Ana içeriğe atla

Fidye

 

Patricia saatlerdir odanın ortasında volta atıyordu. Sarı saçları omuzlarına cansızca dökülmüştü.  Elleri beline yapışmış, ara ara kendi kendine mırıldanıyor sonra sessizliğe yemin etmişçesine susuyordu. O susunca odanın içi de boğuk bir sessizliğe bulanıyor, gün ışığı kirli pencerelerden içeri giriyordu. Dört kız da salonda öylece oturuyordu. Hiçbirinden ses çıkmıyordu. Patricia ses çıkarsalardı zaten taşmış olan sabrı ile onlara katlanamazdı.

                  Ash gitmişti. O gidince ortadan püf diye kaybolmuştu. Onun Ash'ı gitmişti. Bir duvar dibine çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu. Ağlamanın onu geri getirmeyeceğini biliyordu. Ancak yapabileceği başka bir şey de düşünemiyordu. Nerede olduğunu bilmiyordu. Nereye gidebileceğini bilmiyordu. Koskoca şehirde yalnızdı. Kendini susturmaya çalıştı. Önceden de yalnızdı o diyerek. Olmadı ama. Bu sefer onu bekliyordu ve beklenti en büyük ölüm sebebiydi. Umutlar... Umut ederdiniz ve hayaller kurardınız. Sonra onları beklerdiniz ve bum siz ölürdünüz.  Ash'ı düşünmekten fark etmediği detayı gördü Patricia. Koltuklardan birinde Joseph oturuyordu. Joseph... Sinirle ona döndü. 

- Ne işin var senin burada?

Joseph istifini bozmadan oturmaya devam etti. Daniela araya girdi. Sesi önceden konuştuğu sesi değildi. Daha güveniyordu kendine.

-Ben getirdim.

İç çekti Patricia.

- Ne demek ben getirdim?

Sesi baskılanmaya çalışılmış öfke ile yoğrulmuştu.

- Getirdim işte.

Başını avuçları arasına bitkinlikle aldı genç kız. Titrek titrek nefes alıyor,  onu boğan dünyadan kopmaya çalışıyordu. Kopabilmiş miydi peki? Hayır, kurtulamadı. Eğer nefes almakla soyutlanılsaydı o boğucu, ateşler, buzullar, seller alan dünyadan kesinlikle en başarılısı Patricia olurdu.

-Neden?

Diye ona tükenmişlikle baktı. "Neden kandın ona, neden getirdin buraya, neden? Tek bir neden..." Kesik kesik soluyordu. O kadar yorulmuştu ki beli ortadan ikiye ayrılacak derecede sızlıyor bacakları titiriyordu. Tabi bunun nedeni pekala korktuğu ve endişelendiği için de olabilirdi. Yere dizleri üzerine çöktü ve ona acıyla karışık bakmaya devam etti. Hayatında ilk kez gözlerine perde indirmemiş, yüzünü duygusuz tutmamış, acısını herkesin görmesine izin vermişti. Çaresiz olmalı diye düşündü Kinsey. Hepsi böyle düşündü. Bir kez daha bağırdı Patricia. Sesi boğazını yırtarcasına çıkmıştı.

- Neden Daniela?

Daniela kesik kesik nefesler aldı. Tüm cesareti, kendine güveni cam bir biblo gibi paramparça olmuştu. Yerde kırıkları vardı artık. Yüzlerce defa toplayıp birleştiği kırıkları. Toplarken ellerinin kana bulandığı, cam parçalarında kendi yok olmuş ezilmiş ruhunun yansımasını gördüğü zamanlara geri dönmüştü. Gözleri Joseph'e kaydı. Sahi neden onu yanına almıştı? Buraya getirmişti? Ona yaklaşmasına izin vermişti? Joseph'in gözleri ile buluşunca onun gözlerindeki beklentinin altında ta derinlerde bir yerlerde bir güven ve Joseph'in gözlerinde daha önce görmediği bir duygu vardı. Daniela buna tutundu. Sıkı sıkıya sarıldı bu adını koyamadığı duyguya.

-Bilmiyorum.

Patricia'nin mümkünmüş gibi daha da gözlerini büyüttü. Bir yıkılmışlık vardı. Inanamıyordu dediği şeye. Dudaklarını birbirine bastırıp konuştu.

- Ne demek bilmiyorum? Salak misin sen Daniela? Aklını peynir ekmekle mi yedin? Seni nasıl bırakıp gittiğini hatırlatması mıyım? Seni ne kadar değersiz kıldığını... Sen onun için sabahlara kadar ağlarken o ne yaptı? Gününü gün etti. Şimdi ise seni tekrardan kullanıyor. Basamak olmaktan sıkılmadın mi? Hep aynı terane! Bir kez olsun o kafatasının içinde duran beynine bir danış. Emin ol pişman olmazsın. Fazla romantizm fazla acı demektir Daniela. Sadece, lanet olsun, sadece normal bir leydi olmayı deneyemez misin? Bu haysiyetsiz namussuz sefer yoksunu at hırsını evimize almak zorunda miydin? Akıl yok mu yoksa hep olduğu gibi bir karış havada mı? Biliyor musun gücünün olması bir isine yaramıyor. Hani hepimiz Kinsey'e yükleniyoruz ya gücün yok bir ise yaramazsın diye. Ona değil sana yüklenmemiz gerek. Zira o kız çalışıyor ve her iş de elinden geliyor ama sen, senin yaptığın tek şey dans etmek! Başka bir şey yok! Sen bir hiçsin! Hiç anlıyor musun be..?

