Sarı saçlı kralın etrafına akbabalar üşüşmüştü. Omuzları pelerinli bu akbabalar gözlerini bir an dahi olsun ayırmadan krala bakıyorlardı. Siyah saçlı olan sakince konuşmaya başladı.
-Ekselansları birliklerle bir giden Joseph Zeit'dan haber alamıyoruz.
Alec oldum olası Joseph'i sevmezdi. Sonuçta aynı aileye,bu aile Slywa'yı 9 yüzyılı aşkın süredir yöneten Nooren hanedanlığıydı, damat olarak gidiyorlardı. Ne kadar bir süre sonra Joseph nişanı atmışsa dahi ona olan bilenmesi geçmemişti. Joseph sürekli onun işlerine karışıyordu. Bozuyordu. Aralarında bildi bileli bitmeyen bir soğuk savaş vardı. Asla onun leyhine konuşmayacaktı ancak kız kardeşi Helga'dan da hiç iç açıcı şeylerin haberini almıyordu. İlk olarak Joseph onlara bilgi akışı veriyordu ancak kardeşinin dediğine göre Penelope asla güvenmiyordu ve emindi ki Alec, Penelope güvenmiyorsa rayında olmayan bir şeyler vardır.Yeni kralın diikatini çekmiş olmalıydı ki söyledikleri Jackson ona doğru eğilmiş ve beyaz gömlekli kolunu siyah pantalonuna dayamıştı. elini söyle dercesine salladı.
-Kardeşin ne dedi sana Alec?
-Helga Joseph'in ona bilgi vermeye devam ettiğini ancak Penelope'nin güvenmediğini yazmış. Joseph birliklerden tek başına ayrılarak bir süre ortadan kaybolmuş ve California'da yani suçluların yanında ortaya çıkmış.
Suçluları derken yere tükürmüştü. Jackson lordun bu deli dolu haline gülümsedi. Yavaşça ,bir panter zerafeti ile doğruldu ve akbabaların gözlerini bir an olsun ayırmadığı bir süre onların ortalarında sessiz taht odasında volta attı. Alec'i bu nedenle seviyordu. Adamın iyi bir namı olmasa dahi işini en iyi şekilde yapıyor, tuttuğunu kopartıyordu. biliyordu ki o, birçok defa Patricia'dan ayrılması için tehdit edilmişti ancak Alec buna rağmen dimdik durmuştu. Adama üzülüyordu. Artık taht hayali kalmamıştı. Ne yazık diye düşündü Jackson.
-Joseph bilgi veriyorsa bir sorun yok gibi.
-Ama efendim onu tanıyorsunuz, o bir yılandır.
diye haykırmıştı Westerburg dükü. Siniri belliydi. Jackson ona yaklaşıp yüzüne tısladı.
-Sakın bana sesini yükseltme. Senin karşında artık arkadaşın yok. Kralın var. Ben ne dersem o. Senin görevin denilemleri yapmak.
Alec'in kahverengi gözleri tamamen karardı. Elleri alev aldı.Dimdik Jackson'a bakıyordu. Ona hep öyle davranmıştı. En güçlü lord oydu şuan odada olan. herhangi bir bağı olmamasına rağmen yardım etmeye çalışıyordu. Buna rağmen ikazları dinlenmiyor, susturuluyor hatta sesini bastırma hakkı görülüyordu. Jackson'ın bu öz güveni nereden aldığını merak etti. Patricia onu bildi bileli öyleydi ancal Alec biliyordu ki Jackson korkağın tekiydi. Kendisini toparladı ve ellerindeki korları söndürdü. gülümseyip reverans yaptı. Sakin bir ses tonuyla,içi asla öyle değildi, konuştu.
-Ekselansları benim görevim sizi ikaz etmek. Görevimi yapıyorum. Joseph'e güvenemezsiniz. Izin verin annesi ile görüşelim.
-Joseph sağdık bir askerim üstelik o kimseyi sevmez. Onun aşık olduğu kadın şuan benim yanımda.
-İzninizle ekselansları askerlerimi yetiştirmem gereken bir savaş yaklaşıyor. Benden itaat istiyorsanız boş beyinlerle verdiğiniz kararları bana bir fermanla ulaştırabilirsiniz. Zira ben sadece westerburg dükü değil, Germenia markisiyim ve eminim bir markilik askerleri de arkanızı korumak için benim gibi hazır olsun isterseniz.
