Ana içeriğe atla

Tregedya

 Alec elleri havada portaldan geçti. Marki ve dük olan, zamanının ve evreninin en güçlü lordu şimdi elleri havadaydı. Margeret ile göz göze geldi. Margeret öne çıktı. 


-Penelope Cheryl ile konuşmak istiyorum. 


Penelope üzerinde kırmızı bir elbise giyinmişti. Kafasındaki tüylü şapkanın siperi gözlerini örtüyordu. Gülümsedi. 


-Vay vay vay, Dük Westerburg ve Metres Margeret. Ah arkada bizim aranan azılı suçlularımız da varmış. 


güldü ve yavaş adımlarla ilerledi. Tam önlerinde durdu. Savunmasızdı. Margeret ona hızla yaklaştı. Aralarında birkaç metre vardı. Yaklaşık 20 adım. Güldü Margeret. 


-Barones. Metres değil. 


-Doğru sürüldün. Ne o sevmediği karısı Virginia mı istemedi seni? Aslında Virginia'yı sormam gereken kişi Joseph. Joseph, uzun zaman oldu seni de görmeyeli. 


Margeret hızlı davrandı. Eteğinin arasına gizlediği silahı çıkarttığı gibi sıktı. Şafak yeni söküyordu. Bu hali ile ortam bir düelloya benziyordu. 20 adım mesafe. İki düşman. Şafak. Issız bir çayır. Penelope sol omzundan vuruldu. Kızıl şafakta bir çığlık yankılandı. Penelope ellerini omzuna götürdü. 


-Yakalayın. Birisi dahi canlı kalmayacak. 


Bu sefer Margeret sağ omzuna ateş etti. Ekledi. 


-Bir adamın dahi saldıracak olursa cesedini çiğnerim Penelope. 3. Richard gibi meydanda çırçıplak kalırsın. 


Bu Penelope'yi korkutmuştu. Omuzlarından akan oluk oluk kan ve kararan gözleri düşünmesini engelliyordu. Bağırdı tekrar. 


-Dokunmayın! Şu omuzlarıma bakın! Helga bulur onları! Yardım edin! 


Orion olanlara şaşırmış ve Margeret' ı takdir etmiş şekilde ilerledi yanlarında. İskoçya'nın rüzgarında saçları uçuşup gözleri önüne geliyordu. İlerlediler. Getirdikleri ordu ile bir. Çıktılar çayırdan. Garip durabilirlerdi eğer biri uyanık olsaydı. Ancak sokaklarda sadece yalnızlık cinleri cirit atıyordu. Orion Margeret'ın yanına sokuldu. 


-Barones... Siz, benim düşüncem önemli mi sizin için bilmem ama harikaydınız. 


- Bir avcıdan bunu duymak bir onur lordum. 


- Ben bir lord değilim. Sadece bir avcıyım.


- Ama sen bir Calesitilya'sin. 


-Hayır değilim. Sana güvenebilir miyim? 


-Hangi konuda? 


-Efsanelere inanır mısın? 


-Evet. Ama neden? 


Cebimden taşı çıkartı Orion. Kehribar taşını onun eline koydu.


-Bahsi geçen doğruluk taşı. 


- Bu olamaz. Eğer gerçek olsaydı Alec'i halâ daha sevdiğimi, ondan vazgeçmediğimi söylerdim. 


Bir anda elini ağzına kapattı Margeret. Orion güldü. Tek kaşını karizmatik bir şekilde kaldırdı. 


-Eee barones, bir şey mi dedin? 


Margeret Orion'un yakasına yapıştı. Zarar vermiyordu. Bu biraz işin eğlenceli kısmı gibiydi. Ona doğru kötü olduğuna inandığı bir bakış attı ama itirafından mütevelli kırmızıydı. Orion çok tatlı gözüktüğünü düşündü baronesin.  


-Sende neden ise yaramadı? 