Sözünü kesen şey daha önce hiç duymadığı sert ve korumacı bir erkek sesiydi. Joseph'ti konuşan ancak bu sesini ilk defa duyuyordu. Dedikleri onu rahatsız mi etmişti ki? Neden etsindi? O da aynı şeyleri düşünmüyor muydu zaten?

-Kapa çeneni Patricia! Mükemmel olan tek kişi sen değilsin. O kız da senin dediğin gibi olmak zorunda olan bir köle değil. Ah pardon prensesliğin bilmem kaçıncı boyutta kaldı değil mi? Asıl sen şunu kafana sok,  eğer bir daha Daniela'ya tek bir kotu söz söylersen  yemin ederim ki bu evi senin tepene yıkarım. Duydun mu beni? Bunu yaparım Patricia. En büyük korkun olurum. Her gece kabustan kabusa koşmanın nedeni olurum. Asla seni rahat bırakmam ne uyurken ne uyanıkken. Her yerde kabuslarının baş karakteri olurum. Anlıyor musun beni? Asıl senin kafan bunu aliyor mu? Bir kez olsun basıyor mu?

              Hışımla arkasını döndü ve dokunsalar ağlayacak şekilde donmuş Daniela'yı kucağına alıp salondan çıktı. Ayakkabılarını giydi. Daniela'ninkileri de alıp dışarı çıktı. Onu dışarıda esen rüzgardan korumak için sıkıca kendine bastırdı. Daniela iyice buzulmusşu. Tek kolunu onun boynuna dolamıştı. Öylece bir süre ilerlediler. Insanların birbirlerine hakaret ettiği ara sokaklardan geçtiler. Sonra birbirlerine gulumsedikleri sokaklardan. Sonra birbirlerini göremedikleri sokaklardan. En sonunda , ne kadar yürüdüklerini bilmiyordu Joseph, deniz kıyısına ulaşmışlardı. Banklardan birine oturdu ve kendisine kedi gibi sokulmuş kızın saçlarını okşadı şefkatle.

-Daniela. Su perim...

Daniela kendisini tutamadı ve hıçkırdı. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Sıkıca Joseph'e sarıldı. Celladından bir nefes dilenen idam edilmek üzere olan bir mahkum gibi hissediyordu kendini. Basını onun boynuna gömdü ve ağlamaya devam etti. Elini tuttu. Her zamanki gibi kaygısızca ağladı. Patricia haklıydı. O hep böyle ağlayan mızmız bir kızdı. Romantizmin acı olduğunu hep biliyordu. Hep bununla ve kalbindeki acısıyla yaşamıştı zaten. Sürekli parçalanmasının nedeni buydu. Onu kıran ve yeniden yapan adama baktı. Derin derin soluyordu. Şişen göğsü üzerinde ritmik bir şekilde havalanıp yine eski haline geliyordu. Gözleri uzakta bir yerde sabitlenmişti. Soluk alıp varisleri gibi derinlerdeydi o da. Sol gözünden dudağına kadar inen yara izi Güneş'in yakıcı ışığında inciden yapılmış bir çizgi misali parlıyordu. Ağlamaya devam ediyordu kız ancak fark etmiyordu artık. Üzerinde bir yorulmuşum vardı. Çocukluktan kalma.

                  Yere oturmuştu genç kız. Kabarık mor kadife elbisesi yere yayılmıştı. Bukleler halinde tutulmuş saçından birkaç tel firar etmişti.  Havuzun kenarında oturuyor, kristal gibi suda kendi yansımasını izliyordu. Sarayın büyük kapısına giden çekiçle dövülerek düzleştirilmiş kaygan beyaz taşlı yoldan sarışın bir kız geçiyordu. Sacları beline kadar inmiş kabarık kolları dar ve sıkı beline zıttı ancak çok güzel bir harmoni oluşturmuştu. Sıkı elbisesinden belli olan göğüsleri gerçekten çok çekiciydi kız. Narın, kabarık kumaşların sarmaladığı sağ kolunu delikanlının koluna atmıştı. Yutkunmakta zorlandı genç kız. Joseph... boğazına kadar safra yükseldi. Gözleri doldu. Kalbi göğsünü parçalarcasına atıyordu. Iğrenç bir yarayla süslü koluna gitti eli. Bir anda sızlamaya başlamıştı yara. Aşık olduğu adam koluna sarışın bir güzeli takmış ve onu takdim için davaya getirmişti. Sarışın güzel... Gülmek istedi. Virginia'dan başkası olmazdı herhalde. Bayimizin kriterleri vardı. Güzel olmalıydı, alımlı olmalıyd, bilgili olmalıydı, zeki olmalıydı, bir leydi olmalıydı, ailesini temsil etmesi için cemiyet kurallarını bilmeliydi, ağır başlı olmalıydı, bir unvanı olmalıydı ve dahası. Kendisi ile kıyasladı Virginia'yi ister istemez. Onun kadar şekilli bir bedeni yoktu. Onun kadar güzel sacları yoktu. Sıradan bir renkti önemlisi, Virginia'ninki ise altın sarısıydı. Cemiyet kurallarından anlamazdı. Virginia ise örnek bir leydiydi.  Patricia onun öyle olmasını isterdi kesinlikle. Zeki sayılmazdı. Çok saftı. Ağır baslı miydi peki? Asla, o bir çingene gibi sabahtan akşama dans ediyor, müzik aleti çalıp şarkılar söylüyor, buzun üzerinde kayıyor , denizlerde kendini kaybediyordu. Kalbine bir ağırlık çöktü. Hiçbiri değildi. Olamayacaktı da. Bir titreme geçti bedeninden. Onu hiç böyle gururlu yanında taşımamıştı. Parçalara ayrıldığını hissetti. Gururunun yıkıldığını. Enkazın ortasında duruyor gibiydi. Joseph ve Virginia sarayın içine girdiler. O da kendisini izlemeye devam etti.

