Ana içeriğe atla

Maskeler Altındaki Gerçek Yüzler

 Josephines şovalyeleri kahverengi kısraktan inen rahibeyi süzmediler bile. Ta ki kız siyah kumaşı başından çekip çıkarana kadar. Rahibe o sırada kalenin içine giriyordu. onun prenses Daniela olduğunu anlayan kale halkı reverans yapıyordu. Daniela dimdik ve hızlı adımlarla yürürken bağırdı. 


-Alec köpeği neredesin? 


Kale halkı Daniela'nın bu çıkışını garipsedi. Daniela asla bu kadar büyük tepkiler vermezdi. Çoğu zaman tepki dahi vermezdi. Ses üzerine kalenin salonuna inen Maddeline karşısında gördüğü kızı ile duraksadı. Artık karşısında kendi kızı yoktu. O kız ölmüştü. Başkası vardı. Öylece bakabildi sadece. Daniela'nın ölen ruhuna bakabildi. Ruhunun çok acı çektiğini biliyordu. Böylesini düşünmemişti. Kızının bu denli kırılıp, kanayıp öleceğine inanmamıştı. Dayanamadı kraliçe. Kendi çocuğunu koruyamadığı gerçeğine dayanamadı. Koşarak bahçeye attı kendini. Karanlık, serin o bahçeye. Kasvetli bahçe her zaman olduğundan daha boğucu geldi ona. Boğdu onu. Elleriyle öldürdü kraliçeyi. Kraliçe yere sere serpe uzandı. Simsiyah saçları beyaz yüzünün etrafına, kızıl taşların üzerine yayıldı. Yere düşünce sicim sicim kızıla boyanan beyaz taşlar... 


Luis çığlık seslerinin gelmesi üzerine katil bahçeye koştu. Karısını yerde kanlar içinde buldu. Gözleri donukça açık kalmış. Bir kaç damla yaş yol olmuş akmış gözünden. Elleri açık. Göğe hasretlik gördüğünü sandı Luis karısının donuk gözlerinde. Yanına diz çöktü. Onu gökten yeni almıştı hazır değildi toprağa vermeye. Ama toprak katıydı. Acımadı. Çekti kralın kolları arasındaki kraliçeyi. Ölüleri lanetleyen cadı, ölümü tattı. Kimse onu geri getiremedi. Maddaline'den başkası yapamazdı. Ve olması gereken yere gitti. Olması gereken kişinin eşi oldu. Anubis'in. Ölümün ve yeni hayatların yakışıklı tanrısının karısı ölülere ruh üfleyen, yeni yaşam şansı ile onları lanetleyen güzel bir cadıydı. 


Luis kızını suçlayamadı.O  da görmüştü ölümü. Kimse mesul tutulamazdı öldürülmesi kolay bir kimsenin öldürülmesinden.  O gün ve ondan sonra kale lanetlendi. Bir annenin kızını koruyamaması üzerine. Büyük bir yas hakim oldu. Kimse kreliçenin öldüğünü öğrenmedi Daniela siyah elbisesi içinde yere yığılırken Joseph tuttu onu. Bahçedeki gürültülerü işiten Alec gördüklerine inanamadı. O dahi büyük bir keder ve yas duydu düşmüş kraliçenin ölmesine. Orion kenardan izledi sessizce trajediyi. Kaledeki herkes kendince yaşadı acısını. Şapkalar çıktı. siyaha bürünmüş tabut öpüldü tek tek. Dua edildi. Ve kraliçe getirdiğin ölülerin yanına dönüşü olmayacak şekilde gömüldü. 


Patricia meraktan deliriyordu. Etrafta bir ölüm sessizliği vardı. Kinsey Daniela'nın dönmediğinden bahsediyor ve oradan oraya sürükleniyordu. Endişeleniyordu Patricia. Sophia buna şaşıyordu. Yüzlerce yıl düşünse asla aklına gelmezdi Patricia'nın bu şekilde birisi olduğunu. Bunu son zamanlarda çok düşünüyordu ama hala şaşırmadan edemiyordu. Değişen şartları ve düşen maskeleri. Kendisi dahi düşündüğü kişi değildi. 