-Çünkü ben bir şey saklamıyorum. Ayrıca, biraz sorman gerek. Taşı aktive edebilmek için. 


- Ne yani sen hiç yalan demedin mi? 


-Gerçekleri çarpıtmak yalan değildir. Bu nedenle evet asla yalan demedim. 


Güldü Margeret. Saçlarını geriye taradı elleriyle. Kahverengi gözlerini, ki bu gözler ile avcı tanrıça Artemis'i andırıyordu, Orion' dikti yeniden. 


-Alec'e deme. Patricia ile olan evliliğini berbat etmek istemiyorum. 


- Sen onun en yakın arkadaşıydın değil mi? 


-Birileri sosyete içinde değil ama baya hakim. 


-Aslında değilim. Sadece son zamanlarda sizi çok fazla araştırdım. 


-Hah bir röntgencimiz varmış. 


Orion kaşlarını bir kez daha çatıp mırıldandı. 


-Röntgenci falan hoş olmuyor barones. Ben sana metres diyor muyum? 


Sesini yükseltti. 


-Jackson'ın neden metresi oldun eğer ondan nefret ediyorsan?


-Çünkü öldürmek istedim. Bir sabah yatağında ölü bulunsun istedim. Acı çektiğini görmek ve emin olmak istedim. Ayrıca zeki çocuksun. Anladığını biliyorum. 


Jackson kucağındaki bebeğe bakıyordu. Bu son zamanlarda yaşadığı en akıl almaz olaydı. Ruhunun iyileştiğini hissediyordu. Yanında duran arkadaşları onu tebrik ediyorlardı. Herkes biliyordu. O bebek bir piçti ve tahtta söz hakkı yoktu. Kimse söylemeye niyetlenmedi. Her aristokratın aklından tek bir cümle geçiyordu. 'Eğer Alec burada olsaydı susmazdı.' Sustular. 


Şenlik tüm hızıyla devam ederken Jackson katılmayan tek birisinin olduğunu fark etti. Bir cadının. Bağırdı ve sesi tüm taht salonunda yankılandı. 


-O lanet cadıyı buraya çağırın! Kendi kanında boğacağım onu soyunu. 


Jackson Fabianne'nin cadı olduğunu bilen tek kişiydi. Şans eseri öğrenmişti. Alec'e olan sevgisinden susmuştu ama şuan susması gerektiğine inanmıyordu çünkü o bir kraldı, ülkesinde de bir tane bile gücü olmayan kişi bırakmayacaktı. 


Jackson oynadığı saklambaçta Alec'ten kaçıyordu. Alec ile tanıştığından beri şiddetle girmesinin yasak olduğu söylenen kapının önüne gelmişti. Westerberglerin çok fazla malikanesi ve kalesi vardı. 10 yıllık hayatında Jackson'ın gördüğü kadarı ile de her birinde girişin yasaklı olduğu bir oda vardı. Şuan karşısında durduğu odanın kapısı aralıktı. Heyecanlandı Jackson ve odaya baktı. 


Oda Fabianne'nindi. Cadı klanı olan Josephines'ler özel olarak eğitimi ile ilgileniyorlardı Fabianne'nin. Fabianne yarı çıplak arkasını kapıya dönmüş yerde bir şeyler çiziyordu. Önünde gümüş bir kadeh, gümüş bir hançer bir tüy ve kendi eliyle yaptığı yarı beline gelen Ametist taşlı asası vardı. Dün geceden örülerek yapılmış dalgalı saçları salıktı ve sırtını örtüyordu. Biraz daha izledi Jackson. Fabieanne doğruldu, şarap almak için uzaklaştı. Jackson çizdiği şeyi gördü. Bir pentacle ve tanrı tanrıça sebolleri. Fabianne arkasında kırmızı bir iz bırakıyordu. Sağ kolu kırmızıya boyanmıştı. Jacskon ellerini ağzına kapatarak koridorun karşı duvarına dayandı. O cadı soyundandı ve Lilith soyunu bilirdi. Karanlığa ve şeytana tapanlar dediklerini duymuştu diğer aristokratların Jackson. Bu Fabianne'nin güçleri olmadığı anlamına gelirdi ve bunu saklamak için o odaların yasak olduğunu anlamıştı Jackson. Yanına Alec gelmeden oradan sıvıştı.