             Az sonra o da içeri girmişti. Balo vals ile başlamıştı. Tam ortada ise Virginia ve Joseph dans ediyordu. Joseph'in yüzü ilk defa gülüyordu. En azından Daniela ilk kez öyle görmüştü. Gülerken. Güldüğü kişinin kendisi olmayı ne kadar çok isterdi. Asla gülmeyecekti. Bu farkındalık onu daha da yıktı.  Ilerlerken duyduğu fısıldaşmalar enkaz olan düşünceleri üzerine dökülen benzine bir kibrit çaktı.

-Bu Daniela mı?

-Evet, o. O yangından sonra daha da çirkinleşmiş.

-Evet baksanıza kolundaki yara ne kadar kötü gözüküyor.

-Ben de Joseph'in yerinde olsaydım eğer koluma onun yerine Virginia'yi takardım.

-Ablasına hiç benzememiş.

-Kralla kraliçe yerinde olsam utanırdım.

-Ay ucuz atlatmış. Bu zaten kibarlık nedir bilmez. Anca dans etsin. Pek önemli bir meziyetmiş gibi.

Güldüler. Normal bir şeymiş gibi. Evet normaldi. Cemiyet hayatında normaldi. Kinsey binlercesini duymuştu bunların. O zaman onu biraz daha anladı. Insanları ötekileştiren en yakınlarıydı. Bir kez daha Virginia ile çok mutlu duran Joseph'e baktı. Onunla asla böyle bir mutluluğu olamayacakt. Mutluluğu paylaşamayacaktı.

                Anılar silsilesinin getirdiği duyguları tekrar kalbini sancımıştı. Inledi. Sesi Joseph'i derinlerden çekip çıkarmıştı. Gözleri ona döndü. Nadir, çinilerle süslü ,el yapması antika bir fincanmış gibi tutuyordu onu kolları arasında. Joseph fincanları ve çay içmeyi çok severdi. Kitapları ve şiirleri de... Insanları çılgına çevirmeyi de. Aklına gelen düşüncelerden iyice boğulmuş bir halde doğruldu. O buraya geldiyse eğer Virginia diğer tarafta olmalıydı. Ve onunla bir anlaşma yapmıştı. Evlilikleri üzerine bir anlaşma. Ayrıca sanki hala nişanlilarmış gibi, hakki varmış gibi, burada onun kucağında oturuyor ona sığınıyordu. Patricia haklıydı. Joseph şerefsizin tekiydi.

-Virginia...

Sesi kuru çıkmıştı. Kısıktı.  Her şeyi alinmiş bir çocuk gibiydi aynı. Joseph ona baktı. Içini okumak istercesine. Sonra bakışlarını kaçırdı. Kotu bir anı hatırlamış gibi yüzünü eksitti.

-Düşünme bunları.

-Cevap ver adı herif!

              Joseph büyük bir mutlulukla bekliyordu. Eşi olacak kadını, beyazlar çiçeklerle süslü çardakta bekliyordu. Kalbi göğsünü delercesine atıyordu. Terleyen avuçlarını pantolonuna sildi. Içine derin bir nefes çekti. Bekledi bekledi. Onunla beraber herkes bekledi. Konuklar bekledi.   Gün karardı. Yıldızlar çıktı. Bekledi bekledi gelen olmadı. Joseph tam umudunu kesmişti ki kapı ardına kadar açıldı. Içeri gelinliğini giymemiş, öylesine tutulmuş sacları ve şişmiş gözleri ile içeri girdi. Hızlı adımlarla , soğuk bakışlarla yanına geldi. Karşısında durdu.

-Beni mi bekliyordun?

Gülümsedi Joseph. Hiçbir şeyden haberi olmadan.

-Çiçeğim,  kardelenim. Sonunda geldin. Gel.

Elini uzattı ona genç adam. Virginia elinin tersiyle elini itti ve kollarını kavuşturdu.

-İstemiyorum.

Gözlerini kırpıştırdı genç adam. Inanamadı. Dudakları birkaç kez açılıp kapandı. Boğazına bir yumru oturdu konuşamadı.

-Evlenmek istemiyorum. Çünkü zaten evlenemem. Çünkü ben hamileyim.

Daha da dağıldı genç adam. Beyninin için de yüzlerce defa tekrar etti kelimeleri. "Hamileyim. Hamile. Hamile." Zemin ayakları altından kaydı. Dünyası döndü. Karanlığa gömüldü. Yıldızsız ve ıssız, derin bir karanlığa...

Nihayet yıldızsız, dipsiz karanlığından çıkabildiğinde etrafına bakındı. Kimse yoktu. Rüyaydı büyük ihtimal. Şimdi kalkacak hazırlanacak ve şapele gidecekti. Kapı acı bir gıcırtı ile açıldı. Içeri sacları ne kadar toplu olsa, yüzü ne kadar pudralı olsa da gözleri kızarık olan annesi girdi. Annesi asla ağlamazdı. Annesini küçücükken sadece kendi hasta olduğunda, onda da hastalıktan ölüyordu, ağlarken görmüştü. Annesi ağlıyor ise gerçekten büyük bir sorunun içindeydi. Leydi Mary hızlı adımlarla yanına geldi ve sıkıca sarıldı oğluna. Titrek, derin 3 nefes aldı. Uzaklaşıp yüzünü inceledi. Sıcacık gülümsedi. Gülüşüne bahar güneşini sığdırmıştı. 