Patricia uzun zamandır yaptığı gibi balkonda oturuyordu. Artık hep oradaydı. Plan yapamıyordu. Beyni durmuş gibiydi. Kendi elleriyle cinayet işlemiş olma ihtimali onu sarsıyordu. Kızıl bir çizgi ile batan günü seyretti. 


 Kız ve ağabeyi yan yana ilerliyordu. Ufukta güneş kızıl bir çizgi ile yok oluyordu. Burçlarda oldukları için saçları ikisinin de hızla savruluyordu. Rüzgar soğuk ve keskindi. Bir güz rüzgarı... Kız üzerindeki yün pelerinin şapkasını kafasına geçirdi, sarı saçları şapkasından taştı ve kızıl ışık altında sicim sicim altın hareler saçarak yuvarlak ve melankolik yüzünün çevresinde dalgalandı. Ağabeyi kollarını arkada  birleştirmişti. Yandan bir bakış attı burçların en ucunda durunca. Bütün başkent o an ayakları altında gibiydi. Tiksindirici bir sırıtış yüzünde peydah oldu. Patricia daha toyken ağabeyi Jackson'ın bu ifadesini görmezdi. Şuanda ise gün gibi ortadaydı. 


-Bir gün buralar bizim olacak. devran ve tarih bizim saltanatımızı yazacak ve tüm tarihin tekkerrürünü bozacağız. Bizim gibi kral ve kraliçe görülmemiş olacak Patricia. Her şeyi değiştireceğiz. Ben ise bu uğurda her şeyi yaparım. 


-Ne gibi* 


Kız şaşırmıştı. 


-Ailemi dahi ortadan kaldırırım. o taht ve tacın değerini daha göremiyorsun ancak,kıza doğru döndü delikanlı, eğer gelecekte benim karşımda bulunmak gibi bir hata yaparsan her şeyini elinden alana kadar hatta canını dahi durmam. Bunu sakın unutma. Göğü tutan dağlar ve üzerimizdeki gökkubbe, yeri saran yer kubbe üzerine yemin ederim, her şeyi gözden çıkarır ve yok ederim. 


Jackson oradan ayrıldı. o gün orada Patricia'ya gözdağı vermişti ve Patricia o anı asla unutmadı. Ne zaman güneş ufukta bir çizgi halinde yok olursa aklına o yemin gelir ve ciğerleri dolardı. 


Ash balkona çıkıp son zamanlarda olduğu gibi kızın yanına çöktü. Kız Ash'i süzdü. İlk gördüğü anki gibiydi. Yıpranmış bir kot, bol bir tişört. Gömleğini beline bağlamıştı. Gömleğinin kat yerlerine girmiş Gelincik artık biraz daha büyümüştü. Tüyleri sağlıklı bir şekilde parlıyordu. Ash elindeki yemek tepsisini kızın önüne bıraktı. 


-Biraz yemen gerek Pat. 


-Canım istemiyor Ash. 


Kediyi onun kucağına verdi Ash anlamasa da Gelincik ve Patricia arasında garip bir bağ vardı. 


-Gelincik sana neden bu kadar düşkün? 


İç çekti Patricia. Bu soyunun artık ona sonsuz ızdırap vereceğinden daha bir haberdi. 


-Annem cadı klanının kızı. ölülere hayat üfleyen Maddeline. Cadılık tam olarak kanla alakalı değildir ama kan olarak aktarım yapabilir. Kardeşlerimde bu kan yok ama bende var. Cadılık kanı damarlarımda akıyor. Aslında bu yüzden güçlerime daha hakimim. Her neyse cadılar ve hayvanlar arasında özel bir bağ vardır. Bu kanı taşıyan kişilere hayvanlar daha uysal yaklaşır. bununla ilgisi var yani. 


-Hah yani senden kaçmam gerek. Yoksa beni kurbağa yaparsın. 


Zoraki gülümsedi Patricia. Kalbi paramparça idi. Etrafını çevreleyen büyüyü fark etmedi ama büyü kalbindeki ağırlığı hafiftletti. 


-Seni kurbağa yaparsam öperek bir prens yaparım.


-Bu seni öpmem için bir teklif mi? 