Tahtın arkasından bir kahkaha işitildi. Bozuk bir plaktan gelen yaşlı bir kadının kahkahası. Her şeyi adı gibi bilen bir kahinin kahkahası ve de bir kralın düşüşünü görmüş bir kimsenin kahkahası. Tahtın arkasından sarı saçları platine çalarcasına beyazlamış bir kadın çıktı. Üzerinde bir cübbe, bir pelerin vardı. Pelerinin kapişonu gözlerini örtüyordu. Jackson'ın karşısına geçip kapişonunu çıkardı. Beyaz gözleri ile ölülerin gülüşlerinden bahşetti. Cassandra. Germenialı Helen ile Güçlü Patrick'in kahinesi. Bunca yüzyıldır yaşadığı söyleniyordu ancak kimse buna inanmamıştı. Aslında şuan dahi kimse karşılarındakinin Cassandra olduğundan bihaberdi. 


-"Gözler kan ağlar. 


Kanla mühürlenmiş savaşlar. 


Ne tanrılar girer araya ne şeytanlar. 


Hanedanın sonunu getirdi bir kanı bozuk 


Tahtın gerçek sahipleri yerin 6 fit altında. 


Bir cadıya bulaşma evlat. Gücü seni ezer. 


Ölüm var bu odada. Hepinizin Azraili var. 


Eski kral öldü. Çok yaşa kral. "


Ortaya gelip bağırdı Cassandra. 


- Eski kral öldü çok yaşasın kral! 


Jackson kadının koluna yapıştı. Sıktı ,sarstı kadını. Kadın sadece ölüler gibi güldü. Sarkmış derili parmaklarını Jackson'un çenesine doladı. 


-Eski kral öldü çok yaşasın yeni kral. Eski kral öldü kan mühürlü bir savaşta bir cadı ile vals yaparken. 


-Kimsin sen, diye feryat etti Jackson. 


Bir fısıltı doldurdu odayı. Kadın konuşmadı ama diğer her şey ve herkes fısıldadı beyaz gözlerle. İnsanlar, duvarlar, perdeler, masalar... Cassandra. Kadın güldü. Şoktan olduğu yere mıhlanmış adamın kolları arasından sıyrıldı. Kollarını iki yana açması ilke rüzgar etrafını çevirdi. Döndü döndü ve kadın kahkahalar arasında bir  karga sürüsüne dönüşüp oradan kayboldu.


Şafak sökerken çırçıplak şekilde yere çizdiği pentaclenin ortasına uzandı. Senelerce kendini durmadan geliştirmişti ve o en harika cadıydı. Yani soyu Josephineslere dayanmayan en iyi cadıydı. Halkta başka cadıların varlığını biliyordu. Hatta bir kovanı dahi vardı. Sol kolunu boydan boya kesti. Akan kızıl sıvı kolunun her yanına yayılıp parmaklarından kadehe damladı. Kadehin içindeki viski kızıla büründü bir aheste ağırlık ile. Önce dalgalandı sonra büründü. 


-Kanımı sunuyorum kadere. Kader dağıtan burçlara ve de Ay ile Güneş'e. Tanrı ve tanrıçaya sesleniyorum. Boynuzlu tanrı ile doğurgan anaya yakarıyorum. Geleceği görebilmem için yardım edin ancak mühürleyin. Kimse karışamasın ve gelecek değişkenliğini kaybetsin. Ben cadı Cordelia, soyum Lilith'in soyu. Kanatlı olanlardan yardım istiyorum. 


