Yorgunca tahtımda oturuyordum. Kenneth'ı özlüyordum. Kenneth ile geçirdiğim anları özlüyordum. İlk yemeğimizi. İlk elimi tutuşunu. İlk öpüşünü. İlk gecemizi. Sonrasında gelen ölümü. Deliriyorum Tanrı'm! Ablamlar ile konuştuğumuz köstebek olayından sonra da iyice keyfim kaçmış bir halde krallığıma geri dönmüştüm. Batı'ya. Batı Krallığı Amerika'ya kurulmuştu. Senelerdir alışık olduğum dalgalı denizi izlerken aklımdan biricik sevgilimi asla atamıyordum. Kenneth gözlerim önüne gelip duruyordu. Onu bu kadar az tanımış olmam canımı yakıyordu. Nefes alamaz hale geliyordum. 'Zaten öleceğim' derdi. Ben asla ölmesini istememiştim. Hep yanımda kalacak sanıyordum. Çok saftım. Aşıktım. Ve şuan artık toy değildim ama ölmüştü. Arkamdan gelen ayak sesleri ile arkamı döndüm.
Orion tam karşımda duruyordu. Üzerinde dar siyah bir kot pantolon ve gömlek vardı. Elleri her zamanki gibi sargılı saçı ise atkuyruğu idi. Yüzünde hiç sakal yoktu. Küçükken kıl köklerini yaktıklarını söylemişti. Yanıma sokuldu ve kolunu omzuma attı.
-Prenses iyi misin?
Güldüm bu sözleri üzerine.
-Ben senin kraliçenim. Prenses öncedendi.
Orion oturdu banklardan birisine ve yayıldı. Gülümseyerek cebinden tamamlanmamış oymasını çıkardı ve çakısı ile oymaya devam etti.
-Beni sana anlatan kadın, Cassandra, senin tacından vazgeçen tek kardeş olduğunu anlatmıştı. Bu değişmiş oluyor prenses?
Güldüm. Haklıydı, tacımdan vazgeçmiştim. Ama tüm evrenlerde ve krallıklarda değil. Okyanusa bakarak konuştum.
-Sadece Slywa tacından vazgeçtim. Buranın Slywa olmadığına eminim.
-Evet pek benzemiyor. Suları daha sakin. Hoş burada bir nimfa yaşadığına dair söylenti de duymadım.
- O söylenti hayatımda duyduğum en saçma söylentiydi.
Orion boşluğa baktı bir süre. Hemen arkasından çakısını ve oymasını kaldırdı. Ellerini dizlerine dayadı. İfadesinde düşünceler yazılar yazmıştı. Şayet ablam Patricia olsaydım onları okurdum. Orion bakışlarını ellerinden ayırmadan konuştu.
-Kızları durdurmalıyız.
-Sakinler zaten. Ayrıca elimizin altındaki herkesi tanıyorlar.
-Durdurulamazlar mı?
- Elimize koz vermelerini beklemeliyiz bana kalırsa. Doğruluk taşının parçalandıktan sonra işlevini yitirmesi bu anlamda kötü oldu.
-Bulması kolay olurdu.
Kalktı ve getirdiği hırkayı omuzlarıma koydu.
-Dikkatlerini buraya çekmeliyiz.
-Patricia varken asla çekemeyiz.
Patricia tahtında oturuyordu. Ayakları dibindeki haritaya bakıyordu.
-Demek Grace yerinde yoktu.
Valentina onu onayladı. Kıvırcık saçları suçluluk dolu gözleri üzerine düşüp kapatıyordu. Bir kez daha Patricia karşısında böyle durmuştu. Parayı Grace ile sakladıklarında. İşte o gün Valentina'nın tüm bağı kesilmiş olmalıydı. Ama Valentina uyuşturucu gibi olan kızdan kopamamıştı. Patricia'dan korkuyordu Valentina. Aslında bu kadından herkes korkardı. Sarışın olması onun aptal olduğu anlamına gelmezdi. Patricia aptal sarışın kalıbını yıkmakla kalmıyordu sadece. Bir tanrıça gibi olan heybeti bir kadının güçlü olamayacağı kanısını da yıkıyordu. Patricia'nın her bir porundan güç fışkırıyordu. Bir erkekte asla bulunamayacak bir güç ve zeka... Tahtın gerçek varisinin Patricia olduğuna emin oldu Valentina. Onu görünce dizlerinin bağı çözülüyor ve kendisini ayakları dibine atmak istiyordu. Patricia ona ters bir bakış attıktan sonra yanında duran Europhe'ye döndü.