Omuz silkti Patricia. Ash yavaşça yaklaştı ve yumuşacık, dudaklarını dudaklarına bastırdı. Patricia geri çekildiğinde kalbi deli gibi atıyordu. İkisi de kızarmıştı. Ash elini ensesine attı. Patricia gözlerini tekrar ufka dikti. Ama basan karanlık ve çöken gece bir anlık olan büyüyü bozmuş, Patricia tekrar keder nehrine düşmüş boğuluyordu. Ash bunu fark edip sarıldı. Elini uzatıp boğulduğu yerden çıkarmak istedi. Onunla bir boğulacağını biliyordu, bu boğulmaya çoktan razıydı. 


-O iyi. onlar iyiler buna eminim. 


Aslında Ash bir yerde haklıydı onlar iyiydi. Ama artık onları doğurup büyütmüş kadın gökte bir takım yılzıdızı, Anubis'in eşiydi.  Bildikleri her şey bir anlığına yıkılmıştı ve bundan haberdar olan sadece Josephines klanı sakinleriydi. Bilen ve kendini suçlayan tek kardeş ise Daniela. 


Pencerenin önünde oturuyordu. Pencereye vuran yağmuru izliyordu dizlerini kendine çekmiş. Joseph yanına ilişip sarıldı ona. Konuşmak istemedi. Sessizlik sözlerden daha fazla şey anlatıyordu. Daniela tepki vermedi. Son saatlerdir tepki dahi veremiyordu her şey o kadar hızlı olup bitmişti ki... Kaç gün geçtiğini bile Orion ona söylemişti. 3 gün. Kardeşlerine ulaşamıyordu. Annesi ölmüştü. Kapana sıkışmıştı. Derken kapı açıldı. içeri üzerinde lacivert pelerini ile Alec girdi. Başlarında dikildi. 


-Ayaklan. 


-Defol Alec. 


-Sus Zeit. Daniela kalk. Şu an ağlak bir kız olamazsın. Gelecek senin burada oturmana bağlı. Jackson annesinin ölüm haberini alıp gelecektir çok geçmeden. Herkesi ve her yaptığınızı riske atıyorsun. Sizin yanınızda değiliz hiçbirimiz. Nedenini öğrenmek ister misin? Maskeler ardındaki gerçek yüzleri. 


Daniela gözlerini silip başını salladı. Bunun dışında hareket etmemişti. Alec gülümsedi. 


-Engelbertah aşık. Ağabeyine. Amansız bir şekilde tutkun ona. Nefretle karışık bir tutkunluk onunkisi. O sarayı görme hayali ile büyüdü. Sizi ve ailenizi ailesinden kopuş olarak görüyor. Çocukluğu boş ve soğuk taşlar arasında hizmetçi gibi geçti. Bir büyük baba nefreti ile. Sadrazam Atkins Jackson'ı oğlu gibi sevdi. Engelbertha bunu kıskandı. o sarayda sizin yerinizde olmayı denedi. kıskançlığı ömce hayranlığa sonra aşka dönüştü. Jackson onu aşağıladı. Hor gördü. Yok saydı. Aslında yanınızda olmak istedi. jackson'ın yanan bedenini görmek için. Ama babası bu görev için ona güvendiğini söyleyince, 


-Onun için biricik ve vazgeçilmez olma hayalinin anahtarı kabul etti bu görevi. 


-Evet. Ben bu tahtta tek varis olduğuma inanıyorum. Helga beni korumak istiyor. Fabieanne özgürlük istiyor. Penelpe. yok o tamamen kötü. Kötülüğün beden bulmuş hallerinden. Sırf Kinsey'e olan kıskançlığından dünyayı yakar. 


-Varis olayını bana neden diyorsun? Neden beni toparlamaya çalışıyorsun? 


-O tahtı hak etmek istiyorum Daniela. Sana yemin olsun vatan haini değilim. Ama der misin Jackson bir kral olabilir mi? 


-Olamaz. 


-Ben onun yanındaki gizli kral olacağım ve söz Daniela sizin anınıza yöneteceğim. Siz zeki ve idealistsiniz. Ancak bu bir savaş ve savaşlarda asla taraflar düşündüğün gibi değildir ve herkesin başka bir çıkarı vardır. Ben kral olduğum zaman Patricia isterse kraliçem olabilir.,


-Patricia Ash'e aşık. Ama bir şey diyeyim mi Alec? Başka bir gerçeklikte karşılaşsaydınız çok iyi bir çift olurdunuz. Birlikte hareket etseydiniz karşınızda kimse duramazdı. 