Kanı içti cadı. ve yere düştü. Ağzından tam yutamadığı kan ve viski karışımı dışarı taştı. Her yer karanlık bir sis bulutu idi  artık Fabianne için. Kendisine Cordelia adını seçmişti. Cadılar bir isim seçerlerdi veya onlara verilirdi. Fabianne bu adı rüyalarında 1 hafta boyunca görünce anlamıştı adın bahşedildiğini. 


Sisin arasında yürürken sesler duydu. 'Cordelia' tekrarlanan adın sonucunda ayakları altındaki toprak çatırdadı ve yer delindi. Kocaman ve sonsuz bir başka karanlığa düştü. Sonra her yere renk aktı. En çok da kan kırmızısı. Patricia'nın feryatları ve sıkılan kurşunların sesi. Biraz daha kan. Jackson'nın ölü, çıplak bedeni. Tacın kuzguni siyah saçlı başkasına takılması. 


Bu sefer kandan bir deryada boğuldu. Sular renklerle çekildi. Yüzünü seçemediği bir grup kişi bir elektronu parçalıyordu. Çıkan ışık onu yuttu. Işık artık elektron'un ışığı değildi. Bir taçtan geliyordu. Kardeşleri taç takmış halde gördü. Patricia ile göz göze geldiğinde ise bedenine zincirler dolandı. Herkesin. Gece çöktü. Dolunay doğdu gökte ve sesini işitti Cordelia ayın. 


-Kan mührü ile kader, keder ve savaş mühürlendi. Oysa Deadelus da değiştirecekken kaderi zincirlemişti kendini boynundan. Peki sen kızım. Sen ölümü kandırabilir misin? 


Ay parçalandı. Her yer parçalandı. Hatta karanlık dahi. 


Kenneth'ı Phobos aldı. Tıpkı antlaşmalarındaki gibi. Kenneth mafya babası Kırmızı Atkılı Jones'un biricik oğluydu. Kırmızı Atkılı Jones karısına yani Kenneth'ın annesine gerçekten aşıktı. victor'un zamanında yaptığı hatayı yaptı. koruyacağını sandı. ancak koruyamadı. Kenneth'ın annesi ölünce Jones soğuklaştı, donuklaştı. Renklerini kaybetti dünyası. Kendisi gibi acı çekmemesi için Kenneth'ı eğitmeye karar verdi. Kenneth ise bundan nefret etti. Hayatını kurtarmak adına fizik okudu. Tüm gençliğini, çocukluğunu ve ilk aşklarını fiziğe sattı. Onun ilk aşkı Marie Currie idi. Evleneceği kadının ona benzemesini isterdi. İlk hayalleri sicim teorisi ile Nobel almaktı. Sayısız defter ve kuram... Hayatını çalmışlardı ama Kenneth eline aldığı hayatından memnundu. Ve Kinsey ile karşılaştığı için asla pişman değildi. Ölürken de olmadı. O hayatını güzel yaşamadı. O hayatını kaçarak yaşadı. Kendine ördüğü duvarları arasında bir cennet kurmaya çalıştı. Kinsey ile birkaç gece ve de  günlüğüne cenneti gördü, orada bulundu. Kanat taktı ve bulutların arasında uçtu. O Marie'sini bulmuştu. Kendisi Pierre idi. Boşlukta döndüler günlerce. Sevdiler. Tozdan değildi aşkları ama korku her daim onlarlaydı. 


-Marie'm... Benim güzel Meryem'im. Seni koruyacağım. Ölmeyeceğiz ve bir krallığımız olacak kuramlardan. İkimiz de cennette kalacağız ya da ben senin için cehennemi dahi cennete çeviririm. Yeter ki benimle kal. 


Elini kadının kumaşsız omzunda dolandırdı. Dağılmış,düz, siyah saçlarından öptü. Birbirlerine gülümsediler. 


-Asla bırakmayacağım seni Kenneth. Aşkım tozdan değil ve ben seni bir kadının bir erkeği seveceğinden daha çok seviyorum. 