-Ve senin ağabeyin de ortalarda değil. Üstelik yerlerini birlikte buldun, öyle mi?
-Evet. Kırmızı Atkılı Jones'a gidiyor olabilirler. Gittikleri yer güney.
Tahtından kalktı kraliçe ve eteğini savurarak Güney Krallığına kılıcını dayadı. Sarı saçları topuzla tacına sıkıştırılmıştı. Kırmızı elbisesini kırmızı dantel eldivenin tamamladığı elini kaldırdı.
-Bana nereden gidebileceklerini bulun. Onları canlı ya da ölü! Yakalayın! Daniela'ya da haber verin. Kırmızı Atkılı Jones'u ortadan kaldırsın.
Eteğini savurup tahtına geri oturdu. Eline asasını aldı, sinirli gözlerini kılıcını sapladığı yola dikti. O yolda ise aynı arabada seyahat eden Grace ve Boreas vardı. Grace yorgunluktan kafasını cama yaslamıştı. Boreas camdan gözüne gelen güneş ışığına lanet ederek yol kenarında durdu. Saatlerdir aralıksız araba kullanıyordu. Beyni uyuşmaya ve sıcak onu uyutmaya başlamıştı. Kafasını koltuğa dayadı, çevirip yanında uyumuş olan kızı süzdü.
Işık altın sarısı saçlarında parlıyordu. Yüzünü buruşturmuştu. Anladığı kadarıyla Boreas'ın, kız mutlu bir rüyada değildi. Elini uzattı ve yüzünü okşadı. Birlikte oldukları geceyi düşündükçe, aklından bir an olsun çıkmıyordu, keyifleniyor ve onu tekrar tekrar istiyordu. Kızın yüzü yumuşadı, gülümsedi uykusunda kız. Boreas kıskandı. Uykusunda güldüğü kişiyi kıskandı. Rüyasını kıskandı. Dişlerini sıktı. Kızın omzundan tuttuğu gibi sarstı.
-Mola verdik kalk yürü. bir şeyler yiyelim.
Adam kapıyı açıp aşağı indi, bir sigara yaktı. Gölge bir alana ilerlerken izledi onu kadın mahmur gözlerle. Sonra da kendisine kızdı. Belki kendisine seveceğine inanan bir tarafı olduğu için. Burukça güldü. Kendisinden alması gerekenleri alıyordu. Bu ona yetiyor olmalıydı. Onu sevmeyecekti. Omuz silkti kız.
-Benim onun sevgisine ihtiyacım yok.
Arabadan indi arka koltuktan Boreas'ın ona hazırlattığı böreklerden aldı. Aracın kapısına dayanarak yemeye başladı. O esnada Boreas ile göz göze geldi. Gözlerindeki parıltının anlamını çözemese de başını öte tarafa çevirdi. Sıcak gün onu boğuyordu. Eliyle kendisine rüzgar yapmaya çalışırken Boreas elini tuttu. Grace ne olduğunu anlamayan bakışlarını ona sundu. Boreas gülümsedi. Gözleri koyulaşmıştı. Grace'in boyuna ulaşmak istedi ve başını yana eğdi. Grace elini kurtarmaya çalışsa da başarısız oldu. Boreas kadının elini arabanın kapısına dayadı. tek eliyle çenesini kavrayıp dudaklarına kapandı.
Grace sadece durdu. Ağlamak istiyordu. Boreas ise ona bakmıyordu ve bu onun canını daha da yakıyordu. Boreas'ın kendisini sevmemesi. Sevse dahi asla değer vermeyecek olması. Hayat romantik kitaplar gibi değildi ki kadın düşmanı, odun bir adam yontulup sevdiği kadını el üzerinde tutsun. Öyle olsaydı geldiği ülkede kadın cinayetleri bu kadar fazla olmazdı. Aşk trajediydi. Ophelia'yı intihara sürüklemişti. Sadece sevdiği adamla evliliklerinden hemen önce birlikte oldu diye ahlaksız ilan edilmesiyle kalmamış, şiddet de görmüştü. Ailesi, kocası bu kadın ve namusu üzerinde büyük bir baskı kurmuştu. Oysa namus kadınındı. Babanın, kardeşin veya kocanın değil. Veya sevdiği adamla birlikte olmak ahlaksızlık değildi. Ama delirttiler kadını. Şarkısı hüzünle bitti. Tüm çiçekleri kırıldı Ophelia'nın ve kendisini boğdu. Ama o bir ölüydü zaten. Keder onu boğmuştu. Shakespeare'in yazdığı bu kısacık perdelerde görünen kadın Freud da dahil bir çok kişinin derinlemesine araştırdığı kadın olmuştu.
