Ana içeriğe atla

Kanla Yazılmış Son Sayfa

 Jackson siyah bir atın üzerindeydi. Asla ilk olarak çıkmayı düşünmedi. Kardeşlerini iyi tanıyordu. Kinsey doğuştan bir lider ve askerdi. Sessiz gelenlerin lideriydi. Amansız avcıydı. Her zaman böyle bir güce karşı planları olurdu. Jackson kurtulmak istediği tek kardeşin Kinsey olduğunu fark etti. Patricia'nın da ona yardım edeceğine adı kadar emindi. Bilmediği şey ise bu geçen yıllarda çok şeyin değiştiğiydi. Patricia artık kardeşine kötü davranmıyordu. Patricia artık sevdiğini gizlemek zorunda değildi. Patricia tahtını kız kardeşlerinden korumak zorunda değildi. Bu da Jackson'un Kinsey'i öldürmeye çalıştığı zaman Patricia'nın buna karşı duracağı anlamına geliyordu. Zaman değişmişti. Her şey değişmişti. Jackson bunu göz ardı ediyordu. 


Düşünceleri diğer kardeşi Patricia'ya kaydı. Onunla bir büyümüştü. Serinkanlı davranışlar sergilediğini ilk elden görmüştü. Patricia'nın asil ve yumuşak yüzü altında bir cani yatıyordu. O bir yılandı. Tıpkı Sophia gibi. Atının üzerinde beklerken benzerlikleri kanını dondurdu. Sophia da tatlı bir sıfatın altına gizlenmiş şeytandı. Kızıl saçlar onu daha çok şeytan gibi gösterdiğinden o saçları hep sıkı bir topuz yaptığı için şükrediyordu Jackson. 


İçlerinden en yumuşak huylusu Daniela'ydı. Ancak Daniela'nın suya hükmettiğini biliyordu. Onun dalgalardan sorgucu olduğunu biliyordu. Su yumuşak görünürdü ama hükmedilemezdi. Birazcık tırstı karşısındaki kişilerden. Kral yapam Atkins soyu da onun karşısındaydı ve bu işini zorlaştırıyordu. 


Öndeki adamlardan feryatlar gelmeye başlayınca pusuya düştüklerini anladı. Tam da tahmin ettiğim gibi diye geçirdi içinden. Öne doğru atını sürdü. 


-Kalkanları siper edin. Birkaç ok sizi durdurmamalı. 


Lejyonerlerin kullandığı eski tipteki kalkanları birkaçı yukarı birkaçı öne arkaya ve geriye olacak şekilde siper aldılar. Bir kutu haline gelen askerler akınlarına devam etmeye başladılar. Kalkanların yanlarından çıkan mızrak yahut kılıçlarını savuruyorlardı. Öte tarafta ise portalın etrafı çevrelenmişti. Üç cephe olacak şekilde bölünseler de uzaktan abluka altına alınmıştı. Orion'un emri altındaki okçu birlikleri menzilleri içerisindeki askerlere havaya kaldırdıkları okları ile yağmura tutmuştu. Kalkanları yukarı kaldıran askerler ikinci hamlede ölmüşlerdi. Çünkü okçu birlikleri oklarını tam karşıdan Jackson'un askerlerine doğrultmuşlardı. Patricia gülümseyip Ash'e döndü:


-Bu taktik tanrının kırbacı Attila ve okçuları kullanmıştı. 


-Attila gibi bir ayin düzenlememiz gerekmez mi?


Patricia arkada gözüken kadını gösterdi. Kadın siyah bir cübbe giyip saçlarını boncuklarla örmüştü. 


-O kadın Fabianne Westerburg. O kadın bir cadı. Bunu ne kadar Westerburg hanesi inkar etse de ben biliyorum çünkü o aileye gelin gidecektim. O kadın Alec için burada. 


Duruldu ve dürbünü ile okçu birliklerini kutu halinde geçen askerlere baktı. Kraliçe 1. Elizabeth gibi bir küfür savurduktan sonra yaya olan elinde gürz bulunduran az sayıdaki askere emir verdi. 


