti ve boynundaki kalınca fondoteni sildi. Ince urgan izi kırmızı hat boyunca kendini belli ediyordu. Küçük bir küfür edip basını masasına gömdü. Jones adamlarını pert edince bir düşman sanıp, aslında düşman olup olmaması umrunda değildi.Adamlarını biçmişti kız, onu bir süre deposunda misafir etmişti. En sonunda onu adamlarının eline birakmisti. Europe ile orada tanismisti. Europe onu adamların elinde görmüş ve büyük ihtimalle üzülmüş olacak ki sevgilisi jason ile konuşmuştu. Yalvar yakar ikna etmesini ve kurtarmasını istemiş olmalı ki urganı boynuna doladıkları ve sallandirdiklari esnada birisi urgana ateş edip düşmesini saglamisti. Bunu yapan europe idi. O günden beri yanından ayrılmamıştı. Ve onunla birlikte jones da. Adamdan tiksiniryordu.
Sarışın kiz etrafındaki adamlara baktı. Elleri yumruk olmuştu. Kemikleri beyaz beyaz belliydi. Adamlar yerde kıvranıyordu. Bazıları kanlar içindeydi. Patricia tam uzaklaşmaya başlamıştı ki karşısına bir karaltı çıktı. Kehribar gözlü bir karaltı... Cızırtılı bir sesle konuştu.
-Kimsin?
Patricia, tek kaşını kaldırarak baktı karaltiya. Kimdi bilmiyordu aynı onun kendisini bilmediği gibi. Konuşmadı. Sadece omuz silkti. Karaltı kehribar gözlerini yanındaki siyah takımlı adamlardan birisine döndü. Basını salladı. Takımlı adamlardan birisi belinden silahını çıkartıp Patricia'nin kafasına dayadı. Bu arada karaltı da kollarını arkada birleştirmiş volta atıyordu.
-James, de bakalım birisi bizim sorduğumuz soruya yanıt vermezse ne olur?
Cızırtılıydı sesi. Kafasına silah doğrultan kişi, adı James'di, boğuk sesle konuştu.
-Öldürülür.
Patricia istifini bozmamıştı. Başına dogrultulan silahlara alışıktı. James'e kısa bir bakış attı. Keskin mavi gözlerinden kıvılcımlar çıkıyordu. James elinde silahı ile yere yığıldı. Aci dolu bir çiğlik attı. Diğer adamlar da silahlarını çekip ona doğrultular. Kehribar gözler kızı süzüyordu. Patricia onlara şöyle bir bakıp sağ elini kaldırdı. Diğerleri de acı içinde yeri boyladılar. Ancak karaltı hala ayaktaydı. Tam karşısında durdu karaltı ve tabancasının arkasını Patricia'nin kafasına vurdu. Kızın gözleri karardı.
Kızı bir iskeleye getirmişlerdi. Iskelenin Patricia'nin durduğu yerde genişce bir boşluğu kapatan kapak vardı. Kızın boynuna bir urgan bağladılar. Elleri bağlıydı. Gözleri beyaz bir bezle örtülmüştü. Dudağının bir kenarı patlamış sağ elmacık kemiği morarmıştı. Yutkunmadı. Belki de en doğrusu buydu. Direnmişti. Onun direndiğini fark ettikleri için sürekli uyku ilacı verilmişti. Dimdik durmaya başladı. Kapak açıldı. Patricia denize doğru sallandı. Boğuk duyuyordu. Nefes alamıyordu. Ilk defa cani yanıyordu. Karanlığa doğru çekiliyordu. Boğuk bir silah sesi duydu ardından da denize düştü. Bir el onun kolundan kavradığı gibi yukarı çekti.
Onu çeken Europe'ydi. Bu kurtulmadan olayından sonra bir daha jones'un yanına yaklaşmamıştı.
Jones'dan kurtulduğuna inanmıştı. Belki de kendi isteği ile bırakmıştı onu. Her ne olursa olsun Europe ona sürekli olarak bilgi veriyordu. Oturduğu sandalyede döndü ve boş gözlerle çıplak duvarlara baktı ardından da ayağa kalkıp camlarını açtı ve asağı doğru sarktı. Yanına Ash ilişti.
- Ne düşünüyorsun?
-Daniela ve Joseph'i yollamayı.
- Nereye? Geriye mi? Çıldırmış olmalısın.
-Belki.
Ona bakarken Jones'u saklamak ona büyük bir yük oluyordu ancak sustu. Hep yaptığı gibi. Ve bakışlarını o harika yüzden uzaklaştırdı. Yola çevirdi. Hava kapalıydı. Yagmur yağacak gibiydi. Derince bir nefes aldı ve elinden kayıp giden hatta alınan hayatini geri alamayacağını bildiği için kalanlarla doğru bir şey yaptığına kendine yemin ederek geçen insanlara baktı. Artık onları hamam böceği olarak görmüyordu. Halkı olarak görüyordu ve onları kurtarmak hatta korumak için her şeyi yapardı. Senelerce araştırmıştı onları ancak olayın araştırmak değil, iletişim kurup kendini kabullenmek olduğunu yeni çözmüştü Patricia. Aklıma halasının sözleri geldi.
"Eğer kendine bir vatan bulursan yanındaki tanımadığın kişiyi kurtarmak için ölmeyi göze alırsın."
Patricia artık ademoğlu için ölümü göze aldığını hissediyordu.
17.08.2021
Yorumlar
Yorum Gönder