Bağırdı kız. Kolları arasında aşık olduğu adamı son defa tutarken feryat etti. Adam gülüyordu. elini uzatıp kadının incilerine dokundu. 


-Meine Maria. Ağlama. Bu gözler benim ölümüme üzülmesin. Enerji kaybolmaz. Ruhum bir enerji ve her zaman var olacak. Bir gün sadece senin anlayacağın şekilde geleceğim. Meine Maria. Ağlama. Ben seni bir gün gerçekten bulacağım. Meine Maria. Ağlama. Kızma kimseye. Ben babama benzememin cezasını çekiyorum. 


Engelbertha şaşırmıştı. Amacı birisini öldürmek değildi. Elindeki silahı attı. Yerinde sallandı. Kendini tamamen bir şeytan gibi hissetti. Kirlenmiş ve kanlı bir şeytan. Melek kanatları kızıl kan ile şeytanın kayış kanatlarına dönmüştü. Ağlamak istedi. Helga onu tuttu. Yardım etmek istedi Engelbertha. Sarışın kız atıldı yanına. 


-Yardım edebilirim. Özür dilerim. Özür dilerim. Yardım... 


-Edemezsin Engelbertha. 


-Lütfen deneyeyim Helga. Üzgünüm Kenneth. 


Kenneth güldü. İnledi nefes şeklinde. 


-Demek düşmanlarım bile beni seviyor. Ama gerek yok Engelbertha. Seni affediyorum ve senin gibi bir düşmanım olduğu için iftihar ediyorum. Zamanım geldi. Onu görüyorum Phobos'u. konuşmayı bitirdiğimde ölmüş olacağım. Ve siz... Siz iyi ki benimle karşılaşmışsınız. Bana birkaç ay da olsa harika bir hayat yaşattınız. Zeki kadınlar. 


Sustu. Sonsuza dek. Çünkü ölüler susarlar. Ölüler konuşur ama ölüler dahi duyamazlar. Ruhlar kayıptır. Benliklerini ararlar. Kahramanlar da dahil buna. Bir kahraman daha öldü. Derler ki her bir kahramanın takım yıldızı oluşurmuş gökte eğer bir tanrı isterse. Phobos onu göğe taşıdı. Sevgilisinin mutluluğunu daha iyi görüp mutlu olsun diye ve onu orada bir takım yıldızı yaptı. Her gece çökünce ortaya çıkacak olan bir fizikçi takım yıldızı. Portalların oluştuğu evrenin direği olan Sirius'un yanına konumlandı ve kimse bilmese de Profesör Kenneth Jones hayatını adadığı teoriyi kanıtladı. 


Kız feryat etti tekrar göğe bakarak. Son kez sarıldı sevgilisine. Son kez kokladı onu ve dudaklarından öptü. Dudaklarından sızan kan kızın dudaklarına bulaştı. Bu kızı öldürdü. Romeo ve juliet gibi.Aşk imkansızdır. İmkansız olduğu için aşktır, trajedinin temelidir. Romeo ve Juliet, Ophelia ve Hamlet, Apollon ve Daphne, Helen ve Paris, Catherine of Aragon ve Henry vııı, Anne Nevile ve Richard ııı, Tomris hatun ve Argun han, Jason ve Medea, Hermes ve Kirke, Pasiphe vePerses, Şarlkern ve Isabella of Portugal... Aşklar kaybolmak için var olurlar. Her aşk tozdandır ve bir gün son zerresine kadar uçar. Ancak keskindir aşklar. Kalbi yırtar ve kapanmaz bir yara açar. Kabuk bağlar yaralar. Lakin bir başka aşk ile karşılaşınca kanar. Derya olur o kanlar ve aşıklar o kanda boğulur. Bu bir kaidedir. Ve istisnası yoktur. Olduğunu söyleyenler hiç aşık olmamış, yüzlerce yıl sevdiğini beklememiştir.  