Kendisini Ophelia gibi hissediyordu. Çiçekleri kırılmış... Tek bir farkla, o Boreas'ı sevmiyordu. boreas da Hamlet değildi. İçinden güldü. Hamlet ile aynı düşüncedelerdi. Evet Boreas 16. yüzyıldaki bir aristokrat gibi geri düşünüyordu.
Boreas karşılık alamamasına sinirlenmişti. Dudaklarını ısırdı kadının. Tekrar bir geri tepki gelmeyince kadının saçlarından tuttuğu gibi çekti. Suratına baktı.
-Karşılık ver.
Dolmuştu Grace'in gözleri.
-Ne yani, sence de ağlamak için fazla büyük değil misin? Aramızda geçecek olanlardan korkmak için fazla deneyimli değil misin? Ağlama.
Yanağını sertçe okşadı. Boynundan öptü. Grace çaresizce o iri bedeni üzerinden itmeye çalıştı. Başarısız oldu. Çırpınışları üzerine Boreas kafasını kaldırdı.
-Ne istiyorsun?
-Dokunma lütfen.
Ağlamaya başladı. Gözyaşları sicim sicim yanağından süzülürken konuştu. Nefes alması hayatında hiç bu kadar zor olmamıştı. Yönünü kaybetmişti, aklı bulanıktı, yorgunda ve artık korkuyordu. İstemeden beraber olacağından. İncitip atacağından. Adamın varlığından korkuyordu. Etrafında olmak sadece bir çeşit işkence idi kız için.
-Bana tecavüz mü edeceksin Boreas?
Boreas durdu. Eğer Grace yerine bir başkası bunu dese durmazdı. Ancak Grace'i daha fazla incitmek istemiyordu. Yanağındaki gözyaşlarını sildi.
-Hayır etmeyeceğim. Merak etme.
Kıza sarılmaya çalıştı ama Arace kafasını çevirdi. Boreas ise iç çekip kızdan uzaklaştı. Arabadan börek kutusunu alıp koltuğuna kuruldu, yemeye başladı. Grace sarsılıyordu. Titiriyordu. Kollarını kendisine sarmıştı. Derin nefesler almaya çalışsa da boğazına takılıyordu aldığı her nefes. Gözlerini ellerinin tersi ile sildi. Arabaya bindi. Boreas gözleri büyümüş şekilde ona bakıyordu.
-Bunlar harika. Annem bu kadar güzelini yapamıyor.
Grace başını salladı. Donuktu. Boreas'a bakmıyor, ne yaptığı veya ne dediği ile ilgilenmiyordu. Ancak asla duymazlıktan gelemeyeceği bir şey söyledi Boreas.
- Evlen benimle.
Grace şaşırdı. Dudakları o şeklini aldı ve anlamaz gözlerle ona baktı.
-Dediğim şey çok açık Grace. Evlen benimle.
İşte o an Grace daha yoğun bir halde kendisini Ophelia gibi hissetti. Onun kaderini paylaşmayacaktı. BoreasI yatağına almayacaktı onu mezara gönderecekti.
-Hayır?
-Ne? Kaç kız bu teklif için bekliyor biliyor musun?
Grace bu adama karşı nazik ve utangaç olmanın faydasız olduğunu fark etti. Ağzından çıkanlar tamamen kendi düşünceleri idi. Katıksız. Saf.
-Ben iki üç santim uzvu fazla diye, kadına ve bana saygı duymayan üstelik eşini mutfakta aşçı, bebek doğunca bakıcı, yatakta fahişe gözüyle bakıp zerre sevgi duymayan sadece yatağını ısıtmak için kullanan bir adam kendi benliğimi, hayallerimi, saf düşüncelerimi ve de sevgimi başkaları gibi parasına satacak bir kadın değilim. Şimdi sür.