Ondan tepki beklemeden diğer lordlara tiksinç ve küçümseyici bir bakış atıp reverans yapmadan arkasını dönüp taht odasından çıktı. Kral tam bir ahmak gibi davranıyordu. Hele ki son 3 aydır. 12. Luis'e,ki kendisini çok severdi, zorla sadrazam Atkins ile infaz kararı çıkarttırmış sonra da elindeki askeri güçle ,bu askerler kendi kontluğundan değil westerburg dükalığından geliyordu, kralı indirip başa geçmişti. Ancak kendi çok sevgili eski kayınbabasını tahtından ettirecek vaadi bu değildi. Ve Alec kendine yapılan haksızlıklardan ve tutulmayan sözlerden nefret ederdi ne kadar kendisi bu yönden noksan olsa da. Alec alenen ona karşı ayaklanmanın bir delilik olduğunu görebiliyordu. Daha simdiden yirmiyi aşkın lordu sırf kendisine sırt çevirdi diye vatana ihanetten kafaslarını omuzları üzerinden almıştı. Tüm dünya kral jakson'dan çekiniyor, büyük dünya kuruluna katılışında ondan uzaklaşıyor, dediklerini ikiletmiyorlardı yoksa Jackson en güçlü krallığın kralı olarak ve yanında en güçlü marki olan Alec Westerburg'u alarak tüm bilinen dünyayı dümdüz ederdi. Kaldı ki şuanda başka bir evreni dümdüz etmeye hazırlandığı düşünülürse diğer ülkerlerin ona arka çıkması şaşırılacak bir şey değildi. Dünyaları kutsal birliktelik denen bir düzende yönetiliyordu. Bu düzen gereğince en üstte 14 kral ve hemen altlarında bu 14 krallığın ortaklaşa kurduğu ve 12 yüzyılı aşkın süredir eğitim veren; Germenialı Helen gibi kraliçekler, Aoron gibi kaşifler yetiştiren İmparatorluklar Gözlem Evinde eğitim almış tarafsız avukatlar, hakimler ve savcılar bulunurdu. bunun altında seçilmiş cemiyet üyeleri... Ve bu kadar büyük bir güç dahi Jackson'ın deli cesaretinin önünde duramıyıor, Jackson'ın cesareti eli kılıçlı korkulası lordlara diz çöktürüyordu. Bazıları ağlayrak yalvarıyordu. "Lütfen Kral Jackson, merhamet et!" Jackson ve cesareti asla merhamet etmezdi. Peki bunları bilirkn Alec neden alenen başkaldırsındı?
Güneş ışının beyaz mermer duvarları aydınlatarak altın sarısına boyarken geçtiği saryın dar koridorlarında düşünüyordu Alec. Sessizce bir şeyler yapmalı bunun için de önce 12. Luis'i serbest bırakacak birisini bulup Joseph'e ulaşmalıydı. Okudukça aslında Patricia'nın amacını anlıyordu. Saygı duyuyordu. Doğrusu buradaki herkes bu amacı anlayıp saygı duyuyordu ancak onurlarını ve fikirlerini birkaç parça altın ve toprağa satabiliyorlardı. Alec ise güce satmıştı. Şimdi ise ucuza giden onurunu geri almaya karar vermişti. Elini belindeki kılıcına koymadan önce kralın zorunluluk getirdiği , onun olduğu ortamda şapka takmama, kuralına küfür ederek şapkasını yamukça kıvırcık kahverengi saçları üzerine yamukça oturttu. Sarayın obsidyen dış basamaklarından deri çizmelerinin ahşap topukları sesler çıkararak inerken arkasında gri peleri sallanıyordu. Gelen siyah atına atlamadan önce ellerine siyah deri eldivenlerini tekrar sinirlenip alev alması ihtimali üzerine geçirdi ve koruluk alanda dört nala Daniela'nın dükalığına sürdü.