-Uyanmayacaksın sandım. Duyduklarından sonra uyanmam bile mucize. Doktor şoka girdiğini söyledi. 4,5 gündür uyuyorsun. Endişelenmeye başlamıştık.

Başını ovaladı Joseph. Duydukları dediğine göre hatırladıkları gerçekti. Virginia gerçekten onu aldatmıştı. Düğünde terk edilen genç bir adamdı. Acaba Daniela'nin duası mi tutmuştu. Onun kimseye kötülük gelmesini istemediğini fark etti. Daniela öyle birisi değildi. Sadece düşünmek bile onun bembeyaz sayfalarını kirletirdi.  Zaten bu yüzden korkmamış miydi kendisinden? Onun kirli düşünceleri ile saflığı kirlenir, üzülür diye. Doğruldu. Içten içe zaten hayatının geri kalanı boyunca yaşaması gereken kadının  Daniela olduğunu biliyordu. Annesine baktı.

-İyiyim ben.

Derin bir nefes çekti içine annesi. Bir şey demek ister gibi bir hali vardı. Nasıl diyeceğini bilemiyor kıvranıyordu.

-Söyle anne.

-Daniela ve kız kardeşleri, düğünü fırsat bilip kaçmışlar. Başka bir evrene. Ve bu herhangi bir belge olmadığı için bilim adamlarımızca yanlış bir hareket olarak görüldü. Din adamlarımızca lanetlendiler. Ve bu tüm ülkelere yayıldı. Büyük ve karşı konulamaz bir hızla. Sadrazam ise, onları sevmezdi biliyorsun, krala bir karar aldırttı.

Sustu sonrasında kadın. Demeye dili varmıyor gibiydi.

-De anne. Ne kararı aldırttı?

-İnfaz...

Güldü genç adam.

-Nasıl?

-Başlarına ödül koydu. Altınlar mücevherler. Ve toprak... Diğer evrene gidip oradan ya ölüsü ya duruşu getirilecek.

Genç adamın kalbine ince bir sızı girdi. Daniela'nın cansız bedenini yerde düşündü. Kırmızı dudakları morarmış, yüzü morarmaya başlamış. Soğuk bedeni hareketsizce taş misali yatıyor mermer üzerinde. Gencecik. Dans etmesi, şarkı söylemesi gerekirken o yatıyor. Acı daha da şiddetlendi. Annesine göstermemek için kahkaha attı.

- Ne kadar güzel. O zaman gitmeliyim.

Atağa kalktı tüm kalbinin terlemesine, tekrar gözlerinin onu karanlığa çekmesine rağmen ayağa kalktı ve dolabını açtı.

-Orada dur genç adam!

Sesi yüksek, emrediciydi. Dondu Joseph. Ona doğru baktı.

-Karşında yaşlı da olsa bir kadın var. Bu kadın hayatı boyunca acı çeken aşıkları izledi. Kaldı ki sen benim oğlumsun. Diğerleri bir nebze kandırır ancak sen kandıramazsın. Senin altını ben sildim evlat hem de kaç yaşına kadar.

Utançla inledi Joseph.

-Anne başlama lütfen.

- Ne var canım? Kimse de yok. Demem o ki çıkar o ağzındaki baklayı. Seni tanıyorum. Acı çekiyorsun. Şimdi bana Daniela'dan nefret ediyorum rolleri kesme. Ona zarar gelmesini sen de benim kadar istemezsin.

Kaşlarını çattı genç adam.

-Senin onun ailemize yakışan biri olmadığını düşündüğünü sanıyordum.

-Yakışanı da gördük Joseph. Hem Daniela kıpır kıpır bir kız. Üzmemek gerek.

- Ne yapmalıyım?

-İnfaz emri üzerine gidecek olanların arasına gir. Birliklerden ayrıl ve o kızı gelinim yap evlat.

Bastonunu zaferle havaya kaldırmış sonra da ona doğru sallamıştı.

-Virginia olayını da çok deşme. Kız aşık değilmiş işte. Hadi hazırlan kralın yanına gideceksin. Bu arada duyduğuma göre makine hazır değilmiş, ancak...

Tekrar ona doğru salladı, kapıya doğru ilerlerken durmuştu.

-Buna rağmen adını yazdıran yazdıranaymış. Çabuk ol kop kop.

Joseph basını anladım diye aşağı yukarı salladı.

Joseph güldü.

-Adi herif. Hep ağzı bozuk bir denizciydin. Sevdim bu benzetmeyi.

32 diş sırıttı. Daniela çıldırmak üzereydi.

- Sen dediğimi duyuyor musun be adam?

İç çekti Joseph.

-Duyuyorum su perim. Ama bunları düşünme. Gereği yok.

-Evli bir adam olduğu gerçeğini nasıl düşünmeyeyim?

-Evli değilim!

Sesi biraz yüksek çıkmıştı ki Daniela korkmuş duruyordu. Belki de onu korkutan dediği şeydi. Elleri çenesinin altına gelmişti ve ağladı ağlayacak durumdaydı. Gözleri dolmaya başlamıştı. Kesinlikle bağırdığı içindi. Yüzünü avcunun içine aldı Joseph.

-Hey,

Sesi yumuşacıktı.