-Kaderin kendine göre farklı planları var. 


Margeret Josephines kalesine doğru gidiyordu. Yağmurlu havadan dolayı kayganlaşan yolda at sürmek pek kolay olmasa da bir an önce varmayı umut ediyordu. Jackson onu takip etmesi için yollamış olsa da Margeret aylardır kız kardeşlerin halkta kahraman olarak görülmesini sağlamak için uğraşan birisiydi. Jackson'ı içten bitirmek istiyordu. Onun metresliğini yapıyordu. Tek istediği şey ise Jackson'ı kan kusarken görmekti. Jackson bunu fark etmiş olacak ki sürmüştü. Sürüldüğünü hissediyordu Margeret. 


Kaleye gelince yas olduğunu görmesi ile şaşırdı. Olanları öğrenince daha da şaşırdı. Ortanca kardeşlerden olan Daniela buraya gelmişti ve kraliçe nedeni belli olmayan bir nedenden bayılırken başını çok hızlı çarpması sonucu ölmüştü. Hızlı adımlarla prensesin olduğu odaya koştu. yeşil elbisesi etrafında kabarırken odaya daldı. Elbisesi Jackson'ın bir aşağılaması olacak ki göğüs kısmı çok açıktı. İnce belini sımsıkı sarıyor ve gereğinden fazla kabararak iniyordu. Açıkta olan gerdanı üzerinde inciler iliştirip elbiseye dolanmıştı. Kahverengi saçları beline doğru dalgalar halinde inerken inciler ile ördüğü kısımlar yıldız gibi parlıyordu. Margeret'ın metres olduğu bu nedenle her yerinden belliydi.  Alec onu süzerken yüzünü buruşturdu. 


-Aldık başımıza belayı. 


Margeret göz devirdi. 


-Yas evinde açtırma benim ağzımı Westerburg. 


Alec tam bir şey diyecekti ki Margeret kendini Daniela'nın önüne attı. Yere kapaklandı ve siyah elbisesinin eteklerini tuttu. 


-Prenses Daniela. Majesteleri, ben Evans kontunun kızı Margeret Evans. 


-Ve Jackson'ın metresi. 


-Ben aynı zamanda sizin lehinize halka yazılar yazan" kanlı baronesim". Evet Alec bu duyduğun lanet şeyi kralına diyebilirsin çünkü onu zehirleyeceğimi öğrenmiş olmalı ki sürdü beni! Prenses Daniela size bağlılı... 


Sözünü kesen Alec'in kaba hareketler ile kolundan tuttuğu gibi kaldırması ile odadan sürükleyerek çıkarması oldu. Ahşap kapılardan birisinden uzun bir koridordan geçtikten sonra girdiler. İçeride odayı toparlayan hizmetçileri odadan çıkartıp kapıyı kapattı Alec. Kadını duvara itti. 


-Ne halt yiyorsun Margeret? 


Yere tükürdü Margeret. Uğursuzluğu kovmak için yapılırdı bu. Tam Alec'in ayakları önüne. 


-Ebenin amını Alec. 


Alec başını arkaya attı. Kahkahaları odanın duvarlarında yankılandı. Ne kadar harika göründüğünden haberi var mı acaba diye düşünmekten kendini alamadı Margeret. Onu hala seviyordu. Onu düşünmediği bir an dahi olmamıştı. 


Birden sustu ve hınçla ona döndü Alec. Yüzüne doğru eğilip tısladı. Çelikten bakan gözleri karşısında afallasa da bozuntuya vermedi. 


-Senin dilin hep kirliydi böyle. Bazen Jackson ile ne kadar uyduğunuzu düşünürdüm. 


-Oysa ben onu bana sahip olduğu için kıskandığınızı düşünürdüm. 


Bunu içten içe dilemiş, başkasına aşık olmasını kaldıramayacağını düşünmüştü Margeret. Alec gözlerini kıstı. 


- Ne siktiğimin şeyini saçmalıyorsun sen Margeret. 


Margeret onun dudaklarına yaklaşıp fısıldadı. Ellerini omuzlarına koydu. 


-Yalan mı? Zamanında bana aşık değil miydin? 