Orion pencere pervazından ayrılmamış orada oturuyordu. Kahinin dediklerini birkaç gün sonra derinlemesine bir araştırma üzerine anlamıştı. Kinsey'in prensesliğinde toprak çürüktü çünkü orası bahsi geçen efsanenin bulunduğu topraklardı. Elektron bir kehribar taşıydı. Ölü dillerinden birisinde öyleydi. Bu nedenle aradığı taşın bir kehrinar parçası olduğunu biliyordu. Ancak geriye kalan şeyleri anlamamıştı. Sadece bu kadardı. Göğüssüzleri mesela. neden bir insan göğüssüz olsundu ki? Sabaha kadar bir yandan güzel kızın getirip bıraktığı şarabı içmiş öteki yandan da deri kaplı defterine notlar alıp deftere boş gözlerle bakmıştı. En sonunda gün doğmuştu. İçeri güzel kahverengi saçlarını at kuyruğu yapmış olan hancının kızı elinde bir kova su ve kahvaltı için bir şeyler getirince sırtının tutulduğu pervazdan kalkmıştı.
Ellerindeki yıpranmış kumaşları çözdü. Kollarında ve ellerinde toz kaplamış yaralar vardı. Yaralarını temizledikten sonra bileğindeki yanık üzerini sardı ve çıkarttığı yeleğini ve derin kayışlarını giyinmeye lüzum görnmeden hatta çıplak ayaklarını kirli han yerlerine sürüyerek küçük ahşap masaya oturdu ve tuşlu telefonunun şöyle bir saatine bakış atıp kahvaltısını yaptı. Teknolojiyi oldu olası sevememişti belki de bunun nedeni etrafınfa kimse olmayışı ve kullanmaya gerek duymayışıydı. Tamam kesinlikle çok işe yarıyordu ancak o bir şeyleri manuel yapmayı teknolojiyi kullanarak yapmaktan daha çok seviyordu. Bakışlarını mavi göğe ve birbirlerini geçmeden inşa edilmiş taş evlere baktı. Han dükalığın biraz dışında kalıyordu ancak seçilebiyorduç ardından hazırlandı. Tabancalarını ve hançerlerini kınlarına koyup han odasından çıktı.
Uçaktan indikten sonra etrafıma bakınmıştım. Hava bir hayli serindi. Kulağıma taktığım kulaklığı açıp europe'yi aradım. Kızın cılız sesi ahizede yankılandı.
-Sorunumuz var.
-Bir bu eksikti. pekala nedir o?
Cızırtılın bir iç çekiş geldi hattın öteki ucundan.
-Sumburgh...
-Orası neres?
iskoçya'nın başkentine şöyle bir baktı Kinsey. kesinlikle yabancıydı. anlamdırmaya çalışıyordu.
-İskoçya'nın en tenha kenti. Oradan ayrılıp Shetland adalarına geçmeniz gerekiyor. Orada anakarının en güney ucuna gidin. Eğer yanılmıyorsam Sumburgh havalimanına en yakın köyden yaklaşık 1 veya 2 mil uzaktaki bir alandalar.
-Ancak burada çıkıyordu portal. Kaç gündür oradalar.
-Bakıyorum.
Birkaç cızırtı sesi ve Jason'ın boğuk sesi ile önerileri geldi kulağıma. Yaklaşık bir 10 dakika sonra ,ki bu arada Daniela ile oturmak için bir yer bulmuş ve kenneth ile Joseph'i de yiyecek ve içecek bir şeyler bulmaya yollamıştık, Europe ona geri döndü.
- 2 gündür. Ash'in 4 gün önce buraya geldiği düşünülürse eğer 2 gündür oradan adamlarını alıyor olabilirler. Sen istersen işini riske atma. Edinburgh'taki muhtemel yere de bak. Anlaşılan onların orada işleri çok fazla.
-Hatta kalacaksın değil mi?
Onaylayan bir ses üzerine Daniela'ya döndüm. Daniela rahatsız gibiydi. Elimi omzuna koydum. Daniela'nın iki farklı mavi gözleri ona döndü. İç çekti.
-Bunu diyemem yemin ettim. Sadece Joseph gelince...
-Bir şey mi yaptı o?