Güldü Boreas. Gülüşünde bir şeyleri çarpıtacağı çok net belli olurken keyfi biaz önceye göre daha çok yerine gelmiş gibiydi. Grace gözlerine baktığında gözlerinden geçen yazıyı okuduğunu sandı ve elektrik çarpmış gibi irkildi. 'Ne dersen de, kurtulmak için dediklerin dahi benim olacağına ve evleneceğimize birer kanıt.'
-Uzvumu...
Kesti konuşmasını.
-Buna cevap vermeyi reddediyorum. Sür yoksa iner otostop çekerim.
-Tamam katil edeceksin beni.
-Sen zaten katilsin Boreas. Duyguları, saflığı ve insanların içinde yaşayan gizli kişileri öldürdüğün zaman da katil olursun ve sen şu durumda seri katil olarak dahi anılabilirsin.
Jackson tahtında oturuyordu. Elindeki yazıları okuyordu. Babası düşmüş kral 12. Louis etrafına insan topluyordu. Tahtını geri alacaktı. Az da destekçisi yoktu. Her şeye karşın bir varis istiyordu ve ne kadar Virginia'nın gayrimeşru oğlunu kabul etmiş olsa da kendi kanından birisi tahta geçsin istiyordu. Bu düşünceler ile boğuşurken bir yanı da Louis'in destekçilerinin yerlerini anlamaya çalışırken içeri Virginia girdi. Birkaç gündür mide bulantısı yaşaması yanında bugün bayılınca endişelenmişti Jackon. Virginia üzerindeki kırmızı elbisenin eteklerinden tutup reverans yaptı. Cılız suratı bulantıları nedeni ile yemek yiyememesi üzerine daha da zayıflamıştı. Elbisesini büyük geliyordu ama Jackson onun ışıldadığını düşündü. Farklı bir ışık vardı onda. Virginia gülümseyerek tahta yaklaştı ve elini uzattı. Jackson elini utup kucağına oturmasına izin verdi. Virginia sarı buklelerini geriye savurdu.
-Sana evlenirken doğurgan olduğumu söylemiştim. Hamileyim.
Jackson'ın gözleri büyüdü. Kadının yanaklarından tutup öptü onu. Sıkıca sarıldı. Sevinçten ne yapacağını bilmiyordu. O anda Patrick'in babasının bu duygu ile nasıl bırakıp gittiğini anlamaya çalışıyordu. Bunu duyduğu anda veliaht düşüncesi bile aklından uçup gitmiş, sadece baba olacağı düşüncesi bir kasırga yaratıp her şeyi yeniden inşa etmek için yıkmıştı. uzaklaşıp kadına tekrar baktı.
-Teşekkürler Virginia.
Virginia'ya aşık olmuştu. Aşık olmayacağına inanan bir adam olan Jackson aşık olmuştu. Geceye tapması ile bilinen Jackson karısına sadık bir eş olup çıkmıştı. Babası Luois bile bu işte bit yeniği olacağından şüphelenmişti. Ama yoktu işte. Eros okunuJjackson'a atmıştı. Altın aşk oku onu meftun etmişti ya da Virginia bir cadıydı ve onu büyülemişti. Sevinçten bağırmak üzereyken içeri Alec girdi. Ortamın garipliğine aldırmadan şapkasını çıkardı. Karizma gülüşlerinden birisini attı.
-Louis'in adamlarının arkasındaki kişiyi buldum Ekselanları. Katerina Nooren'ın ta kendisi.
Jackson bir gün içerisinde üç güzel haber almıştı. Kendini şanslı saydı.
İlki veliahtıydı. İkincisi sevgili babasının arkasındakiler ve üçüncüsü taht hak iddia edecek herkesin vatana ihanetten öldürme imkanını eline almasıydı. Virginia'yı kucağından kaldırdı. Ayaklandı ve asasını alıp Alec'i önüne çağırdı. Alec diz çöktü ve başını eğdi. Jackson en yakın arkadaşı ve uzaktan kuzenini kutsadı. Asıl risk oydu ama Jackson göremeyecek kadar kör, Alec ise kendini aklayıp tekrar sevdirecek kadar zekiydi. Zaten kendisini sevmeyenleri Louis yandaşı olma suçundan ortadan kaldıracaktı.
-Alec Westerburg, artık aynı zamanda vezirimsin.
Odada bulunan Atkins ayağa kalktı. Ellerini yanında yumruk yaptı. Öfkeden kudurdu. Tek kızını bu adam için mi ölüme yollamıştı? Bağırdı.