-Kesinlikle harika bir nişanlı değilim. Senin ağlamanı görmek istemiyorum. Denizi izleyelim veya baş...

Sözünü kesti Daniela.

-Evlisin değil mi? Biz giderken nikah törenin vardı.

-Değilim. Değilim çünkü nikah günü saatlerce orada ağaç olduktan sonra ki , bu sizin işinize yaradı, terk edildim. Üzerine aldatıldığımı öğrendim. Hem de bu da yetmiyor müstakbel eşimin hamile olduğunu da öğrendim. Anlayacağın evlenmedim. Şimdi denizi izleyebilir miyiz?

Gözlerini kırpıştırdı Daniela.

-Onu mu düşünüyordun?

-Ne zaman?

-Daha demin. Derin düşüncelerde denize bakarken. Onu ve gerçekleşmemiş aşkını mı düşünüyordun?

-Aslını  söylemem gerekirken onu ayıldığım zamandan 15 dakika sonrasından beri düşünmedim. Demin de bir şey düşünmüyordum. Düşünüyordum ancak bu gerçekten ne seni ilgilendirir ne de bir başkasını. Sadece beni ilgilendirir.

Daniela basını aşağı yukarı salladı. Tekrardan eski yerine, Joseph'in göğsünün üzerine geri döndü.

-Üzüldüm. Onu sevdiğin anlaşılıyordu.

-Sevdiğim anlaşılıyor muydu gerçekten?

-Evet. En azından ben anlıyordum. Şanslı bir kızdı Virginia. Herkesin kapısını senin gibi bir adamı kendisine köle etme fırsatı çalmaz. Hoş ona sadece sen değil bütün  erkekler köle oluyordu ya. Onunla bir yerlerde anılmak seni çok mutlu ediyordu. Sürekli gülüyordun. Asla ona kızmıyordun. Belki de kızamıyordun. Haklısın da. Ona nasıl kızabilirsin ki? Camdan bir bebek gibi o. En ufak bir rüzgar onu havalandırıp yere çarpacak ve kırılacak gibi.

Daniela'nin sesi pürüzlü çıkıyordu. Hayalleri parçalanmış bir çocuk gibi çıkıyordu. Yakılmış, yıkılmış bir enkaza bakan bir çocuk gibi bakıyordu. Joseph o anda kendinden bir kez daha nefret etti. Onu böyle üzdüğü için.

-Sen de öylesin. Camdan bir bebek gibi...

-Yanılıyorsun. Camdan bir bebeğim belki ama kolum kanadım kırık. Yüzlerce kez yere atılıp tekrar birleştirilmiş hatta bazı parçaları bulunamamış yaralı bir camdan bebegğm. Eğer bir evin tüm pencereleri kırıksa insanlar bir taş atmakta sorun görmez. Alışmıştır, şaka yaptım, buna mı alındın derler. Ama o pencereler sapa sağlamsa herkes o pencereleri normal için uğraşır. Kıramazsınız. Nadir  bir elmas olur kişi. Virginia öyleydi. Nadir bir elmastı.

Joseph yutkunamadı. Haklılık payı karşısında sadece susabildi.

-Cemiyet en çok neye sevindi biliyor musun? Benden kurtulmuş olmana. Paçayı zor kurtardığını fısıldaştılar.  Virginia'nın ne kadar çok sizin için uygun olduğunu söylediler. Ailenin yüz karası olduğumu. Anne ve babam yerinde olsalarmış benden utanırlarmış.  Yüz kızartıcı bir şey yapmamıştım ben. Etrafına baktığın zaman insanlar sanatı severler, dansı... Bunu bir prensese yakıştırmazlar. Bizler daha ağır başlı ve daha şuradan olmalıyız onlara göre. O günlerde Kinsey'i anladım. Ona da benzer şeyler denmişti. Ama hiçbiri bir insanın ondan kurtulduğu için değildi. Veya hiçbiri hadleri dahi olmayan hayatlara burunları sokmaları sonucu vardıkları kanılarla bu kurtulmayı kutlayan balolar veren değildi.

Joseph o baloları hatırlıyordu. O zaman ona da bu balolar çok saçma görünmüştü. Ve emindi, o zamanlar bile, bu baloların onu üzdüğüne. Saçlarını okşadı. Haklıydı. Yalan söylemezdi. Sadece birazını yüklenebilirdi acısının. Kendi yaptığı bir şeyi nasıl yüklenecekse...

-Annen  nasıl tepki verecek? Evliliğimizle ilgili.

-Bunu isteyen annemdi. Annem beni buraya gönderdi. Seni koruyup evleneyim diye. Daha doğrusu gerçekleri bildiği için sana zarar vermemin önüne geçmek için. Çünkü ben zaten buraya gelecektim ancak...

-Zorunda hissedip öldürecektin.

-Tanrım evet. Sana yemin ederim Daniela seni öyle düşünmek saniyeler içinde beni bir nehre attı. O nehir o kadar derin ve akıntı doluydu ki çıkamadım, dibe battım. Boğuldum.  Nefes alamadım.

Sıkıca ona sarıldı Joseph. Basını saçlarının gölgelediği boynuna gömdü ve derin derin soluyup gözlerini kapadı.

-Emin ol zorunda dahi olsam nasıl seni infaz ederdim bilmiyorum.

Sarsıldı omuzları. Daniela omuzlarına sarıldı. Sırtını sıvazladı. Şakağından öptü.

-Tamam tamam.