Eliyle dudaklarına fermuar çekti Daniela. Onun Eurudike üzerine yemin ettiğini anlamıştım. Biraz daha oturmaya devam edecektik ki erkekler koşarak geldiklerini gördük. Ayağa fırladım. Kenneth hızla kolumdan tuttuğu gibi koşmaya devam etti. Arkama baktığımda birkaç adamın, ki bunları tanıyordum. Bunlar Kraliyet askerleriydi, pesimizden koştuğunu gördüm.
-Onlar Kraliyet askeri mi?
- Evet! Engelbertha devriye gezmeleri için dağıtmış olmalı. Işimiz düşündüğümden daha zor. Bunların hepsini bulup yok etmemiz gerek.
- Ve bizi ötmeden önce yapmalıyız bunları.
Diye bağırdı Kenneth.
-Merak etme o kadar egoları yüksek ki bizi kendileri infaz etmek isteyeceklerdir!
Joseph' e hak verdim. Bu adamlarda yıkılmaz bir özgüven ve ego vardı. Asla Engelbertha'ya haber vermezlerdi. Daniela'ya baktım. Joseph de ona doğru bakıyordu ve gri gözleri benimle buluştu.
-Aynı şeyi düşünüyoruz!
Dedi heyacanla ve birlikte bir sokağa saptık. Daniela hızla nefes alırken içine Eris kacmiscasina hırladı.
-Sakın düşündüğüm şeyi istemeyin!
Çıkmaz sokağa sırtını verdi Kenneth ve beni omuzlarımdan tutup sarstı.
-Neyden bahsediyorsunuz?
-Daniela suya hükmediyor!
-Ne güzel o zaman kullansın.
-Biz de onu diyorduk.
Joseph Kenneth in ellerini omzundan çekti ve o da sokağın başına baktı.
-Yap şunu Daniela.
- Asla! Başka bir yol bulun!
-Daniela yap şunu
Suratına tokat atmıştım ancak kendisine gelmemişti. Sinirle bakışlarını sokağın başına çevirdi ve belinden kılıcını çekti.
-Savasırim daha iyi!
Küfürler savurarak yayıma okumu taktım ve askerleri ok yağmuruna tuttum. Ancak ölmüyorlardı!
-Dirilenler!
-Onlar da kim?
Kenneth bir tanesiyle boğuşuyordu. Herif neredeyse Kenneth'ın iki katıydı ve sırtına cullanmisti. Kenneth duvarlara vurup vurup üzerinden attıktan sonra çenesine dirseğini geçirdi. Adamın çenesi iç gıdıklayıcı şekilde yer değiştirdi. Kenneth'ın gözleri beni buldu ve cevap bekliyordu.
-Annem harika bir iksir uzmanıdır-yayimı yanıma gelenlerden birisine sapladım- üstelik ruhları kontrol edebilen birisidir. Bizzat annem tarafından oluşturulmuş bir birlikti. Sadece ölülerden oluşuyor. Asıl soru annem de mi bize düşman oldu?
Daniela Kenneth'a saldırmaya hazırlanan bir tanesinin kafasını kabzası ile vurup Joseph' e doğru attı. Joseph adamın kafasını kesti. Ancak biliyordum ki bu çözüm değildi. Kafası kesilen asker ilerledi ve yerden başını alıp omuzları üzerine koydu. Daniela' ya döndüm.
-Su lanet gücünü kullan! Yoksa biz öleceğiz!
Daniela derince soludu. Kılıcını kaldırdı ve tüm gücüyle asfalta sapladı. Boğazından acı dolu yirtilmali bir çiğlik koptu. Bir deprem oldu. Kenneth ile bir duvara dayandık Joseph ise kalçası üzerine düştü. Daniela'nın kılıcını sapladığı yerler dalga dalga kırılıyordu. Kırılan aslfattan oluk oluk sular fışkırmaya başladı. Sacları sulardan etkilenmiyordu. Kıyafetleri veya kendisi... Ancak biz sırılsıklam olmuştuk bile. Saçlarım alnıma yapışmış üzerime giydiğim siyah tişörtüm üzerime yapışmıştı. Yayımı sımsıkı kavradım ve o büyük olaydan sonra Daniela'nın ilk defa böyle davrandığını gördüğümü fark ettim. Askerler boşa suyla savaşıp bize doğru geliyorlardı ancak su birden şekle girdi katilasti. Adamların etrafında sudan bir duvar vardı ve onları aşağı doğru çekiyordu. Bir-kac deprem daha oldu. Toprak yarıldı ve her yere dolan sular girdap halinde yarılan topraga çekti. Adamlar bir de gitti. Her yer durulunca ve kuruyunca sırtımı duvara sürterek yere oturdum. Ayaklarımı uzattım. Botlarimi izliyordum. Gözüme gelen ıslak saclarimi onumden çekip Daniela' ya baktigim sırada yanına Joseph'in gittiğini ve Daniela'nın omuzlarına sarılıp saçlarını oksadigini gördüm. Daniela Joseph'in ıslak ceketinin arasına kafasını sokmuştu. Titriyordu. Joseph mırıldanarak bir şeyler dedi ve saçlarından öptü. Kenneth bana döndü.