-Okçular ateşi kesin. Siz saldırın. 


Gürzler demirden yapılma kalkanları defalarca kez dövdü. Alanda sadece çarpışma sesleri yankılanıyordu. En sonunda kayıplara rağmen Jackson'un askerlerinin düzeni bozuldu. Bunun üzerine ikinci dalga askeri yollamaya hazırlandı Patricia. Sophia'nın askeri birliklerini. Sophia'nın birliklerini özel kılan şey Sophia'nın zihinler üzerindeki gücü sayesinde ölene dek yaralandığını dahi fark etmeden savaşmalarıydı. Ancak bu askerlerden bir avuç sayılabilecek kadar vardı. Üstelik Sophia ne kadar kendini geliştirmiş olursa olsun bu bir avuç asker dahi onu yoruyordu. 


Askerler delirmiş gibi birbirlerine girdiler. Hava ağır bir kokuyla kaplandı. Kan. koku gittikçe artarken Jackson göründü. Atının üzerinde heybetli bir halde duruyordu. Engelbertha onunla göz göze gelince dişlerini sıktı. Helga'nın uyarılarını duymadan öne atıldı. Bu esnada gücünü sonuna kadar tüketen Sophia kendini iyi hissetmiyordu. Dünyası dönüyor ve kararıyordu. En sonunda üzerinde durduğu beyaz attan yere düştü. Helga bir küfür savurup onu sırtladığı gibi çadırlardan birisine girdi. 


Kadının bedeni alev alev yanıyordu. Boncuk boncuk terler şimdiden alnında birikmeye başlamıştı. Helga onun üzerindeki ağır zırhı ve miğferi çıkardı. Bedenini sildi. Ona gücünü geri toplaması için bitkiler kaynatıp içirdi. Büyüler yaptı. Ancak Sophia'nın durumu gittikçe daha da kötüleşti. Titremeleri ve ateşi arttı. Sayıklar duruma geldi. 


-Patricia özür dilerim. Daniela özür dilerim. Kinsey özür dilerim. Canını yaktığım herkesten özür dilerim. Özür dilerim... Özür dilerim... Özür dileri....


Helga yapacağı daha fazla şey olmadığını anladığında onun acısını hafifletmesi için morfin vermeye karar verdi. Bu biraz Sophia'yı uyuttu, sakinleştirdi. Kasları gevşedi kadını. Helga onu güzelce temizledi. Saçlarını açıp yıkadı ve taradı. Sophia ona doğuştan hatta anne karnındayken üflenen gücü dahi tüketmişti yaşayacak gücü yoktu. Kalmamıştı. Sophia'nın yavaşlayan kalp atışları bir süre sonra durdu. Anne karnına yeni düşmüş bir bebek gibiydi artık. Helga başında ağladı. Onunla bir ağlayan birisi daha vardı. Bir ruh. Uzak tepelerden ağıt sesleri geliyordu. Sesler savaşın her geçen saniyesi daha da arttı. 


Savaş tüm hızıyla devam etti. Patricia kardeşlerinin nasıl öldüğünü göremedi. O atının sırtında emirler vermeye devam etti. Savaş gittikçe daha da kızıştı. Önce Daniela'nın askerleri sonrasında Kinsey'in askerleri savaşa katıldı. Etrafta ya inildeyen askerler ya da cesetler vardı. Trajedi tam olarak burasıydı. Bir taht uğruna yapılacak son şeydi. En uç nokta, dağın zirvesiydi. Kardeşlerin savaş meydenında birbirini safları belli olmadan katletmesi. 