Gömdüler fizikçiyi. Bir iğde ağacının altına. İğdeyi çok severdi fizikçi. Annesi ile babası bir iğdenin altında tanışmışlardı. Kenneth Kinsey'e bir iğde altında aşık oldu. İlk ve son aile anıları bir iğde altındaydı. Bir iğde altına gömüldü fizikçi. Mezar taşı o ağaçtı. Yazdılar o ağaca. ' Güzel Meryem'ine kavuşamadı ve de bir Pierre Currie olamadı Marie'si için. Ama bir iğde oldu.' 


Oradan uzaklaştılar. İzleniyorlardı ancak. Kırmızı Atkılı Jones'un adamı tarafından. Kenneth'ı eğiten ve sahiplenen kişi tarafından. Victor tarafından. 


Victor Smirnov tekrar birisini kaybetti. Benliğinden bir parçası koptu. Adam iğdenin altına oturdu. Konuştu ve dua etti. Yıllar onu düşündüğünden daha hızlı yaşlandırmıştı. Ruhu 80 yaşında hissediyordu. Ölmek için yer arıyordu kendisine. 






25 HAZİRAN 2022



sonraki bölüm


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eros'un Laneti

                       Güneşli bir gündü. Olması gayet doğaldı da. Güneş'in tanrısı Apollon vardı zira. Nasıl olmasın? Biraz da aşk kokusu var sanki. O da Afrodit'den olma Eros'tan geliyor olmalı. Işığı ile herkesi ve her yeri aydınlatan lord Apollon, Eros ile konuşuyor hatta onunla dalga geçiyor olabilirdi. Eros'un heykeltraşların yonttuğu yüzü sertleşiyor, yontulan taşlardan bir parça haline geliyordu.  - Sen buna ok mu dersin Eros?  Eros'tan hoşnutsuz sesler çıkıyor, parmakları arasındaki okları sıkıyordu. Buna rağmen güldü aşkın lordu.  - Evet lord Apollon. Gümüş ve altın oklar... Aşkın okları ve nefretin okları.  Çok güzel güldü Apollon. Gülüşünden ışıklar saçılıyordu. Altın sarısı saçlarını savurdu ve altın oklarından birisini çıkardı.  -Bak Eros, ok budur. Seninkiler ok mudur? Yoksa sadece birer talim kılıcı mı? Peki o yay mıdır? Benimkisi gibi olanlar oktur. Bak ışıltılı günün okları. Veba oklar...

Thr Key of Darkness (1)

  THE KEY OF DARKNESS --- Chapter One --- Tears of the Monster The sun was rising over the skyline as a scary monster approached a home. Elenor woke up and smiled. Her maid Nancy came in and spoke cheerfully. “Madam, today is your wedding day. You are a very lucky woman in England.” Elenor looked into her eyes and got out of bed. “I think this day will be amazing.” But destiny had other plans. Darkness, pain, and screams were everywhere. At the Marquee of Solisticashire, Samuel of Solisticashire talked to himself. “I hope she never learns about my dark side. It will not be good for her. But she will hurt. I wish she did not want to marry me. Little shy girl, making a deal with a demon.” The demon was Samuel, and he was a bad guy. He was narcissistic and cruel. He was feeling nervous now, thinking, “Am I a ghost or a monster?” Samuel was like a panther, graceful and dangerous. He looked like he could kill with kindness, but he was a cruel kind of man. Elenor got dresse...

Yazardan Seçmeler

 Bu sayfadan ben White Rose'un kitaplarında ve kitap olmamış tek bölümlük hikayelerine ulaşabilirsiniz. İyi okumalar dilerim  Eros'un Laneti   Çiy   Çocuk Alman Tablosu   The Mystyc History   Tarihteki Modern Kadın 1855 Cadısı Historymaker Queens Series Dynasty Prometheus Thanatos ve Eros Mary on cross The Key Of Darkness