-Ne yapacağız?
-Europe' nin dediği yere gidersek bir şey kaybetmeyiz. Europe orada mısın?
Cızırtılı bir şey geldi. Kulağındaki kulaklığı çıkarttım. Galonlarca su bozmuş olmalıydı. Küfür edip çantamı açtım ve Europe'nin ne olur ne olmaz diye verdiği ikincir kulaklığı alıp telefona baglandım ve tekrar arama yaptım. Europe merak etmişti ne olduğunu. Her şeyi atlamadan anlattım. Derim bir iç çekiş ile inat etti
Sumburgh'a gitmemiz için.
-Olabilir. Kesinlikle olabilir. Hadj gidelim. En fazla ne kaybederiz?
Başımı salladım Joseph'in bu sözlerine ve aklıma Daniela'nın sözü geldi. Soğuk gözlerimi bir an olsun ondan ayırmadan konuştum.
-Joseph ne saklıyorsun? Ne diye Eurudike yemini ettirdin?
Joseph korkmuştu. Geriledi ve gerildiği belli olan birkaç şey geveledi. Sonra da Daniela ile sessiz bir anlaşma yapıp gözlerini kapadı.
-Engelbertha için köstebeklik yapıyordum.
Sözünü kestim. Engelbertha için köstebeklik mi? Kan beynime sıçramıştı. Bu durumlardan nefret ediyordum. Insanlar kendilerinde her şeyi yapma hakkını görüyorlardı. Güvenimizi boşa çıkartıyorlardı. Aslında hata da bizdeydi. Joseph asla guvenilmezdi. O insanlarla oynar, bir iplik etrafında siz dolanırken işini halleder ve sizi gülerek izlerdi. Ancak o istediğinde alanından cikabillirdiniz. Peki ya Daniela neden buna izin vermişti?
-Daniela sen nasıl bize ihanet edersin?
-Aslında ihanet etmedim. Joseph yanlış bilgiler veriyordu. Üstelik bunu Patricia da düşünmüş olmalı çünkü "Daha ihanetini haber verdiğini düşünüyorum" tarzı bir cümleyi birkaç defa kurdu. Ayrıca Joseph şuanda elimizdeki en güçlü silah olabilir.
Biraz düşünmemiz geremiyordum sırılsıklam ve 13 derece havada yürüyorduk. Hasta olmak istemiyordum ancak burnum akmaya başlamıştı bile. Bu arada Kenneth bir otel buldu otele girdik. Odaya çıktığımızda bedenimin üzerinden tır geçmiş gibiydi.
Alec Daniela'nin dükalığına gelmişti. Ve birilerini bulma amacı ile hana girdi. Hanlarda bazen gözü kara ve hainlik yapacak adamlar olurdu. Umudu bunlardan birisi ile karşılaşmaktı. Handa ilerlerken etrafına bakıyordu. Kasvetli havası üzerine gelmiyordu. Alec'in en fazla zaman geçirdiği yerlerin başında hanlar geliyordu. Çoğu hanı bilirdi. Oradaki ınsanları da tanırdı. Bu yüzden görmediği ve tanımadığı birisini arıyordu. Tanıdık birisi olursa eğer Jackson'a haber gidebilirdi. Çıplak duvarlara yaslanmış, sinmiş erkeklere;kucaklarina güzel kadınlar almış erkeklere bakıyorken birisi ile çarpıştı. Pelerininin kapişonunu çıkarmamıştı. Gölgede kalan yerde gözleri obsidyen gibi parlıyordu. Çarpıştığı kişiyi kesti obsidyenler. Gencin omuzlarına gelen sacları vardı. Açık bir teni ve tüysüz yüzü ile bir sıçana benzetti onu Alec. Üzerindeki deri kayışlara bakılırsa bir avcıydı. Gencin parlayan gözleri onun gözlerinin içine baktı.