Daniela askerleri yerden çıkardığı galon galon suya hükmederek durdurmaya çalışıyordu. Ancak suya hükmeden sadece kendisi değildi. Askerlerden kim olduğunu seçediği birisi Daniela'yı ve yanındaki Joseph'i aldı. Joseph Daniela'nın elinden tutmaya çalışsa da başaramadı. Daniela hükmettiği güç tarafından öldürüldü. Boğularak can verdi ki bu onun için korkunç bir şeydi. Boğulabildiğini ve gücünün işe yaramadığını fark etmek. Joseph de aynı kaderi paylaştı. İki aşığın kader ipleri ayrı örülmüştü. Her dirence ve savaşa karşın kadere yenildiler. Kaderi yenen zaten görülmemiştir. Ölürken dahi elleri kavuşmadı. Elleri arasındaki boşlukla bedenleri yere çarptı. 


Kinsey kılıcını atının sırtında ustalıkla kullanıyordu. Bir kahramandı o. Karşısına Penelope'un babası çıkana kadar. Şu dünyada eğer her şeyi yakıp yıkacak tek bir şey varsa o da evladını kaybetmiş bir anne babadır. Dük yaşlıydı ama acı doluydu. Kinsey'i zorlayacak kadar dövüştüler. Kılıçların sesleri savaşın kanlı sesine karıştı cılız bir şekilde. Kinsey güçlü, zeki ve avantajlıydı. Ama kendini dev aynasında gördü ve yılların savaşçısı dükü hor gördü. Canını her amazon kraliçesi gibi canıyla ödedi. Amazonlar da belli bir yerden sonra kendilerini yenilmez görmüşler. Ama her defasında parçalanarak ölmüşlerdi. Orion yanılmıştı. Kinsey Artemis değildi. O bir amazondu. Parçalanan gövdesine baktı kadın. Sonrasında ise atından yalpalayarak düştü. Atı eğitimli bir at olduğu için sahibinin üzerinden atladı. 


Orion meydanın ortasında Kinsey'i gördüğü zaman artık çok geçti. Kadın son nefesini vermişti. Ama diğerlerinden daha farklıydı yüzü. Buruk bir gülümseme vardı yüzünde. Kırılmıştı. Gülüşü ölümü ile bölünmüştü tıpkı hayallerinin ve de hayatının bölündüğü gibi. Orion feryat etti. Sarıldı. İçin için ağladı. Saçlarını öptü. Gözyaşları içinde yanaklarını öptü. Gözyaşları ölen kadının buz gibi teninde iz bırakarak ilerledi. Gülerek ölmüştü kadın çünkü sevdiği adamın yanına gitmişti. 


Jones ölen kadına ve karşısındaki manzaraya şokla baktı. Etrafındaki adamlar artık kim olduğunu dahi önemsemeden öldürüyorlardı. O da oradan kaçtı. Tek başına. O kaosun ortasında onu birisinin fark etmesi zaten mucize olurdu. Yalpalayarak kaçtı ve saklandı. Gördüğü şey onun gibi bir mafya babasına dahi ağır gelmişti. 


Savaşı durduran hareket Engelbertha Atkins'ten geldi. Jackson'un üzerine atıldıktan sonra sağlam bir savaşa tutulmuşlardı. Jackson onun boynuna kılıcını savurdu, Engelbertha savuşturdu. Engelbertha karnına savurdu, Jackson savuşturdu. Birbirlerine bazen yumruk attılar. Bazen kılıcın kabzası ile vurdular. Engelbertha son anda şeklini değiştirmeye karar verdi. Şekli tamamen değişti ve Jackson'un arkasında yeniden var oldu. Jackson arkasını dönmeye fırsat bulamadan karnında bir acı hissetti. Gözleri karnına kayınca ise gördüğü şeyle midesi bulandı. Kılıcın kanlı ucunu görebiliyordu. Jackson bez bir bebek gibi yere yığıldı. 