Doğruldu Joseph. Gözleri gözlerine değiyordu. Nefesleri birbirine karışıyordu. Joseph'in  yara izi titredi. Daniela onu öpmek istiyordu. Kesinlikle istiyordu. Bunun yerine elmacık kemiklerinin üzerinde titreyen yaraya dudaklarını bastırıp uzaklaştı.

-Eve  gidelim mi?

Basını salladı Daniela.

-Gidelim.

Joseph kucağından hiç indirmediği kızla bir ayağa kalktı ve yine aynı sokaklardan geçtiler.

                 Patricia'nın gözleri şişmişti. Duvar dibine çökmüş, uyumuş beyni ise hiçbir şey düşünemeyecek haldeydi. Kollarını ,yapabilirmiş gibi, biraz daha kendine çekilmiş bacaklarına dolamıştı. Başı dizlerinin üzerine düşmüştü. Dayanamıyordu. Birkaç dakika önce fark ettiği gerçekliğe ise kesinlikle geç kaldığı için kızıyordu. Aşık olmuştu. Hep hayalini kurduğu şey, aşk, evsiz bir adamın kalbindeydi. Evsiz adam demesine güldü. Olmasa ile güldürmeyi başarıyordu. Evsiz olmasına rağmen kalbi kocamandı. Hayatında tanığı en dürüst kişiydi. Kalıplardan nefret eden birisiydi. Anlayışlıydı. Kalp kırmazdı. Yani kendisinin taban tabana zıttıydı. Kendisine bol gelen elbiseleri giymeye çalışıyormuş gibi hissetti Patricia. Aşkı o kadar ona ters ve bol geliyordu ki komik duruyor olmalıydı.

                  Daniela'yı üzmüştü hiç şüphesiz. Gitmişlerdi. ancak ne kadar Joseph'e saydırsa da onun kardeşini incitmeyeceğini biliyordu. Netti Joseph. Sonradan iş çevirmezdi. düşüncelerini bodoslama söylerdi ve bu nedenle de Daniela konusunda ona inanılmaz bir güven duyuyordu. Onlar için endişelenmiyordu. Başını dizlerinden kaldırmadan düşünce deryasında kulaç atmaya devam etti.

                Ash dağınık pamuk çarşaflar arasında tavanı izliyordu. yanında huzurla uyuyan Gelincik'in tüylerini okşadı. Içinde büyük bir sıkıntı vardı. Yutkunamıyor, nefes alamıyor, kalbinin atışını kulaklarında hissediyor, sadece yatabiliyordu. hareket edesi yoktu. bütün bedeni uyuşmuştu. Düşünemiyordu bile. Düşünse bile ne düşünecekti ki? Değişik olan 4 kız kardeşi mi? Başını iki yana sallayıp kurtulmak istedi gelen anılardan. Ne başını sallayabildi ne de anıları durdurabildi. Tek umudu olan anılarla savaşmaktan artık hamleleri bilen, yaralana yaralana bir savaşçı olmuş zihnine sarıldı. Işe yaramış göründü ilk dalgada. Sonraki biraz daha yıkmıştı çünkü yorulmuştu savaşçısı. Üçüncü dalga bir hezimete doğru kanat takmış uçuyordu ki kapı açıldı. Içeri giren Kinsey ile doğrulma gücünü kendinde bulabildi. Yatakta ,daha doğrusu minderin üzerinde,  oturur pozisyona geçti. Ona doğru baktı. Kinsey bakışlarını kaçırdı.

-Oturabilir miyim ?

Başını aşağı yukarı salladı. Kinsey yanına oturdu. Etrafını inceledi. Buraya hiç girmemişti. Etrafa meraklı gözlerle bakıyor, her bir izi Ash'in kişiliğini anlamak için kullanıyordu. Işin içinden çıkamayacağını anlayınca, çünkü insan okumak Patricia'nın işiydi, bıraktı. Sıkıntıyla nefesini üfleyip ona döndü.

-Tüm gün burada bu dört duvar arasında sıkılıyor olmalısın. Duvarlar üstüne üstüne gelmiyor mu?

Ash ona döndü. Kızın sormak istediği şeyin bu olmadığını biliyordu. Yine kavgaları odadan taşmış, kendi odasını doldurmuştu. Kavgalarından kaçmış olmalıydı. Kendini ocak tanrıçası Hestia gibi hissetti. Olimpos'daki kavgalara karışmaz sadece ocağın başında oturur sakinleşmek isteyenler onun yanına gelir soluklanır sonra tekrar kılıçlarını çekip kavga ederlerdi. O şuanda kılıçların kınında durduğu yerdi. Ancak bu kardeşler ona Olimposluların Hestia'ya davrandıkları gibi anlayışlı davranıp davranmayacaklarını bilmiyordu.

-Hep böyleler mi? Yani kızgın.

Omuz silkti Kinsey.

-Pek sayılmaz. Genelde yumuşaktırlar. Sadece bana karşı fazlaca tahammülsüzler. Özellikle Patricia. Hoş o herkese öyledir. Kimse ideal insan değildir. Ondan başka kimse. Herkesin düzeltmesi gereken bir yönü vardır ve onun etrafındaysan eğer ya bu düzeltilmesi gereken özelliklerini göstermeyeceksin ya ada onun istediği kişi olacaksın. Ötesi berisi yok. Öyle yani. Benim de harika bir insan olmak istediğim falan da yok. Hep bana çatar o. Daniela karşı duramaz ona. Sophia da... Eh o da kendi aleminde diyelim. Bazen bana inançsız olduğum için takıldığı olur. Ama ikisi de Pat kadar takıntılı değiller. Aslına bakarsan o kadar da aramız kötü sayılmaz. Sadece birbirimizin yüzünü görmekten çok hoşlanmıyoruz.