-Ben Kingsmaker Atkins soyundanım! Benim yerimi nasıl bir Westerburg'e verirsin? Yüzlerce yıldır bizim soyumuz vezirdir. The Great Jason'dan beri! Sen atalarına nasıl bunu yaparsın? Elimdeki güç Alec'ten daha fazla.
-Zamanın doldu Atkins. Şeytan soyu Kingsmaker Atkins soyunu ben kurutacağım.
Sırıtırak uzaklaştı. Uzaklaşmadan hemen önce kolunu kraliçesine uzattı ve Virginia ile kol kola ayrıldılar. Bu görüntü üzerine nefret dolmuş olan eski vezir Alec'e yaklaştı.
-Bak Westerburg. Ben Kingsmaker'ım, kızım da o güce sahip buna güvenebilirsin. Seni kral yapayım ve sen de beni vezir. Anlaştık mı?
Elini sıktı Alec adamın. bunda düşünecek pek bir şey yoktu ve gayet iyi bir antlaşmaydı.
-Seninle her zaman karlı anlaşmalar yaptık Atkins.
Şapkasını kafasına takıp saraydan çıktı. Atına atladı. Rüzgar saçlarını yalayıp geçmesi onu biraz da olsun tasasız ve özgür hissettiriyordu. Sanki bir satranç oyuncusu değildi de öylesine bir delikanlı idi. Bu hissiyatı ise sadece Westerburg malikanesi önüne gelene kadar sürdü. Yine omuzların yükler yüklendi ve o kendisini göğü taşıyan Atlas gibi hissetti.
Malikane kapısından içeri girdiğinde ablası onu sadece sabahlığı ile kapıda karşıladı. Bir ayinden sonra sinirle karşısında durduğu çok belliydi. Kahverengi saçları omuzlarından beline dökülmüştü. Elini sarmıştı. Yorgun gözüküyordu. Ablasının çok fazla bu işe düştüğünü, yorulduğunu düşünüyordu. Ara vermeliydi. Ancak Fabieanne giderek ağırlaşan bir rutine bindirmişti kendisini. Çok az yiyor çok az içiyor, çok az uyuyor ve çok fazla enerji harcıyordu.
-Bu işe ara ver.
-Eeremem Alec.
-Vermek zorundasın ama!
-Hiçbir şey bilmiyorsun! Senin için çırpınıyorum.
-Neden?
-Ben senin ablanım. Ben düşesim. Ailem seni bana emanet etti, beni sana değil.
-Hah yani fedakarlık mı yapıyorsun?
-Evet!
- O yüzden mi evlenmedin?
Bu Fabianne için ağırdı. O hep evlenmek istemişti. Helga'nın hayallerinde bir aile yokken, Fabianne'nin hayallerinde vardı. Asla evlenemezdi ama.
-Dediklerini geri al.
-Ah evlenmedin çünkü kiminle evlenirsen evlen gücün olmadığını anladığı an seni boşardı. Ve ben san sahip çıktım. Desene şimdi kim fedakarlık yapmış?
Öfke ile merdivenleri tırmandı ve kapıyı çarparak kapattı. Arkasında kalan Fabianne yere oturdu ve ağlamaya başladı. Duygusal bir kızdı ve gerçekten Alec için yaptıklarının haddi hesabı yokken onu savunan tarafının ağır basması onu yıkıyordu.
Araç Kırmzı Atkılı Jones'un malikanesi önünde durdu. İçinden inen Boreas ve Grace uzun prosedürler sonrasında Kırmızı Atkılı jJones'un karşısına alındılar. Jones döner sandalyesini onlar sırtını döndürmüştü. Grace etraflarında dolaşan iri yarı zenci ve koyu tenli adamlardan korktuğunu hissetti. Bir iki adım geri çekilecekti ki arkalarındaki zenci adamla göz göz geldi ve o kendini olduğu yerde korkudan mıhlanmış buldu.
-Neden geldiniz?
-Senelerdir aradığınız Patricia ve Christian hakkında bilgim var. İşinize yarayacağını düşünüyorum.
Jones can evinden vurulmuştu. Sandalyesini onlardan yöne çevirip ayağa kalktı. Bir iki adım attı onlara. Artık yüzü gölgede kalmıyor, sadece atkısı gözükmüyordu.
-Anlat bakalım küçük kız.
26.07.2022
Yorumlar
Yorum Gönder