Jackson'un yere yığılması tüm savaşı birden durdurdu. Engelbertha tacı Jackson'un başından aldı. Alec'in önüne gitti. Delikanlı atından indi. Kafasındaki şapkayı çıkartıp diz çöktü. Engelbertha derin bir nefesi ciğerlerine çekti. Herkes tüm dikkatini onlara vermiş izliyordu. Engelbertha herkesin duyacağı bir sesle konuştu:


-Eski kral Jackson ölmüştür. Düşmüş kral 12. Louis de ölmüştür. Nooren Hanedanlığı'ndan tahta çıkacak erkek evlat ve kız evlat olmaması gerekçesi ile ben kral yapan soyundan Engelbertha Atkins kendi iradem ile Alec Westerburg'u kral ilan ediyorum. Eski kral öldü, çok yaşasın yeni kral. 


Tavı Alec'in kıvırcık saçlarına taktı. Altın tacın üzerine yer yer kan sıçramıştı. Ancak yine de dolunayın ışığında parlıyordu. Alec ayağa kalkınca herkes önünde diz çöktü. Alec gurula ve güçle gülümsedi. İlk emri kesindi. 


-Kız kardeşlerden sağ kalan sadece Patricia Elizabeth Nooren'dır. Yakalanıp esir edilmesini emrediyorum. 


Kimse karşı çıkmadı. Patricia'nın üzerine yürüdüler. Ancak patricia tamamden farklı bir alemdeydi. Patricia kardeşlerini kaybettiğini anlayınca sendeledi. Etrafındaki kan kokusu başını döndürdü. Öldükleri gerçeğini kaldıramadı. Ash'ın kolları arasına bayıldı. Ash ne yapacağını bilemez halde acıyla yoğrulmuş yüzünü Alec'e çevirdi. Alec ise sadece yüzünü başka yöne döndürdü. Kime baksa aynısını yaptı. En sonunda bu aşıklar da ayrıldı. Çünkü ayrılıklar da aşka dahildir. 






Seneler geçmişti savaşın üzerinden. Alec kral olmuştu. Margeret Evans ile evlenmişti. Dört tane çocuğu doğmuştu. Hepsi kızdı. Alec ve Margeret dört kız kardeşin anısına isimlerini vermişlerdi. Patricia Elizabeth, Sophia Gliselda, Daniela Adelheide, Kinsey Alphonsine. Alec savaştan sonra bir kez daha ölüm emri verdi. Virginia Snowie öldürüldü. Virginia bu haberi alınca kaçmaya çalışmıştı ama darağacında asılmaktan kurtulamamıştı. Patrick ise yetiştirilmek adına Josephines Klanı'na gönderildi. Ama tek bir antlaşma yapıldı. Patrick kim olduğunu asla bilmemeliydi. 


Helga batının kraliçesi oldu. Asla evlenmedi. Evlenmek istemedi. Onun kalbi Benjamin'e aitti ve Benjamin asla onun olmamıştı. Penelope'den kalan toprakları devraldı ve Cheryl düşesi oldu. 


Fabianne Westerburg jashua-blumen baronunun en genç oğlu ile evlenmişti ki bu onu yaşıt yapıyordu. Fabiaane'ye çok iyi davrandığı gibi güçlerinin olmayışını da önemsememişti. Böylece Westerburg dükalığı bir varis sahibi oldu. Fabianne ise krallığın baş büyücüsü ve kahini ilan edildi. Bu Cassandra'dan sonra bir ilkti. 


Orion Kinsey'in ölümünü atlatamadı. Bir daha geri dönmemek üzere kanlı koruya girdi. Üvey annesi Caitriona onu ne kadar merak etse de bulduramadı. Orion delirmiş bir şekilde sırra kadem bastı. Caitriona, Zeit Vikontluğu'ndaki mezarı sık sık ziyaret etti. Genelde Joseph'in annesi yaşıyor olsaydı ne acılar çekeceğini düşünürdü. Kendi acısını katlayacağı kesindi. Tanrı kadını sevmiş olacak ki ona evlat acısı yaşatmadan ölmesi emrini vermişti. Vikontes bir gece uyumuş ve uykusunda vefat etmişti.