-Yok canım bu bir hiçmiş. Ben de büyük bir şey var sandım.

Dedi alayla Ash.

-Dalga geçme. Balolar ve yemekler dışında birbirimizi görmeyiz. Sophia zamanının çoğunu kütüphanede geçirir. Daniela deniz kenarındaki veya ormandaki çingenelerle ve perilerle. Ben labaratuarımdan  dışarı adım dahi atmam. Pat ise...Onun nerede olduğunu kestirmek genelde güçtür. Cemiyetteki kimseyi sevmez o. Evet sahte gülücükler ile insanların gözlerini boyar ancak sevmez işte. Onunla da neredeyse hiç konuşmayız. Onu büyüten Nana ağabeyimi de büyüttü ve biraz geri kafalı bir kadındı. Güçleri olmayanları kendinden saymaz nefret ederdi. Bu da eh, ablamın ve ağabeyimin benden soğumasının nedeniydi. Onlarca ben bir ucubeydim. Bu nedenle onlarla neredeyse hiç konuşmadım. Az çok, kendini gösterdiği kadarıyla, tanıyorum Patricia'yı. Emin ol onunla da nerede ne yaptığını bilemem.

Parke zeminde çıplak ayakların çıkardığı sesler koridor boyunca yankılandı. Sesler genç adamın kapısının önünde durdu. Genç kadın kafasını biraz kapıya yaklaştırdı. Duyduğu sesle içinden bir şeylerin koptuğunu fark etti. Vezüv Yanardağı misali içinde uzun zamandır uyuyan bir şeyler uyanmıştı ve Pompeii'yi yok etmeye hazırlanıyordu. Kendisini toplamak için derin nefesler aldı ve içeri daldı. Hışımla kızın kolundan tutup ayağa kaldırdı. Yarı sürükler yarı yürütür halde odadan apar topar çıkardı ve kendi kaldığı odaya getirip bir çuval eşya atarmış gibi yatağa fırlattı.

-Ne yaptığını sanıyorsun sen?

Sesi sakin ve sessiz tutma çalışmasından çatallaşmıştı. Umursamazca omuz silkti Kinsey.

-Konuşuyordum.

-Onunla konuşmasan olmaz mı? dedi yalvaran bir sesle genç kadın.

-Neden ? diye soru yöneltti ona kız. Güzel soru Pat. Söyle neden konuşmasın kız?

-Çünkü, çünkü...

Gerisi gelmedi. Aklını toparlayıp parçaları birleştiremedi. Bir yalan uyduramadı. Dilinin ucuna kadar gelen, kalbinin bas bas bağırdığı gerçeği yuttu. Iç çekti kız.

-Tamam konuşmamı istemiyorsan önemli bir durum olmadığı müddetçe konuşmam.

-Teşekkürler dedi. Içinde bir şeyler yumuşamıştı.

-Ama bunu sen istedin diye yapmıyorum. Sadece çıkarımlarım doğrultusunda yapıyorum.

Tek kaşını kaldırdı Patricia.

-Ne çıkarımı o?

Patricia'yı kolundan yanına çekti kız. Patricia yumuşak yatağa sırt üstü gömüldü.

-Ona aşıksın değil mi?

Genç kadın hızla kardeşinin ağzını elleriyle örttü. Gözleri kocaman olmuş, yanakları kızarmış, kalp atışları kıza kadar ulaşıyordu. başını hızla iki yana salladı. Bir yandan da kalbi fısıldıyordu ona: Hadi ama Pat kız haklı. aşıksın ona.

Hayır dedi. Cevabı hem kalbine hem kardeşineydi.

-Yok öyle bir şey. Gidip çocuğa saçma sapan şeyler söylemeye kalkma.

Kıkırdadı kız. inanmadığını sesine yansıtarak, kahkahalarını zor bastırarak konuştu.

-Söylemem merak etme de yalan söylemeyelim birbirimize. Aşıksın.

Patricia küçük bir çığlık atıp yanına çekti onu ve gıdıklamaya başladı.

-Değilim tamam mı? Değilim.

-Öylesin.

Dedi kahkalar içinde Kinsey.

-Öylesin işte kabul et.

-Etmem.

Dedi Patricia gıdıklamaya devam ederken. Aklına o daha güçlerini keşfetme yaşına gelmedenki halleri gelmişti. Kaygısızca oynadıkları zamanlar. Tabi bunu Kinsey hatırlamıyordu. Ona kimse söylemiş miydi acaba? Hiç sanmıyordu. Onunda pes etti Kinsey.

-Tamam tamam değilsin!

Anca o zaman Patricia onu bıraktı ve yatağa uzandı tavanı izlemeye başladı.

                  Patricia ne yapacaklarını düşünürken kapı çaldı. Uzun uzun çaldı. Belki de Patricia'nın zaman kavramı kalmadığı için ona uzun gelmişti. Kinsey kapıyı açtı.  Içeri siyah dağınık sacları ile bir adet Kenneth girdi. Etrafı soğukça süzdü. Sonra da koltuklardan birisine oturdu. Bir şey demek için geldiği belliydi. Nereden başlayacağını bilemiyor gibiydi. Sonunda saatinin ağaç kabuğuna benzer kayısı ile oynamayı kesip konuştu:

- Bir arkadaşınız kayıpmış. 

Başını salladı Patricia. Kenneth içini çekti.

-Bulabilecek birisini tanı...