-Onunuze bakmanızı öneririm efendim.
Gencin özgüvenine hayran olmadan edemedi Alec. Güldü.
-Karsinda kim olduğunu bilmediğin için bu özgüvenini hoş görüyorum. Kimsin sen?
-Karsimda prens Jackson dahi olsa aynı davranırdım. Ismim Orion.
-Prense böyle davranırsan kellen omuzlarının üzerinde bir daha olamaz.
Ona doğru eğilip fısıldadı Alec Westerburg.
-Dışarı gel. Ormana. Beni takip et. Seninle konuşmam gereken bir şey var.
Alec basını önüne eğerek handan çıktı ve atını yularından çekerek tahta toplumlarının ezerken çıkarttığı hışırtı ile ormana doğru ilerledi. Pesinden de Orion geldi. Orion onun bir lord olduğunu anlamıştı. Hatta sözlerine bakarsa baya da yüksek bir mevkideydi. Ancak Orion ondan korkmuyordu hele ki gördüğü hayaletlerden sonra... Yayına sıkıca sarılıp adamın durduğu açıklıkta durdu. Etraf koyu bir ağaçlık alandı. Güneş bile zar zor giriyordu. Öyle bir şekilde dizilmişti ki ağaçlar yön bulmak neredeyse imkansızdı. Kuru ağaç yaprakları yerleri süslüyor, yılanlar o yaprakların altından sürünüyordu. Alec ona dönüp pelerininin başını çıkardı. Kivircik siyah sacları şapkası altından alnına döküldü. Gülümsedi.
-Ben Alec Alexis Westerburg. Westerburg dükü, Germina Markisi ve Kral Jackson'ın sağ koluyum.
-Benden ne istiyorsunuz lord Westerburg?
Alec kollarını kavuşturdu.
-Kral Jackson 12. Luis'i ,yani babasını, elindeki güç ile tahtından indirdi ve basa geçti. Ancak şuanda çok yanlış şeyler yapıyor. Bunun içinde babası 12. Luis'i serbest bırakıp annesi Madelin ile bir çıkartacağız.
-Itiraf edin lordum, size vaad ettiği şeyler o gerçekleştirmediği için baş kaldırıyorsunuz değil mi? Yoksa kralı iki üç şeye satmıştınız.
Alec şaşırdı. Çok zekiydi karşısındaki avcı. Itiraf etmeliydi ki karşısında bir anda Kinsey'i gördüğünü sanmıştı.
- Sen zihin okumaya veya anı okumaya mi sahipsin?
-Malesef efendim benim herhangi bir gücüm yok. Sadece bunları çok defa gördüm. Özellikle de son birkaç günde.
Alec kesin olarak karşısında Kinsey'i görüyordu artık. Onu birkaç defa sarayın düzenlediği balolarda görmüştü. Aynı bu şekilde duruyordu. Yenilmez bakışlar atıyordu. Yıkılmaz duruyordu. Zekiydi. Gülümsedi Alec. Ihtiyacı olan kişiyi bulmuştu.
-Istedigin kadar altın verebilirim sana.
Omuz silkti orion
- Sizden altın istemiyorum. Beni Fallon'un gittiği evrene yollayın. Götürmem gereken bir şey var.
-Nedir o? Tanışıyor musunuz?
-Hayır. Bir kehanet var. Olaylar oldu. Biraz uzun. Isterseniz daha güvenli bir yere gidelim. Burası ormanda en fazla yılan olan yer.
Eliyle ilerlemesini işaret etti. İlerledi ve ormanın biraz daha içerisinde, kuzey tarafında bulunan gölün kenarına ilerledi.
"Sessiz olanın dalgalardan var sorgucu"
20 Eylül 2021
Yorumlar
Yorum Gönder