Engelbertha Atkins ile Alex Seymor evlendi. Alex kendini onu iyileştirmeye adadı. Herkesin birkaç şansı daha hak ettiğine inanan birisiydi. Aslında atası Jane Seymor gibi melek olmaktan ziyade Anne Boleyn gibi bir karaktere sahipti. Engelbertha'yı herkesten ve her şeyden çok sevdi. 


Evrenler birbirini tanıdı ve birlik kurdular. İkarus. Güneş'e dokunacak olan kanatlı çocuğun adı. Ama isimler kaderi yazardı. İkarus babası Deadelus ile Minator'un tutulduğu labirentin göbeğinde kalırlardı. Bir gün zalim Minos'un elinden kurtulmak için babası müthiş mucid Deadelus balmumu ve tüylerden bir çift kanat yaptı. Birisini oğluna birisini kendine taktı. Oğluna asla unutmaması gereken şeyi söyledi:


-Ne yaparsan yap ama asla çok yukarı çıkma. Güneş balmumunu eritir. Ne yaparsan yap ama asla yere yaklaşma. Tuzlu deniz suyu uçmana engel olur. Ortadan git. 


İkarus bunu onayladı. Ama yükseldikçe heyecanlandı ve güneşe dokunacağına inandı. Tam dokunacaktı ki o parlak şeye kanatlarındaki balmumu çözüldü, oğlan denize çakıldı. Deadelus oğlunu kurtaramadı tıpkı Akrepol'den uçan yeğenini kurtaramadığı gibi. 


Bu riskli bir ad seçimi olduğu kadar da doğruydu. Çünkü birlik hassas dengeler üzerine kuruluydu. 


Her şeyden uzak yaşayan sadece Patricia kaldı. O Prometheus olmuştu. İnsana ateşi vermişti ama zincirlenip acıya mahkum edilmişti. Onunkisi aşk acısıydı. Ash'ı uyandığından beri görmemişti. Almışlardı ondan. Her geçen gün artan bir özlemi vardı. Bağrına taş basmaktan bıkıp usanmıştı. Yorgunca üzerine bir şal aldı ve onun zindanı olan güzel villadan çıktı. Hayatı artık bu kadardı. Bir ev ve bahçe. Başkası ile konuşması dahi yasaktı. Delirmişti. Sanrılar görüp duruyor, kendi kendine konuşuyordu. Gülleri keserken yine kendi kndine konuşuyordu ki arkasında birisini hisetti. Dönmesiyle Ash ile burun buruna geldi. Biraz kötü duruyordu ama ilk karşılaştıklarındaki evsiz Ash'dı işte. Cebinde yine kedisi gelincik vardı. Onu kucakladı ve dudaklarından öptü. Sıkıda sarıldılar uzun süre. Ash inanamıyor gibi yüzünü elleri arasına aldı. Patricia onun yüzünü okşadı ve sanrı olmadığına emin olmak istedi. 


İkisi de delice güldüler. İkisi de aşktan mecnun olmuşlardı. Ash onun alnından öptü. 


-Benim güzel sevgilim... Uzun zamandır yoldayım. Sana da susadım ama gerçekten su içmem lazım. Bir barak getirir misin? 


Kadın içeri geçince adam dışarıda bekledi. Ancak soğuk bir şeyi ensesinde hissetti. Arkasını dönünce ise senelerdir kaçtığı hayatını çalan adamla karşılaştı.Kırmızı Atkılı Jones ile. Jones'un bu sefer acımasız gülüşü de gözler önüne serildi. Bir el silah sesi duyuldu. Ash yere yığıldı. Alnının ortasından bir gece vakti gökte ay yokken vurulmuştu. Tıpkı bir gece vakti ay yokken doğduğu gibi. 