Sözünü birkaç dakika önce odadan çıkan Sophia'nin koşarak gelmesi böldü. Cildi kağıttanmışcasına duruyor, açık pencereden içeriye dolan rüzgarda titreşiyordu. Korkunç bir gerçekle yüzleşmiş gibi onlara bakıyordu. Kulağındaki telefonu indirdi. Elleri iki yanına düştü. Konuşmak için ağzını açtığı sırada kapı ardına kadar açıldı. Içeri Joseph ve Daniela girdi. Daniela Sophia'yı öyle görünce hemen yanına gidip koluna girdi. Sophia tepki vermiyor bir şeyi sindirmeye çalışıyordu. Dudakları morun korkunç bir tonuna bürünmüştü.

-Ash... Onu kaçıran Engelbertha'ymış.

Kinsey'in tepesinden bir kova soğuk su döküldü. Ne demek Engelbertha idi? O gelmemişti. Buna emindi. Kendinden şüphe etmişti. Ancak demek ki gerçekten Engelbertha gelmişti. Joseph geldiğine göre neden o da gelemesindi. Joseph'i gördüğünden beri bu aklının bir kenarını farenin yemesi misali yiyordu. Bunu bir kuruntu kabul edip üzerinde dahi durmamıştı. Şimdi ise şüpheleri doğruydu. Ablasına baktı. Görünüşe göre Engelbertha onları yıkacak şeyi ele geçirmişti.

- Ne istiyormuş?

Sesi çatlak çatlak çıkmıştı Patricia'nin. Ne olursa olsun vermeye hazır duruyordu.

-Hiçbir şey. Sadece bizim gelip almamızı istiyormuş.

Yutkundu Daniela.

-Hepimiz mi orada olmalıymışız?

Diye sordu.

-Evet.

Joseph kıkırdadı.

-İnfaz birlikleri içinde onlar. Hepinizin oraya gitmesi ölüme gitmekten farksız. Bunu yapacağınıza Tartarus'a atlayın daha mantıklı.

-Sana soran olmadı. Gideceğiz. Başka çaremiz yok.

-Aslında var dedi bir ses. Kenneth'in sesi odaya umut olarak yayılmıştı.

-Tanıdığım birisi var. Victor Smirnov. O herife güvenebileceğinize temenni veririm. Yer verdiyse eğer gider ve kurtarır.

Sophia başını salladı.

-Verdi.

Kenneth güldü.

-O zaman tüm kurtarma işini bana ve Victor'a bırakın. Siz de bu muazzam gün batımının tadını çıkartın.

Eliyle batan günü gösterdi. Bütün bunların arasında kaybolduklarında bir günü daha Nyx'e teslim etmişlerdi. Derin bir iç çekti Patricia.

-Ash'ın da dediği gibi. Bundan daha kötüsü başımıza gelemez. Kabul ediyorum. Git ve onu bulup getir.

*23 Kasım 2020*



sonraki bölüm

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eros'un Laneti

                       Güneşli bir gündü. Olması gayet doğaldı da. Güneş'in tanrısı Apollon vardı zira. Nasıl olmasın? Biraz da aşk kokusu var sanki. O da Afrodit'den olma Eros'tan geliyor olmalı. Işığı ile herkesi ve her yeri aydınlatan lord Apollon, Eros ile konuşuyor hatta onunla dalga geçiyor olabilirdi. Eros'un heykeltraşların yonttuğu yüzü sertleşiyor, yontulan taşlardan bir parça haline geliyordu.  - Sen buna ok mu dersin Eros?  Eros'tan hoşnutsuz sesler çıkıyor, parmakları arasındaki okları sıkıyordu. Buna rağmen güldü aşkın lordu.  - Evet lord Apollon. Gümüş ve altın oklar... Aşkın okları ve nefretin okları.  Çok güzel güldü Apollon. Gülüşünden ışıklar saçılıyordu. Altın sarısı saçlarını savurdu ve altın oklarından birisini çıkardı.  -Bak Eros, ok budur. Seninkiler ok mudur? Yoksa sadece birer talim kılıcı mı? Peki o yay mıdır? Benimkisi gibi olanlar oktur. Bak ışıltılı günün okları. Veba oklar...

Thr Key of Darkness (1)

  THE KEY OF DARKNESS --- Chapter One --- Tears of the Monster The sun was rising over the skyline as a scary monster approached a home. Elenor woke up and smiled. Her maid Nancy came in and spoke cheerfully. “Madam, today is your wedding day. You are a very lucky woman in England.” Elenor looked into her eyes and got out of bed. “I think this day will be amazing.” But destiny had other plans. Darkness, pain, and screams were everywhere. At the Marquee of Solisticashire, Samuel of Solisticashire talked to himself. “I hope she never learns about my dark side. It will not be good for her. But she will hurt. I wish she did not want to marry me. Little shy girl, making a deal with a demon.” The demon was Samuel, and he was a bad guy. He was narcissistic and cruel. He was feeling nervous now, thinking, “Am I a ghost or a monster?” Samuel was like a panther, graceful and dangerous. He looked like he could kill with kindness, but he was a cruel kind of man. Elenor got dresse...

Yazardan Seçmeler

 Bu sayfadan ben White Rose'un kitaplarında ve kitap olmamış tek bölümlük hikayelerine ulaşabilirsiniz. İyi okumalar dilerim  Eros'un Laneti   Çiy   Çocuk Alman Tablosu   The Mystyc History   Tarihteki Modern Kadın 1855 Cadısı Historymaker Queens Series Dynasty Prometheus Thanatos ve Eros Mary on cross The Key Of Darkness