Gözlerini kapattı Alec. Kendisini bir çayırda buldu. Burayı hatırlıyordu. Her gece ve gün lanet ettiği çayırdı. Kalbinin kırıldığı, kaderini kabullendiği ve kaderini değiştireceğine yemin ettiği yerdi. Onun için kirli ve karanlık bir sayfaydı ve büyümek için çamura düşmek zorunda olduğunu öğrendiği yerdi. Bundan 6 sene önceye aitti anı belki daha eskisine. Margeret ile karşı karşılardı. Kimsenin bilmediği ilişkileri bitiyordu. Patricia'dan nefret etti Alec. Ondan aşık olma hakkını çaldığı için. Ama kendisi asla tahmin edemedi o zamanlar kendisinin de Patricia'nın hakkını çaldığından. Margeret'ı kalbine gödü. En azından öyle sandı. Margeret onun aşkıydı. Gözyaşları. Gülüşleri. Gençliği. Oyunları. Kaçamakları. Heyecanı ve umudu. O gün her şeyini margeret ile bir kaybetti. Her duygusunu. 


Bir başka anıya kaydı bu sefer aklı. Margeret'ı ilk kez Jackson'ın resmi metresi olarak gördüğü güne. Yıkılışı...  Şu anda karşısındaki kadına ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu. Ellerinden tuttuğu gibi çekildi kenara. 


-O günahkar ellerini üzerimden çek Margeret ve evet sana aşıktım. Şu anda ise tahta aşığım. Sana değil. 


-Alec. 


-Sus Margeret. Her şey bir çayırda öldü. 



19 Mart 2022 


sonraki bölüm

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eros'un Laneti

                       Güneşli bir gündü. Olması gayet doğaldı da. Güneş'in tanrısı Apollon vardı zira. Nasıl olmasın? Biraz da aşk kokusu var sanki. O da Afrodit'den olma Eros'tan geliyor olmalı. Işığı ile herkesi ve her yeri aydınlatan lord Apollon, Eros ile konuşuyor hatta onunla dalga geçiyor olabilirdi. Eros'un heykeltraşların yonttuğu yüzü sertleşiyor, yontulan taşlardan bir parça haline geliyordu.  - Sen buna ok mu dersin Eros?  Eros'tan hoşnutsuz sesler çıkıyor, parmakları arasındaki okları sıkıyordu. Buna rağmen güldü aşkın lordu.  - Evet lord Apollon. Gümüş ve altın oklar... Aşkın okları ve nefretin okları.  Çok güzel güldü Apollon. Gülüşünden ışıklar saçılıyordu. Altın sarısı saçlarını savurdu ve altın oklarından birisini çıkardı.  -Bak Eros, ok budur. Seninkiler ok mudur? Yoksa sadece birer talim kılıcı mı? Peki o yay mıdır? Benimkisi gibi olanlar oktur. Bak ışıltılı günün okları. Veba oklar...

Thr Key of Darkness (1)

  THE KEY OF DARKNESS --- Chapter One --- Tears of the Monster The sun was rising over the skyline as a scary monster approached a home. Elenor woke up and smiled. Her maid Nancy came in and spoke cheerfully. “Madam, today is your wedding day. You are a very lucky woman in England.” Elenor looked into her eyes and got out of bed. “I think this day will be amazing.” But destiny had other plans. Darkness, pain, and screams were everywhere. At the Marquee of Solisticashire, Samuel of Solisticashire talked to himself. “I hope she never learns about my dark side. It will not be good for her. But she will hurt. I wish she did not want to marry me. Little shy girl, making a deal with a demon.” The demon was Samuel, and he was a bad guy. He was narcissistic and cruel. He was feeling nervous now, thinking, “Am I a ghost or a monster?” Samuel was like a panther, graceful and dangerous. He looked like he could kill with kindness, but he was a cruel kind of man. Elenor got dresse...

Yazardan Seçmeler

 Bu sayfadan ben White Rose'un kitaplarında ve kitap olmamış tek bölümlük hikayelerine ulaşabilirsiniz. İyi okumalar dilerim  Eros'un Laneti   Çiy   Çocuk Alman Tablosu   The Mystyc History   Tarihteki Modern Kadın 1855 Cadısı Historymaker Queens Series Dynasty Prometheus Thanatos ve Eros Mary on cross The Key Of Darkness