Silah sesi ile koşarak dışarı çıktı Patrica. Suratında donmuş gülümseyişi ile Ash'ın bedenine baktı. Dudaklarını kanatarak yırtan feryat ile bir gülüşü tuzla buz oldu. Bardak düşü. Kırıldı. Paramparça oldu. Parçaları etrafa saçıldı. Tıpkı Patricia'nın aklı gibi. Patricia Ash'ın başını kollarına aldı. Ağladı. Dualar etti. Öptü, kokladı. saçlarını sevdi. Omuzları sarsıldı. Patricia elinde her şey ile doğmuştu. Ama hiçbir şey kalmamıştı otuzundan gün alırken. Kader Patricia'ya güzel şeyler asla sunmadı. Kraliçeler düşerler. Bazı kraliçeler Patricia gibidir. Hayatları saf acıdır. 


Patricia karanlıkta kaçan adamı görünce daha büyük bir feryat kopardı. Tüm gücü ile adama yaptığı en güçlü acıyı yaşattı. Jones saniyeler içinde yere yığıldı. Gözlerini kapatıp son nefesini verdi. 


Her şey bitmek için var olur. Her şey sonunu bilerek yaşar. Patricia bir kralın en büyük ve gözde kızı olarak doğdu ama Ophelia gibi zihnini ve düşüncelerini kaybederek bir evin dört duvarı arasında öldü. 


Kral olmak ve saltanatını korumak bunu gerektirir çünkü.




11.08.2022


sonraki bölüm

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eros'un Laneti

                       Güneşli bir gündü. Olması gayet doğaldı da. Güneş'in tanrısı Apollon vardı zira. Nasıl olmasın? Biraz da aşk kokusu var sanki. O da Afrodit'den olma Eros'tan geliyor olmalı. Işığı ile herkesi ve her yeri aydınlatan lord Apollon, Eros ile konuşuyor hatta onunla dalga geçiyor olabilirdi. Eros'un heykeltraşların yonttuğu yüzü sertleşiyor, yontulan taşlardan bir parça haline geliyordu.  - Sen buna ok mu dersin Eros?  Eros'tan hoşnutsuz sesler çıkıyor, parmakları arasındaki okları sıkıyordu. Buna rağmen güldü aşkın lordu.  - Evet lord Apollon. Gümüş ve altın oklar... Aşkın okları ve nefretin okları.  Çok güzel güldü Apollon. Gülüşünden ışıklar saçılıyordu. Altın sarısı saçlarını savurdu ve altın oklarından birisini çıkardı.  -Bak Eros, ok budur. Seninkiler ok mudur? Yoksa sadece birer talim kılıcı mı? Peki o yay mıdır? Benimkisi gibi olanlar oktur. Bak ışıltılı günün okları. Veba okları... Kikloplar dövdüler.  Sadece gülümsedi aşkın yakışıklı tanrı

Yazardan Seçmeler

 Bu sayfadan ben White Rose'un kitaplarında ve kitap olmamış tek bölümlük hikayelerine ulaşabilirsiniz. İyi okumalar dilerim  Eros'un Laneti   Çiy   Çocuk Alman Tablosu   The Mystyc History   Tarihteki Modern Kadın 1855 Cadısı Historymaker Queens Series Dynasty Prometheus Thanatos ve Eros Mary on cross The Key Of Darkness

Thr Key of Darkness (1)

  THE KEY OF DARKNESS --- Chapter One --- Tears of the Monster The sun was rising over the skyline as a scary monster approached a home. Elenor woke up and smiled. Her maid Nancy came in and spoke cheerfully. “Madam, today is your wedding day. You are a very lucky woman in England.” Elenor looked into her eyes and got out of bed. “I think this day will be amazing.” But destiny had other plans. Darkness, pain, and screams were everywhere. At the Marquee of Solisticashire, Samuel of Solisticashire talked to himself. “I hope she never learns about my dark side. It will not be good for her. But she will hurt. I wish she did not want to marry me. Little shy girl, making a deal with a demon.” The demon was Samuel, and he was a bad guy. He was narcissistic and cruel. He was feeling nervous now, thinking, “Am I a ghost or a monster?” Samuel was like a panther, graceful and dangerous. He looked like he could kill with kindness, but he was a cruel kind of man. Elenor got dressed, p